amsterdam'daki zencinin notlarında geçtiği kadarıyla bilgi probleminin önemini arttıran bir maddedir. notlar şöyle devam etmektedir:
"
o anla o kadar içiçesin ki onun ne olduğunu bilmek yerine, onu yaşamayı seçiyorsun.
***
algının kendisi ard arda akan fotoğraflardan oluşmuş bir film şeridinden ibaret. iki "algı anı"(fotoğraf karesi gibi)nın arasındaki süre normal kafayla en az durumda. ve cigarayı vurdukça aradaki süre önce açılıyor. fakat süre açıldıkça arada kalan boşluk silik bir leke gibi oluyor. ve kayıp olan karelerden sonra yepyeni bir kareyle karşılaştığınızda nerede, ne durumda, ne yapıyor, ne söylüyor olduğunuzu anlamaya çalışıyorsunuz. bu şekilde, her seferinde algı sürecinin kendisi yeniden, sıfırdan başlıyor. "kendimi yerde yatıyor vaziyette buldum" gibi saçma bir söz kalıbı da muhtemelen böyle bir kafadaki insanın dilimize kazandırdığı birşey.
***
hayalgücü aklın iplerinden sıyrılıp süzülüyor. hatırladığın her an sanki o anın sesiyle, kokusuyla, sanki gün ışınının tüm tonlarıyla birlikte geliyor. algıyı izleyen başka bir iç benliğin gözünün önünde oluyor herşey.
biri size "kuş" dese, aklınızın yapacağı teş şey sizi bir kuş imgesine (ideasına) yönlendirmektir. "kuş"u diğer varlıklardan ayırt eden ideaların birlikte durmasından fazla birşey demek değildi bu. bu kuşun sadece belirsiz bir renkte, genişlikte, kokuda kanatları, pençesi ve belki gagası vardır. fakat hayalgücünün yapacağı sizi "kuş" sözcüğünü duyduğunuzda tam bir kuşla başbaşa bırakmaktır. tüylerinin pis kokusuyla, pençelerindeki çamur ve sivri tırnağın batma hisiyle, uçarken yüzünüze fırlattığı tüyün yüzünüze değdiği zamanki yumuşak ve gıdıklayıcı dokunuşu ile, sesiyle. herşey, o anı oluşturan algı parçacıklarını geri çağıracak şekilde düzenlenmiştir. ve sonuçta hayalgücünün size sunacağı, kanlı canlı bir kuştur, belli bir kuş. bu kuşu hayal etmek ne kadar zordur... oysa şu anki gerçeklik algısı onu yeniden yaşamayı mümkün kılıyor."