esasında bir idealdir. yüzlerce yıllık bir alışkanlıktan bahsediyoruz. nedir o? hakikati aramak. hakikat nedir? gerçek bilgiye nasıl ulaşılır? bu yüzdendir ki uzun bir zaman boyunca -özellikle orta çağda bunu görüyoruz filozoflar aynı zamanda alim, aziz, papaz veyahut hiç fark etmese yine teoloji eğitimi almış kişiler tarafından, ilgi çekmiş bir konu.
19.yy'da başlayıp 20.yy'da ayyuka çıkan "hakikati aramanın saçma bir şey olduğu" durumu pozitivist dünyanın bir sonucudur. açıkçası akılcı yaklaşım, pozitivizmin etkisi 20.yy'a iki dünya savaşı birden sığdırmıştır. aslına bakarsanız bu düşünce tarzının dünyaya pek de iyi sonuçlar getirmediğini görmekteyiz. bunu her gün gazeteleri, tv haberlerini açtığımızda da görebiliriz. gündemden örnek vermek gerekirse: "gazze olayı". birbirinden çarpık açıklamalar, gazze'nin haklı bir mücadele sonucu ateş altında tutuluyor olmasını doğru bulan bir pozitivist anlayış, tamamen pragmatist ve "aman bana bir şey olmasın" dünyası.
tüm bunların sonucu olarak gelenek ve göreneklerine, üst metinlere değil de aile büyüklerinin yaşamışlığının güvencesine bağlıyız. bir şekilde akıl, iki arada bir derede kalır diyebiliriz. inancı sorgulamak veya onu anlamaya çalışmak toplumca dışarı itilmiştir. kötü gözle görülmüştür. çünkü ezelden beri "biz öyle görmedik" oyunu oynarız.
benim naçizane fikrim, bunun bir ihtiyaç mı yoksa alışkanlıklara dayalı bir toplumsal dayatma mı olup olmadığını çözmek. yani bir yaratıcıya olan inancın varlığı bizi mutlu ediyor mu? eğer böyle bir şey olmasa gerçekten mutlu olabilir miydik? bu tarz sorular. varlığı veya yokluğu arasında bir kanıtlamaya girmek beyhude. ben burada ne kadar olmadığını anlatmaya çalışsam, olduğuna inanan da bana o kadar anlatmaya girişecek. yani ortada bir dayatma söz konusu. nedir bu? düşünceyi yıkma isteği, yerine kendi düşüncenin doğruluğunu savunan argümanları koyup yabancı bilgiyi def etme isteği.
biraz romantizmi ve muhafazakarlığı bırakacak olursak olay çok farklı boyutlara gidiyor mesela. sürekli mucizelerden filan bahsedilir veyahut hikayelerde bahsi geçen şeyler vardır. o zamanki hikayelerin yüz hatta bin kat daha fenaları hatta kitlesel biçimde katliamlar şeklinde meydana gelmiş. bir şey olmuş mu? olmamış mesela. geçtiğimiz yüzyıl bu olaylara gebe. en basitinden bunu örnek gösterebiliriz. bunu peygamberler düzeyinde konuşma konusu yaptıktan sonra durum çok daha kötü yerlere gidiyor. bu nedenle inanç meselelerini veya yaratıcının varlığının tartışmasını veya muhakemesini yaparken çok dikkat edilmeli. en azından bir dinler tarihi ve felsefenin iyi bir şekilde özümsenmesi şart. benim dinler tarihim eksik açıkçası. ortaya bir argüman sunduğumda bir teolog çıkıp, bir de şu açıdan bak dediğinde ortada kalabilme ihtimalim var. çünkü bende inanmak istiyorum. ve asıl mesele de budur.