muhafazakar toplumlarda, evlenme, bir an önce çoluk çocuğa karışma, hayatı bir düzene sokma, her zaman toplumun bireyden beklentilerinde üst sırlarda yer almıştır. dayatmacı yapı, toplumsal değerler, gelenek görenekler, hatta bu örnekteki gibi devlet politikaları insanlara evlenip üremeyi özendirmiş, toplumun büyük çoğunluğunu insan hayatının en büyük amacı evlenip çocuk yapmakmış gibi bir yanılgıya sürüklemiştir. evlilik olgusu, hep başarılması gereken bir görev gibi küçük yaşlardan itibaren kafamızda olgunlaşmaya başlar. bu görev gerçekleştirilemediğinde, toplumun beklentisi de karşılanamamış olur, bu durum, bireyin hep eksikmiş gibi bir duyguya sürüklenmesine neden olur. iktidar sahiplerinin evliliği bu şekilde değerlendirip, aslında bireyin sadece kendisini alakadar eden böyle özel bir konuya müdahil olma gereğini kendilerinde görmelerini anlamak çok zor olmasa gerek.. insanları standardize edip belirli kalıplara sokmanın en iyi yolu, onlara başka işlerle uğraşamayacakları, belirli sınırların dışına çıkamayacakları düzenli standart bir hayat sunmaktan geçer. evlilik. onların işine gelen budur. evlenen insanların artık farklı sorumlulukları, daha farklı ilgileri olacaktır, artık kendinden başka sorumlu oldukları biri-birileri daha vardır hayatlarında. mesela, memleket meselelerinden daha önemli şeyler vardır onlar için. dinin de reddettiği şekilde, yalnız yaşayanlar gibi "ahlaksızlık, itlik, serserilik" peşinde de koşamazlar. "evlenirken çok seçici olmayın". bu sözlerin arkasında bir felsefe vardır, halka uymaları gereken bir yaşam tarzı dayatılmaktadır. insanların hayatlarını birleştirin, onlar birbirine benzeyecektir. birbirine benzeyen insanlara hükmetmek çok daha kolaydır. başbakan böyle düşünmektedir. yalnız yaşayan insanları potansiyel tehlike olarak gören birinin her fırsatta toplum mühendisliği yapmasına, "kızlı erkekli evlerde kalıyorlar", "en az üç çocuk", "evlenirken seçici olmayın" gibi söylemlerine şaşırmamalı.