Uzayıp giden yolların ardından koşturuyordu köpek.
Henüz bir yaşında ya vardı ya yoktu. Sürekli oyun isteyen canı yoldan gelip geçen insanlara yaklaştırıyordu onu.
Bir yandan kuyruk sallayıp şirinlik yapıyor, bir yandan ise masum gözlerini dikiyordu insanların gözlerine.
Yoldan geçen arabalar dikkatini çekiyordu insanların yüz vermediği zamanlarda.
Acaba ne tür canlı bunlar diye düşünmekten kendini alamıyor fakat hızlı ve büyük oldukları için pek yanaşmıyordu onlara..
O yine bir gün yolun kenarında henüz sabah vakti güneş dünyayı ısıtmaya başlamışken gezintiye çıkmıştı.
Hemen önünde üç kişi yürüyordu.
Kırklı yaşlarda kısa boylu kel bir adam, otuzlu yaşlarda burnu yamuk gibi duran bir köylü, yirmili yaşlarda bir genç..
Hızlıca koştu köpek. Üç kişinin teker teker ayaklarına sürtünmeye, şirinlik yapmaya başladı.
Genç köpeğin bu ilgisini karşılıksız bırakmadı ve köpekle ilgilenmeye, oynamaya başladı.
Mutluluktan uçacak gibi olan köpek daha da fazla oyun istiyor, bir oraya bir buraya zıplıyordu.
Tam da o sırada arkadan büyükçe bir kamyon sağa yanaşarak geliyordu.
Muhtemelen üç kişiden birinin tanıdığı idi ve yaklaşınca duracaktı...
Tam o sırada köpekle oynayan gencin zihnini bir karanlık, kötü bir şey olacağı hissi kapladı.
Fakat bunu çokta umursamamıştı.
Köpek o sırada oyun oynamayı bırakıp ileri doğru atıldı.
Arkadan gelen kamyon da hızlıca üç kişinin önüne doğru kırdı kendisini.
Ve tam o sırada karanlık his gerçekleşmiş, evrenin ruhunda bir yara açılmıştı.
Korkunçtu bu. Dayanılmaz olmasının yanı sıra asla geri dönüşü olmayan bir durumdu.
Sallanan bir kuyruğun masum bakan gözlerin ardından geriye kırılmış kemikler, fırlamış gözler ve yolun ortasına kırmızı bir leke kalmıştı..
Kırmızı bir leke idi insanlığın dünyada bıraktığı.
Kimi zaman kendinden kimi zaman başkasından olan kırmızı bir kan lekesi.
Yıllar geçtikte bu lekeler artıyor, evrenin ruhunda oluşan delik büyüyordu.
Az kalıyordu bitimine her şeyin.
Varlığın kendini imha edişine.
Canlı olmanın cansızlığa dönüşüne...