bir roman uyarlaması olarak 87 yılının şartları, sansür,askeri rejimden yeni kurtulunmuşluğun verdiği ürkeklik hali ve nereye gideceğini henüz kestirememiş türk sineması göz önüne alındığında yeterince iyi bir sinema filmi. roman ise kanaatimce filmin de birkaç tık üzerinde. rus edebiyatından etkilenilmiş diyenler var. ama bu filmde rus romanları gibi kalabalık, bir görünüp bir kaybolan her biri cakayla hayat dersi veren boyar ve mujikler yok. maupassant'ın katı gerçekçiliği, sonradan demirkubuz ve ustaoğlu'nun hatta kısmen nb ceylan'ın da değineceği kasaba sıkıntısı, yabancılaşma, her taşın altında iğrenç bir kurbağa gibi gizlenen üçüncü sayfa haberi misali hayatlar. nereden bakarsanız yusuf atılgan'ın kitabını oradan görürsünüz. natüralizm denir, bilinç akış tekniği var denip joyce ile mukayese edilebilir. ancak bence atılgan, kendi romanını yazmış ve müthiş bir üslupla bunu gerçekleştirmiş. 50'li yıllarda gündüz ırgatların başında ürün devşiren gece ise fransızca roman çevirisi yapan bu adam bana hep düşündüğüm şeyi bir kez daha dedirtti. o titrek gece lambası ışığında yalnız yaşayan ne cevherler var ve o beyinler neler neler üretiyorlar. filmde unutamadığım ve etkilendiğim bir sahne var ki çoğu kişi belki üstünde durmamıştır bile. muhtemelen nazilli veya başka bir ege beldesi olan mekanda pazar açılırken esnaf, köylü kadın ve erkekler hoparlörden yaptırılan bereket duasına el açıyorlar. zebercet de o sırada tabiri caizse duaya yakalanıyor. elini belli belirsiz kaldırıp sonra sessiz bir öfke ve tiksinme duygusuyla ceketinin yenine sürerek indiriyor. haneke'ye de yakışırdı ama ömer kavur çok güzel vermiş o yabancılaşma halini..