ortodoks ve heterodoks islamda farklı tapınma

entry2 galeri
    1.
  1. uyarı : fena halde propaganda (!), objektif bilgi (!), gerçeklik (!), düşünce (!) içerik ihtiva eden bir fethullah gulen iyi guler entrysidir.

    Tapınma/ibadet ve Ortodoks ve Heterodoks islamda (Sünni/Şii ve Alevi inancında) farklı gelişen tapınma anlayışları
    (bkz: alevi bektaşi inancında cem tapınma ilkeleri)

    Aleviliğin toplumsallaştırılmış tapınma kurumlarının tümünü içinde barındıran Cem’in değerlendirilmesine geçmeden önce tapınma, yani ibadetin ne olduğu üzerinde birkaç söz etmek gerekir. Tapınma sosyo-psiklojik anlamda, toplumun üst yapısını oluşturan değerler ve kültür kat(man)larından din ve dinsel inançların temel ögesidir; bireyin, dinsel inancının Tanrısına yaranması, yani kendisini iyi bir kul olarak kabul ettirebilmesi için açığa vurduğu davranış ve eylem biçimlerinin tamamı olarak tanımlanabilir. Bir başka söylemle, inanan ve kendisini ona kul gören bireyle, Tanrısı arasında bir anlaşma-uzlaşma sağlamak, bir bağ kurmak için eyleme sokulan davranış biçimlenmelerinin tümüdür tapınma. Birey bunları uygularken, Tanrıya kendini daha yakın duyumsayarak, kazandığını düşündüğü yücelikle içsel ya da ruhsal dünyasını doyurduğu gibi, yaşadığı toplumda bir üstkişilik belirlemesi yapar. islam bilginlerine göre de, yani dinsel anlamda ibadet, ruhun temizlenmesi için araçtır. Tapınmanın Arapçası ibada/çoğ.ibadat ile abd/çoğ.ibad ( yani kul-köle) sözcüklerin türdeş
    olmasıyla da “tapınılan” “tapınan” ilişkisi kurulur.

    http://2.bp.blogspot.com/...OPx6pqIo/s1600/images.jpg

    Böylece ibadet, ibad (yani, kullar, yaratılmışlar) tarafından yapılan ritüellerin genel adı oluyor; bu etkinliklerin en açık belirleyicsi de “dua etme/niyaz etme, yalvarma/yakarma,çağrı” anlamlarına gelen salat (Ancak bunun yerine, Arapçanın konuşulmadığı ülkeler dışında dışında Farsça karşılığı namaz, Afganistan’da nmuz kullanılır; W. Montgomery Watt, Muhammed in Medina, London, 1956, s.304) deyimidir. Salât sözcüğü Kur’an’da tam 85 kez geçtiği halde, beş vakiti belirleyen hiç bir açıklama yoktur. Sadece fecr (sabah), maghrib (günbatımı, akşam) ve isha (yatsı) vakitleri için bazı dolaylı göndermeler ya da söylemler vardır. Peygamberin dünyadan göçüşünden 150-160 yıl sonra zuhr (öğle) ve asr ikindi) vakitleri eklenerek Abbasi yönetimi (fıkıhçıları) tarafından beş vakit resmileştirilmiştir.

    Bu dönemde Abbasi din bilginleri hadisler ürettikleri ve şeriat yasaları (fıkıh) külliyatı çıkardıkları dönemde üç vakit duaya öğle ve ikindi eklenerek beş vakit salat olarak son biçim verildi. ibn Hajar Hadis Külliyatında (4.Vol. s. 238) anlattığına göre, Abu Darda bir misyoner görev üstlenerek Bağdad’dan, üç vakit olarak bilinip uygulandığı Medine’ye geldi; beş vaktin nasıl düzenlenerek oluşturulduğunu Medinelilere gösterdi ve Bagdad’a döndü. Gerekçesi de Peygamberden iki vakit daha eklenmesini rivayet etmesiydi. Oysa Abu Davut ve Nissai, Ammara bin Ruveba’nın Muhammed peygamberin ‘sabah ve akşam Tanrıya salat eda eden müminin cehenneme gitmeyeceğini” söylediği rivayetinden sözederler. Büyük Hadis toplayıcılarından Buhari ve al_Müslim’de salat ve vakitlerine ilişkin birbirinden farklı yorumlar bulunmaktadır. (Aktaranlar Richard Bell, The Origin of islam, London, 1968, s.142; Mümtaz Ali Taceddin S. Ali, “Three Times Salat or Du’a”, http://www.ismaili.net )

    http://4.bp.blogspot.com/...600/2012-07-02_134359.jpg

    islam şeriatının tapınması bireyseldir; korkulan bir Tanrının zulmünden korunmak, yalvarıp yakararak bağışlanmak ve ödüllendirilmek ister inananlar. Öyle bir Tanrıdır ki, iyiliği de kötülüğü de o verir; insana hem kötülük yaptırır, günah işletir ve hem de işlediği günahtan ötürü cehennem ateşinde yakar!

    Ancak kulları, kendisi için vakit namazları, oruç, hac vb. bazı biçimsel davranış ve hareketler olan ibadetleri yerine getirdiği zaman onu bağışlayacaktır. Kul her türlü ahlaksızlık, yalancılık, dolandırıcılık yapacak, yoksulu sömürecek, öksüzün-yetimin hakkını yiyecek ve sonra tövbe edip ibadete başlayınca, hatta iki rekat nafile (yani fazladan) namaz kılınca Tanrı onun bağışlayıp ödüllendirecektir. Ne kolaylık değil mi? Günümüz emperyalist ve küresel kapitalist sistemleri hiç kuşkusuz böylesi Tanrının varlığına-Bir’liğin sahip çıkacak ve sonuna kadar savunacaktır. Alevilik tapınmayı bireysellikten çıkarmış, anlamını değiştirmiştir. Yukarıda kısaca açıklamaya çalıştığımız ibadet anlayışı ve bu türden tapınmalar bekleyen bir Tanrı inancıyla, Aleviliğin, yakından uzaktan bir ilişkisi yoktur. Alevi canın Kur’an’ı da Rahman’ı da insandır, tapınması onadır; gördüğüne tapar, hayale değil. Bunu biz değil
    aşıklarımız-ozanlarımız söylüyor:

    “Kuranidir sözümüz
    Rahmanidir yüzümüz
    Hakk’ı görür gözümüz
    Aldanmayız hayale” (Türabi)

    “Mülk yaratıp dünya düzen ol bahçevan heman benem
    Halk içinde dirlik düzen dört kitabı doğru yazan
    Ağ üstüne kara düzen ol yazılan Kur’an benem
    ...
    Kafirdürür inanmayan evvel ahir heman benem” (Yunus Emre);

    “Her ne yerde gökte var ademde var
    Her ne ki yılda ayda var ademde var
    Ne ki elde yüzde var kademde var
    Bu sözü fehmetmeyen adem davar” (imadeddin Nesimi);

    “Ey müminler beni ziyaret edin
    Yüzüm cemalullah sıfat bendedir
    Dört kitabım yahu beni kıraat edin
    Kur’an Zebur, Tevrat incil bendedir” (Edip Harabi);

    “Minareye çıkıp bize bağırma
    Haberimiz vardır sağır değiliz
    Sen kendini düşün bizi kayırma
    Allah’la biz ayrı gayrı degiliz” (ibreti).

    Doğrudur, ama bu fiziksel ya da biyolojik birliktelik değil; tanrısal özün insanda saklı oluşudur. Bu öz imam Ali’de, Ehlibeyt beşlisinde, imamlarda büyük velilerde tecelli ettiği gibi, insan-i Kâmil’de, insanlığa hizmet eden her gerçek insanda görünüm alanına çıkar... Kaygusuz Abdal’ın dediği gibi, “Eşya-yı mahlûk Halik’ten ayrı degüldir (yani yaratılmış nesneler-maddeler, yaratıcısıyla birdir; ayrı olamaz...”.
    Alevilikte görünmez Tanrıyı memnun ederek onunla anlaşmak ve öte dünyada cehennem ateşinden kurtulma kaygısı ya da cennetten güzel bir yer kapacak olmanın sevinci yoktur.
    0 ...