Türkiye'nin Osmanlı sülâlesinin ilk on padişahı hep değerli ve kahraman başlardır. Milletimize her
birinin ayrı ayrı büyük hizmetleri vardır. Kimisi Batı'nın birleşik ordularını ezmiş, kimisi zaferleri ile
tarihte yeni çağlar açmış, bazıları seferde veya savaşta ölmüş ve hepsi Türk bayrağını zafer yelleri ile
yarıştırmış hükümdarlardı. Fakat birbirinden değerli bu on hükümdar içinde bütün sülalenin en
kahraman çocuğu dâhi bir asker olan Yavuz Sultan Selim'dir.
Selim, daha şehzade iken ne yavuz bir Türk olduğunu herkese göstermişti. Korku nedir bilmez bir
gönüle, çeliklerden daha sert bir azme sahipti. Çok savaşçı bir ruh taşıyordu. Tanrı Türklüğün "hâkim
olma" vasıflarını onun şahsında toplamıştı. Babası ikinci Bayazıt'ın uyuşuk hareketlerini sona
erdirmek için Osmanlı tahtını onun elinden zorla aldığı vakit, Türkiye, kahramanına kavuşmuş
oluyordu. Fakat ne yazık ki, bu koca kahraman ebedi Türk milletinin başında dokuz yıl kalabilecekti.
Yavuz'un tarih sayfalarımızı süsleyen iki büyük savası ve zaferi vardır. Bunlardan birincisini Doğu'da
iran'a karşı yapmıştır. O zaman iran'da Türk soyundan Safeviler padişahlık yapıyorlardı. Sülâlenin
kurucusu olan şair ve kahraman Safevi ismail, sahip bulunduğu Türk ordusuyla iran'da güçlü bir devlet
kurmuştu. Şiiliği vasıta yaparak Anadolu'ya da hâkim olmak istiyordu. ikinci Bayazıt çağından beri
yaptığı propaganda ile kendine Türkiye'den hayli de taraftar elde etmişti. O, gizli propagandalarına
yeni sultan zamanında da devam ederken. Yavuz da yurdundaki Şiilerin gizlice sayılarını toplatıyordu.
Bunun sonunda kırk bin Şiinin kafasının vurulması, Türkiye sultanının iran Şahı'na ilk ihtarı oldu. Fakat
bununla her şey hallolunmuş değildi. Bütün savaşçı Türkler gibi sahip olduğu sınırların dışındaki
ülkelerde gözü olan Safevi ismail, büyük bir tehlike olarak Türkiye'nin doğusunda duruyordu. Bu
tehlikeyi ancak Yavuz'un pençesi yok edebilecekti. Padişahın bu maksatla ve Türklük için ilk büyük
yumruğu indirmek üzere ordusu ile doğuya doğru yürümesi, tarihimize bir zafer daha kazandırdı.
Safevi ismail, karşısındakinin ne yavuz bir asker olduğunu bildiğinden çekiliyor. Türkiye ordusunu
hareket yerinden uzaklaştırarak gücünden düşürmek istiyordu. Fakat bu çekilme devam etmedi.
Yavuz, birden Çaldıran'da düşmanının karşısına dikildi. Çaldıran iki Türk kahramanının buyruk verdiği
iki Türk ordusunun pek yaman vuruşmasına sahne oldu.
Safevi ismail'in ordusunun Türkmenleri çok savaşçı erlerdi. Onun seçilmiş atlılardan mürekkep bir de
zırhlı tümeni vardı. ismail de iyi bir kumandandı, o zamana kadar yenilmemişti. Yavuz'un
buyruğundaki Türkiye ordusu ise yorgundu. Padişah, erlerine dinlenme payı bile vermemişti. Fakat bu
ordunun başı, Çingiz Kağan gibi yok edici, önünde durulmaz bir bahadırdı. Bu halde vuruştular. Zafer,
biri Türklük, diğeri iranlık adına vuruşan iki Türk'ten, milleti ve devleti için çarpışanda kaldı. iran adına
vuruşanlar bütün yiğitliklerine rağmen alt olmuşlar, er meydanının şerefini kendi tarihleri için
dövüşen ırkdaşlarına bırakmışlardı. Hem de öyle yenilmişlerdi ki başlan Şah ismail güçlükle kaçabilmiş,
karısı bile tutsak olmuştu.
Kahraman Yavuz, ikinci büyük savaşını Mısır'a karşı yaptı. O çagda Mısır'da Kölemenler sultanlık
yapıyorladı. Bunların Türkler'le, Türkleşmiş Çerkezler'den mürekkep iyi bir orduları vardı. Hattâ ikinci
Bayazıt çağında bu ordularla Türkiye'yi bile yenmişlerdi. Yavuz, çelik yumruğu ile Çaldıran'da Şah
ismail'i yıktıktan sonra iki yılı hazırlıkla geçirdi. Sonra babasının barışla bitirdiği işin hesabını sormak
üzere ordusunu sürdü. Kölemenler'le ilk çarpışma Halep yakınlarındaki Mercidabık'ta oldu. Eşsiz
Yavuz, kölelere ilk yumruğunu burada indirdi, ordularını yok etti. Sonra düşmanının bile pek
beklemediği büyük bir işe girişti, Mısır'ı zapt etmek için o koca çölü geçti. 30.000 kişilik seçme
ordusuyla Kölemenlerin karşısına dikildi. Bu son vuruşmada Kölemen ordusunun Türk atlıları büyük
erlik gösterdiler. Lakin Yavuz gibi bir başa sahip olan bir ordunun yenilmesi imkânsızdı. Türkiye ordusu
yine üstün geldi. Kölemen ordusu yok edildi, Mısır Türkiye'ye eklendi. Yavuz, istanbul'a yalnız büyük
bir zafer ve devlete eklenmiş koca bir toprakla değil, aynı zamanda halife olarak dönüyordu.
Yavuz'un atalarının ve çocuklarının gözleri hep Batı'ya çevrilmişti. Bunun içindir ki Türk orduları
Viyana kapılarına kadar dayanmışlardır. Fakat dâhi Yavuz'un sert bakışlı gözleri güneşin doğduğu
taraflarda dolaşıyordu. Çünkü Türklük güneşi bu ufuklarda idi. Onun içindir ki Safevi ismail'i tepelediği
savaşta yarıda bıraktığı işi tamamlamak istememesi mümkün değildi. Netekim, Mısır zaferinden sonra
iran'a yeni bir sefere hazırlanıyordu. Bu sefer kim bilir nerelere kadar yürüyecekti? Onun Mısır'ı yok
eden çelik azmi ve askerliği, muhakkak ki iran'ı da aynı sonuca götürecekti. Belki de Türklük için çok
sevinçli çağlar doğacak. Türkiye'nin Selçuklular sülâlesi zamanındaki büyük halı yeniden meydana
gelerek Türkistan, iran ve Anadolu Türkleri birleşecekti. Fakat şaşkın ölümün bu işleri yapabilecek
güçteki koca Yavuz'a pek erken kıyması bütün bu kutlu işlerin yapılmasına engel oldu. Çin'in önce
yarısını, sonra tamamını Çingiz'in ve Temür'ün, italya'yı da Fatih'in elinden kurtaran kötü talih, iran'ı
da Yavuz'un pençesinde kıvranmaktan esirgedi. Ölüm, milletine adını, kahramanlığını ve askerliğini
hatıra bırakan Yavuz'u Türkler'den ayırdı.
Selim; adı gibi yavuz, ulu, çok zeki, pek şiddetli, alim, şair koca bir Türk'tür. Türk milletinin cihangir
ruhuna sahipti. Bir haritaya bakarken söylediği "Dünya bir padişaha yetecek kadar geniş değilmiş!"
sözleri, ölümün bu koca bahadıra vakitsiz çatmakla, Türklüğe ne büyük kötülük ettiğini anlatmaya
yeter. Kim bilir daha ne ülkeler aşacaktı. Vezirlerinin Rodos adasını almak için kendisini kışkırttıkları
bir sırada "Ben ülkeler aşmak istiyorum, siz beni bir hırsız adasına götürmek düşüncesindesiniz!"
diye haykırmıştı.
Bir millete verdiği zarar bakımından ölümün bu kadar kahpeleştiği yer azdır.