Aleviliğin toplumsallaştırılmış tapınma kurumlarının tümünü içinde barındıran Cemin değerlendirilmesine geçmeden önce tapınma, yani ibadetin ne olduğu üzerinde birkaç söz etmek gerekir. Tapınma sosyo-psiklojik anlamda, toplumun üst yapısını oluşturan değerler ve kültür kat(man)larından din ve dinsel inançların temel ögesidir; bireyin, dinsel inancının Tanrısına yaranması, yani kendisini iyi bir kul olarak kabul ettirebilmesi için açığa vurduğu davranış ve eylem biçimlerinin tamamı olarak tanımlanabilir. Bir başka söylemle, inanan ve kendisini ona kul gören bireyle, Tanrısı arasında bir anlaşma-uzlaşma sağlamak, bir bağ kurmak için eyleme sokulan davranış biçimlenmelerinin tümüdür tapınma. Birey bunları uygularken, Tanrıya kendini daha yakın duyumsayarak, kazandığını düşündüğü yücelikle içsel ya da ruhsal dünyasını doyurduğu gibi, yaşadığı toplumda bir üstkişilik belirlemesi yapar. islam bilginlerine göre de, yani dinsel anlamda ibadet, ruhun temizlenmesi için araçtır. Tapınmanın Arapçası ibada/çoğ.ibadat ile abd/çoğ.ibad ( yani kul-köle) sözcüklerin türdeş
olmasıyla da tapınılan tapınan ilişkisi kurulur.
Böylece ibadet, ibad (yani, kullar, yaratılmışlar) tarafından yapılan ritüellerin genel adı oluyor; bu etkinliklerin en açık belirleyicsi de dua etme/niyaz etme, yalvarma/yakarma,çağrı anlamlarına gelen salat (Ancak bunun yerine, Arapçanın konuşulmadığı ülkeler dışında dışında Farsça karşılığı namaz, Afganistanda nmuz kullanılır; W. Montgomery Watt, Muhammed in Medina, London, 1956, s.304) deyimidir. Salât sözcüğü Kuranda tam 85 kez geçtiği halde, beş vakiti belirleyen hiç bir açıklama yoktur. Sadece fecr (sabah), maghrib (günbatımı, akşam) ve isha (yatsı) vakitleri için bazı dolaylı göndermeler ya da söylemler vardır. Peygamberin dünyadan göçüşünden 150-160 yıl sonra zuhr (öğle) ve asr ikindi) vakitleri eklenerek Abbasi yönetimi (fıkıhçıları) tarafından beş vakit resmileştirilmiştir.
Bu dönemde Abbasi din bilginleri hadisler ürettikleri ve şeriat yasaları (fıkıh) külliyatı çıkardıkları dönemde üç vakit duaya öğle ve ikindi eklenerek beş vakit salat olarak son biçim verildi. ibn Hajar Hadis Külliyatında (4.Vol. s. 238) anlattığına göre, Abu Darda bir misyoner görev üstlenerek Bağdaddan, üç vakit olarak bilinip uygulandığı Medineye geldi; beş vaktin nasıl düzenlenerek oluşturulduğunu Medinelilere gösterdi ve Bagdada döndü. Gerekçesi de Peygamberden iki vakit daha eklenmesini rivayet etmesiydi. Oysa Abu Davut ve Nissai, Ammara bin Ruvebanın Muhammed peygamberin sabah ve akşam Tanrıya salat eda eden müminin cehenneme gitmeyeceğini söylediği rivayetinden sözederler. Büyük Hadis toplayıcılarından Buhari ve al_Müslimde salat ve vakitlerine ilişkin birbirinden farklı yorumlar bulunmaktadır. (Aktaranlar Richard Bell, The Origin of islam, London, 1968, s.142; Mümtaz Ali Taceddin S. Ali, Three Times Salat or Dua, http://www.ismaili.net )
islam şeriatının tapınması bireyseldir; korkulan bir Tanrının zulmünden korunmak, yalvarıp yakararak bağışlanmak ve ödüllendirilmek ister inananlar. Öyle bir Tanrıdır ki, iyiliği de kötülüğü de o verir; insana hem kötülük yaptırır, günah işletir ve hem de işlediği günahtan ötürü cehennem ateşinde yakar!
Ancak kulları, kendisi için vakit namazları, oruç, hac vb. bazı biçimsel davranış ve hareketler olan ibadetleri yerine getirdiği zaman onu bağışlayacaktır. Kul her türlü ahlaksızlık, yalancılık, dolandırıcılık yapacak, yoksulu sömürecek, öksüzün-yetimin hakkını yiyecek ve sonra tövbe edip ibadete başlayınca, hatta iki rekat nafile (yani fazladan) namaz kılınca Tanrı onun bağışlayıp ödüllendirecektir. Ne kolaylık değil mi? Günümüz emperyalist ve küresel kapitalist sistemleri hiç kuşkusuz böylesi Tanrının varlığına-Birliğin sahip çıkacak ve sonuna kadar savunacaktır. Alevilik tapınmayı bireysellikten çıkarmış, anlamını değiştirmiştir. Yukarıda kısaca açıklamaya çalıştığımız ibadet anlayışı ve bu türden tapınmalar bekleyen bir Tanrı inancıyla, Aleviliğin, yakından uzaktan bir ilişkisi yoktur. Alevi canın Kuranı da Rahmanı da insandır, tapınması onadır; gördüğüne tapar, hayale değil. Bunu biz değil
aşıklarımız-ozanlarımız söylüyor:
Mülk yaratıp dünya düzen ol bahçevan heman benem
Halk içinde dirlik düzen dört kitabı doğru yazan
Ağ üstüne kara düzen ol yazılan Kuran benem
...
Kafirdürür inanmayan evvel ahir heman benem (Yunus Emre);
Her ne yerde gökte var ademde var
Her ne ki yılda ayda var ademde var
Ne ki elde yüzde var kademde var
Bu sözü fehmetmeyen adem davar (imadeddin Nesimi);
Minareye çıkıp bize bağırma
Haberimiz vardır sağır değiliz
Sen kendini düşün bizi kayırma
Allahla biz ayrı gayrı degiliz (ibreti).
Doğrudur, ama bu fiziksel ya da biyolojik birliktelik değil; tanrısal özün insanda saklı oluşudur. Bu öz imam Alide, Ehlibeyt beşlisinde, imamlarda büyük velilerde tecelli ettiği gibi, insan-i Kâmilde, insanlığa hizmet eden her gerçek insanda görünüm alanına çıkar... Kaygusuz Abdalın dediği gibi, Eşya-yı mahlûk Halikten ayrı degüldir (yani yaratılmış nesneler-maddeler, yaratıcısıyla birdir; ayrı olamaz....
Alevilikte görünmez Tanrıyı memnun ederek onunla anlaşmak ve öte dünyada cehennem ateşinden kurtulma kaygısı ya da cennetten güzel bir yer kapacak olmanın sevinci yoktur.