cumhurbaşkanı'nı halkın seçmesi konusunda bundan 7 (yazıyla yedi) sene evvel bir şeyler karalamıştık;
"şimdi gelelim sistem analizine... sistemde yapılacak bir değişimde chp'nin iddia ettiği gibi rejim tehlikesi olasılığı varsa bile bu çok çok uzaklardadır, ancak bu tepeden inme, ani sistem değişikliği ilerki süreçte çok ciddi anlamda sistemin sürdürülebilirliğini olumsuz yönde etkiler. hatta sistem çökme tehlikesi ile karşı karşıya gelir.
türkiye'ye getirilmek istenen sistem yarı-başkanlık sistemi ancak, tarihi daha önce var olan başkanlık sistemine bakarsak, abd'deki başkanlık sistemi sorunsuz şekilde işlemektedir. bundaki en büyük etken, sistemin 2 parti üzerine kurulmuş olması ve bu iki partinin de ideolojik olarak neredeyse birbirleri ile aynı olmasıdır. ayrıca, başkanlık isteminde, başkan seçilen kişinin hiçbir surette -vatana ihanet ve çok ağır suçlar dışında- azledilmesi, düşürülmesi gibi bir şansı yoktur. aynı şekilde, başkan'ın da meclisi fesih gibi bir hakkı yoktur. siyasi çatışmalar sadece seçim dönemlerinde vardır ve muhalefet de yapıcı bir politika izler... bu da batının muhalefet anlayışını çok net ortaya koyar... muhalefet anlayışını karşılaştırdığımızda ise, bizde; osmanlı'dan beri muhalefete düşen partiler, iktidar partileri tarafından vatana ihanetle bile suçlanmışlardır. bizde her dönem, iktidar başarısız olmasının sebebini muhalefete bağlamıştır, halkı bölmekle suçlamışlardır. bunu türk siyasi tarihinde çokça görebilirsiniz. ayrıca, hem başkan'ın, hem de kongre'nin halk tarafından seçilmesi meşruluk tartışmasına sebep olması ve her iki organın da birbirleri ile çatışma olasılığının bulunduğu başkanlık sistemine getirilen en büyük eleştiridir. bu abd'deki başkanlık sisteminde görülmezken, abd'deki sistemi bire bir kopya eden latin amerika ülkeleri'nde çok net şekilde görülür. latin amerika ülkeleri'nde tepeden inme getirilen sistemin gerek kısa vadede, gerekse uzun vadede ne gibi zararlar getirdiği ortadadır... en büyük zararı da bu ülkelerin ekonomileri görmüşlerdir. dolayısı ile, ekonomik olarak görülen zararın sonucunda, halk sokaklara dökülmekte, grevler baş göstermekte, üretim durma noktasına gelmektedir... ayrıca, dönem dönem iç savaşın eşiğinden dönüldüğü ve bu ülkelerin ordularının halka sert müdahale ettiği de göz önünden kaçırılmamalıdır.
bizi asıl ilgilendiren yarı-başkanlık sistemi ise, daha bir karmaşıktır... fransa 1962 yılında yarı-başkanlık sistemine geçmiştir. bu sistemde, cumhurbaşkanı da halk tarafından seçilmektedir. bu sistemde şu sorunu ortaya çıkarmıştır, cumhurbaşkanı'nın meclisi feshetme gibi bir hakkı vardır. yani meclis de halk tarafından seçilmiştir, cumhurbaşkanı da... ancak olası bir meşruluk çatışmasında cumhurbaşkanı elindeki yetki ile meclisi feshedebilir. ayrıca, cumhurbaşkanı'nın 1982 anayasası'ndaki görev ve yetkileri çok nettir. -yani halkla bire bir bir görevi söz konusu değildir... yasa teklif edemez, yasa yapamaz, uygulamaya müdahale edemez- eğer cumhurbaşkanı halk tarafından seçilecekse, halka vaatlerde bulunmak zorunda... yani cumhurbaşkanı adayı olacak kişi halktan oy alması için, meydanlarda nutuk atması gerekecek ve bu nutuklar da çok büyük oranda vaatlerden oluşacak... peki; cumhurbaşkanının halka ne gibi vaatlerde bulunmasını beklersiniz?
cumhurbaşkanlığı makamı, tarafsız bir makam olma zorundadır, bütüncül olmak zorundadır, cumhurbaşkanını halkın seçmesi o makamın direkt olarak siyasallaşması anlamına gelmektedir. çünkü halkın seçeceği bir cumhurbaşkanı adayı bir partinin desteğini alamazsa arkasına hiçbir şey yapamaz... ki; 1989'da turgut özal'ın seçilmesi bile büyük tartışmaları yanında getirmişti. 12 eylüle'e sebep olan unsurlardan bir tanesi de, 1961 anayasası'ndaki cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda bir boşluk oluşturması durumudur. keza; 5 ay 19 gün boyunca, 114 tur cumhurbaşkanı seçemeyen parlamentoya darbe ile müdahale edilmiştir ve 1982 anayasası'nda, cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda 3. turda salt çoğunluğu alan kişinin cumhurbaşkanı olacağı ifade edilmiştir... böylece, 1980 yılında ortaya çıkan kaotik ortamın bir daha yaşanmaması öngörülmüştür. ancak; bu 1989'da yeni tartışmaları getirmiştir, keza; mecliste salt çoğunluğu elinde bulunduran bir parti, toplumsal uzlaşma amacı gütmeden adayını belirleyebilir, çok rahat şekilde 3. turda cumhurbaşkanını seçebilirdi. keza; turgut özal'ın seçilmesi de çokca tartışıldı... hatta demirel, "özal çankaya'ya çıkarsa, indirmek boynumuzun borcu olsun" ifadesini bile kullanmıştır...
ayrıca, ülkemizde 2'den fazla partinin olması ve bu partilerin ideolojik anlamda birbirlerinden farklı olmaları, sistemin kilitlenmesini kaçınılmaz hale getirecektir... yarı-başkanlık sistemine 45 yıl önce geçen fransa'da bile sistem çatlak vermekte, halk devletle çatışmakta, kamu mallarına zarar vermektedir. son seçimlerde sarkozy'nin seçimleri kazanmasının ardından, çıkan olayları eminim ki; izlemişsinizdir... bu şekilde bir olay türkiye'de olduğu vakit, çok ağır şeyler yaşamamız kaçınılmazdır... 45 yıl önce bu sisteme geçen fransa'da, tepeden inme şekilde sisteme geçilmemiştir. ayrıca, de gaulle gibi, toplumun tamamını kucaklayabilen karizmatik bir lider vardı... bugün türkiye'de toplumun tamamını kucaklayabilecek türden, sistemin zarar vermemesi için emniyet subabı olacak türden bir lider bulunmamaktadır..."
7 sene önce bugün olacakları tahmin ederek yazdığım yazının meyvelerini bugün acı şekilde görmek acı bir tecrübe olacak bu memleket için.
ülkede demokrasiye arkasından mendil sallamanın vakti sanırım.
referandumda, cumhurbaşkanını halkın seçmesinin sistemde ne gibi çatlaklar yaratacağını bilmeden, gram bilgi sahibi olmadan tüm cehaleti içerisinde "tabi canım, cumhurbaşkanını biz seçelim" diyerek "evet" diyenlere allah gün yüzü göstermez inşallah...