atilla Atalay'ın içinde "seslerim", "yaşar baba", "geliş gidiş", "öpücük balığı" ve "fabrıga" isminde 5 kısa öyküsünün de yer aldığı (fabrıga yazarın öz yaşamından uyarlamadır) kitaba ismini veren karakter.
sıdıka ile ilgili ne yazsam diye epey düşündüm. ne yazsam az kalacak, neresinden alıntılasam geriye kalan kısma haksızlık olacak. öyle bir kitap bu. okurken bir sayfada kahkahalarla gülerken, hemen öbür sayfada gözlerin doluveriyor. o sayfayı da çevirince bir bakmışsın bütün dünyanın dengesiz terazisinin yükleriyle dolmuşsun. her anlamda özgürken, küçücük odasında küçücük defteri ve bir kaleminden başka hiçbir şeyi olmayan Sıdıka kadar olamamışsın. ıslıkla bir türkü çalmayı bile beceremiyorsun mesela...
dizisi de güzeldi elbette; ama kitabın kendisine ulaşıp okuduğunuz zaman ne anlatmak istediğimi daha iyi anlarsınız. minnacık bir kitap bu kadar sarsıcı olabilir mi? bir ev kızının gözünden bütün dünya elekten geçirilebilir mi? bir insan bir kitabın içinden çıkıp gelip karşındaki koltuğa oturup seninle konuşabilir mi? olmuş işte.
Sıdıka'nın günlüğünden:
"sevgili günlük, bugün sana zlata'nın günlüğü'ndekiler kadar acıklı ve tuhaf bi olay yazmak durumundayım. bugün yine babamdan dayak yedim. hem de mazhar fuat özkan yüzünden. aslında yekta Güngör özden yüzünden yedim. annem adamcağızın ismini yanlış fitnelemiş de... düzeltmeye kalkışmadım. iş iyice karışabilir; mazhar, fuat, özkan, yekta, Güngör ve özden olmak üzere altı kişilik dayak yiyebilirdim..."
ben bunu alıntıladım; ama dediğim gibi geri kalan her bölüm her sıdıka hikayesi burada paylaşmak, benimle aynı hisleri yaşamanızı sağlamak istediğim kadar özel...
bir de rahmetli engin Bilginer'in sıdıka için yazdığı o muhteşem köşe yazısının giriş kısmı:
"hep onu düşünüyorum. köyün tepelik bir yerinden denize bakarak hep onu düşlüyorum. sıdıka şimdi burada olsa diyorum. Sıdıka'ya duyduğum aşk, sanki Aksaray'ın en büyük yangını.
onu tanıdığım bütün diğer kadınlardan ayrı tutuyorum. onun gibi kadınların da var olabileceğini düşünmek beni yaman heyecanlandırıyor. kimseleri sevemez oldum, telefonlardan kaçar oldum. güneşin parıltısı, denizin mavisi, ağaçların gölgesi artık beni ilgilendirmiyor. hani neredeyse bu güzelim yerleri bırakıp yeniden istanbul'a, o ürkütücü kaosa geri döneceğim. varsa yoksa sıdıka!"
ya. Sıdıka'nın aşıkları var. bedeni evde mahsur olsa da, kendi deyimiyle "el alem aya giderken kendisi cam önünde oturacak teknolojiye sahip değilken daha", yüreği tabiata, hayata; beyni öğrenmeye anlamaya apaçık olduğu için...