Vaktiyle evdeki duvar kâğıtlarının değiştirilmesinden, kitap raflarının artırılıp sağlamlaştırılmasına ve su damlatıp duran mutfak musluğu contasının tazelenmesine kadar, her işimize koşan bir Necdet Usta vardı.
* * *
Necdet Usta, her gittiği evde kendisine öğle yemeği için, ayaküstü hemen yumurta kırılmasından da usanmıştı, makarna haşlanmasından da.
O nedenle de kendisine:
- Karnın acıktı mı Necdet Usta, diye sorulduğunda:
- Aman, derdi; sakın yumurta kırmaya, yahut makarna haşlamaya kalkmayın, her ikisinden de gına geldi; ne olsa yerim ben.
* * *
Bendenizin çocukluğunda da, evde 3 lira aylıkla boğaz tokluğuna hizmetçi olarak çalıştırılan kimsesiz kenar mahalle kadınlarının, bardak çanak kırmasına sinirlenen annem:
- Gına geldi, derdi; sakarlığından şu kadının, evde kırılmadık bir şey kalmadı.
* * *
Enver Paşa dönemlerinden bu yana, sürekli hamasetçilik davulu çalan ve ekonomik bir şeffaflıkla, yüzlerce yıldan bu yana süregelen bir yoksulluğun temellerine inmeyi de yasaklayan politikalardan; kimlere gına geldiğini kestiremesem de, yeni "uzay çağı"nın eski bayat ezberlerden hiç hoşlanmadığını sezinliyor gibiyim.
Öyle ki, reklamlarda bile:
- Tek değişmeyen şey değişimdir, saptaması şıngırdayıp durmakta.
* * *
Mehmet Akif'in ünlü bir dörtlüğü var:
Geçmişten adam hisse alırmış, ne masal şey;
Kaç yüz senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar,
Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?
* * *
"Tarih", sadece politik planda "yönetenlerin" üstüne odaklandığında, tekrar edip duruyormuş gibi görünür.
Ama "fizik tarihi", "tıp tarihi", "sanat tarihi" ele alındığında; bambaşka değişimlerin parabolleri çıkar ortaya.
* * *
Bilgi Üniversitesi'nin kurucularından Oğuz Erözen'in, Silahtarağa'da gerçekleştirmeye başladığı -muhteşem mi muhteşem- "Santral istanbul Projesi"nin, hızlı bir tempoyla nasıl somutlaştığını izlediğinizde; "politika tarihi" dışında, ne fizik, ne de sanat dehalarının "tekrara" düştüğünü görüyorsunuz.
* * *
Oğuz, neredeyse 20. yüzyılın başından 25 yıl öncesine kadar istanbul'un elektriğini sağlayan "Silahtarağa Elektrik Santralı"nı; dev dinamoları, kontrol salonları ve tüm ayrıntılarıyla kendi özel mekânında, bir müzeye çevirmiş.
Gidip afal afal bakıyorsunuz eski tramvayları yürüten, evlerle sokakları aydınlatan, asansörleri, buzdolaplarını çalıştıran enerjinin nerelerden kaynaklandığına.
* * *
istanbul'un elektriğini sağlayan mahut dev santralın hemen kıyısında, bir de "Enerji Müzesi" var.
Gerek "mıknatıslanma"larda, gerek "optik"te, gerek "akıma kapılmakta" enerji yasalarının nasıl çalıştığını gösteren, teknik oyuncaklarla donatılmış bir "Enerji Müzesi"...
* * *
Şöyle bir uğrayıp, oyna oyna dur o oyuncaklarla ve oynarken öğren, öğrenirken oyna...
Okullarda anlamadan ders ezberlemenin çok ötesinde, eğlenceli bir öğreti müzesi...
* * *
Elektrik enerjisiyle fizik yasalarının canlandırılmış olduğu dünyanın yanında; bir de yepyeni bir resim ve heykel anlayışının füzelendiği sanat salonları var.
* * *
Eğer basmakalıbı aşan bir zekâ taşmasıyla, görünmeyen bir çift ikiz ayna ortasına oturtulmuş 2 karışlık bir çim alanı, -sağına soluna baktıkça- sonsuzlaştırabiliyor ve üstüne de "parsellenmiş bir arazi" yazıyorsanız; siz de katılabilirsiniz yeni tür bir sanat yaratıcılığının müminleri arasına...
* * *
Oralarda dolaşırken bendenizin de aklına, mütevazı bir gösteri konusu geldi.
Kolla çevrilen eski bir kıyma makinesi ve makinenin ağzından ince uzun şeritler halinde kıyılarak çıkmış şair, ressam, müzisyen, heykelci resimleri...
* * *
Bilgi Üniversitesi'nin Fen ve Edebiyat bölümleri de, Silahtarağa'daki kampüse taşınmış.
ilhan Koman'ın hangi açıdan baksan değişik görünen, "tekne" şahyapıtının da, öyle bir kampüs bahçesine konmuş olması; eski ve yeni "yaratıcılar dünyası"nın en görkemli madalyası...
* * *
Sevgili Oğuz Erözen'i kutlamak yetmez; kendisine keşke armağan olarak politikadaki tarihsel büyüklerimizin ilk kullandıkları cüzdanlarla, son kullandıkları cüzdanları gönderebilseydik.
Eminim ki çok tadına varırdı.
* * *
içinde yaşadığımız günlerin nelere gebe olduğu, bir yıl sonra yine bugünlerde çıkmaya başlar ortaya...
* * *
Ne tür bir tahrikle, ne menem tuzakların içine çekilmek istendiğimizi açıklayan yazı dostlarına hak vermemek mümkün değilse de:
Varak-ı mihr-i vefayı kim okur kim dinler