Lyotarda göre en gelişmiş ülkelerde 19.yydan beri bilim, sanat ve kültür alanında önemli değişimler gerçekleşmekteydi. Bu değişim içinde postmodern durum olarak tanımladığı durum ortaya çıkmaktadır. Lyotard postmodern durumu anlatırken bilginin konumunu işlevini ve süreçlerini ele almaktaydı.
Gelinen noktada bilim ve devletin kendisini meşru kılmak için üst anlatılara başvurduğunu bunun modernlik olarak addedildiğini ancak toplum içinde bu üst anlatıların şüphe uyandırdığını söylemektedir. Toplumun yararına olarak görülen üst anlatılar, bilgi ve bilim üzerinde yerini meşrulaştırır. Bir üst anlatı, bilim ve toplum için kabul görülür bir hedef belirler, o hedef bir amaca dönüşür. Postmodernizmin siyasal anlamı ise totaliterliğe karşı çıkıştır. Totaliterlik, modernizmin bir yansıması olarak ortaya çıkmıştır. Modernizm, bilimin kendi kurallarını koyarken bir üst anlatıyla pekiştirilerek meşrulaştırılmıştır. Bu üst anlatıların en önemli iki tanesi, bilginin bizatihi kendisi için istendiği ve üretildiği anlatısıyla, bilginin insanın özgünleşimi için meydana getirildiği üst anlatısıdır. Postmodern durum ise bunun tam tersini söylemekte; üst anlatıların yerini küçük söylemler almalı ve çoğulcu olunmalıdır.
Bütünleştirici üst anlatılar spekülatif veya özgürleştirici olsa bile bilginin meşru hale getirilmesi büyük bir anlatıya, bir üst anlatıya dayandırılamaz. Bu noktada postmodern durum, üst anlatıların kültürel gelişim süreçleri içerisinde doğruluğunu yitirdiğini gösterir. Endüstri sonrası toplumlar, bilgi teknolojisinin üst düzey kullanıldığı bir üretim tarzına dayanmaktadır.
oluşan postmodern kültür, belirlenimci olan tüm düşüncelere, tarih felsefelerine(hegel, marks) karşı kuşkulu bir tutum sergilemektedir. Başka bir deyişle, Lyotardın ifade ettiği postmoder¬nizmde, belli bir tarihsel geleceği iyi ya da kötü diye tanımlayan değerlerin evrensel geçerliliği ile ilgili olarak bile, mutlak bir kuşkuculuk söz konusudur.
Lyotarda göre , modernizmin, tinin diyalektiğinin veya marksçılığın önerdiği gibi tek bir hakikat, salt bir akıl, evrensel bir yaşam konumu olduğuna inanmak ve bunu teorik kanıtlarını ortaya koyabilmek mümkün değildir.
Lyotard ortaya ölçme ve karşılaştırma adı altında adalet ve hakikatin birbiriyle karşılaştırılıp indirgenemeyeceğini söyler. Bu noktada bilginin konumu ve meşruiyeti sorunu ortaya çıkmaktadır. Bilginin gerçeği ele geçirmenin ve özgürleşmenin bir yolu olarak sunulan büyük anlatılara duyulan inancın bir motivasyon kaynağı olduğunu ve bunun yokluğunda ne olacağı sorusunu sorar. Bilgi, gerçeğe ulaşmaktan ayrıldıktan sonra bilgi sadece üretim için vardır. Sahip olabilmek için üretim. Üretime sahip olabilmek için bilgilenme. Bilgi, burada bir araca dönüştürülmüştür. Bilgi artık kendisi içinde bir amaç olmaktan çıkmıştır. Alınıp satılan bir meta haline gelmiştir ve sadece bunun için üretilmektedir.
daha sonra bilginin ölçülmesinde yeterlilik probleminin olduğunu söyleyen bu değerli, biraz muhafazakar ağabeyimiz; yelpazesini önce wittgeinstein'ın "dil oyunları"ndan yola çıkar. daha sonra bunları bilgileri ayıklar. bunların üzerinden çok güzel bir biçimde sanayi devrimine göndermeler yapar:
"Sanayi devrimiyle birlikte bilim, sermayenin üretim gücü haline gelmiştir. Makineler işçinin artı değer üretimini artan performansları ile fazlasıyla yerine getirir. "
Burada bu amcamız çok güzel bir noktaya değiniyor. Sonuçta işçinin uyuması lazım, ayrıca bu iş gücünün sürekli yenilenmesi gerekiyor. Yani aile kurması, onları beslemesi, çocuklarınında işçi olması vs. ama makinenin yıllık izni filan yok mesela. Yorulmuyorda..siz hiç doğum izni alan matbaa gördünüz mü? diye sormak lazım. Neyse. Cıvıtmıyorum. Makinelerin artı değeri daha fazla. Sonuçta hatasız bir üretim potansiyeline sahip. Bu noktada maliyetinden fazla bir artı değer bırakıyor sahiplerine.