Rüveyda
fezayı bağlayarak yorgun kanatlarına
bir güvercin uçurup kıtalar arasından
çağırdın beni
geçerek birer birer sürgün kanyonlarını
derbeder koşup geldim ışıldayan tahtına
yarım koyup bir bardak kurşun rengi çayımı
yıkarak yalnızlığa kurduğum sarayımı
yetim çığlıklarımı duyurmak üzere sana
koşup geldim;iliştir beni memnu bahtına
adını söylemek istemiyorum
her hecesi amansız bir kor dudaklarımda
her harfine yıllardır şimşeklerle yarıştım
zindanlara karıştım,ölümlerle tanıştım
adını söylemek istemiyorum
Rüveyda dediğim zaman
anla ki,senin için yürüyor kelimeler
çığlığımın atardamarlarından
hangi yıldızdır bilmem,gözlerin
kayar da üzerime Rüveyda
önce bir tuhaf deprem yayılır bedenime
sonra açılır önümde ıstırap vadileri
silik renkleriyle adımlarıma
çözülmeye yüz tutan bir mazi mühürlenir
hayalin bittiği menfeze doğru
alaca bir at koşar içimde
zamansız,mekansız nefese doğru
uslanmaz bir yürek taşıdığıma dair
yaygın bir kanaat dolaşır aynalarda
oysa Rüveyda
baştanbaşa benkevser akan,gül kokan bir kalbin filiziyim
kitaolara sürdüğüm kapkara lekelerden
bir anlatsam nasıl utandığımı
bir doğrulsam eğildiğim yerlerden
ağarır tanyeri nilüferlerin
alaca bir at koşar içimde
ezer toynakları ile anılarımı
sular köpürmemeliydi Rüveyda
kırılmamalıydı islak dalları hasret selvilerinin
ben zehire alışkınım şerbete değil
rüyalar nefret eder avare duruşumdan
kabuslar çeker ancak derdimi yeryüzünde
sen günboyu simsiyah bir ufukla beraber
ben her gece bir mehdi türküsüyle çilekeş
yargıamak için zeval kayıtlarını inkılab bekliyorum
hangi umut çiçeğidir bilmem,ellerin
uzanır da gönlüme Rüveyda
derinden bir ok saplanır bağrıma
beynimi çağıran bir sese doğru
alaca bir at koşar içimde
zamansız,mekansız nefese doğru
varlığın cinayettir memleketimde işlenen
akıtır kanını en asil pehlivanların
yokluğun sükunettir kuşatır evrenimi
varlığın ve yokluğun ölümüdür baharın
artık eskisi gibi bakamıyorsun
göklerinde bir belkıs otururdu Rüveyda
binlerce gökkuşağı olurdu kirpiklerin
güneş bir ane gibi dururdu baş ucunda
artık dokunamıyorkakülün bulutlara
karalara bürünmüş saçlarında dolunay
ben bu kadar zulme layık mıyım Rüveyda
hangi ressamı vurur bilmem ,endamın
sarar da benliğimi
ben beni tanımam kaldırımlarda
kafesleri yutan kafese doğru
alaca bir at koşar içimde
zamansız,mekansız nefese doğru
kırmızı bir kurdele bağlayarak alnına
duydun mu orkideye dua eden birini
bu ısmarlama yüzler yok mu Rüveyda
bu yapmacık bebekler
gözyaşıakıtırken gülenler yok mu
beni kahrediyor geceler boyu
hangi çağın gelişidir bilmem gülüşün
soluk bir dünyanın mezarına gömerek gurbetlerimi
kapadı karanlığa yesrib kapılarını
meydan okuyuşun çağın ordularına
bilmem hangi mevsimin başlangıcıdır
doruklardan öte hevese doğru
alaca bir at koşar içimde
zamansız,mekansız nefese doğru
yasını tutuyorum kararttığım düşlerin
yıpranmış divaneler gibiyim sokaklarda
amansız bir ütopya üfleyen pencereler
lif lif yoluyor dram seyyahı bedenimi
önümde,haksızlığın hesaba çekildiği
hiç kimsenin kimseyi tanımadığı mahşer
arkamda, kare kare ömrümü belırleyen
hatırladıkça yanıp tutuştuğum resimler
söyle nasıl aşarım pişmanlık dağlarını
yeniden bir nil olup taşar mıyım çöllere
kim giydirir başıma tacını nihayetin
kim takar bileğime hürriyet künyesini
karada balık gibi nasıl yaşarım , söyle
rüveyda ,seziyorum;tahmmülün kalmadı
ama dur, boşaltayım bütün çığlıklarımı
asırlardır köhne barınaklarda
küflenen, çürüyen çığlıklarımı
at vuruldu , içim paramparça Rüveyda
gülgelerin ardına sakladım kusurumu
sen orda kayıtsızca gülümsüyor gibisin
benburda damla damla eriyip akıyorum
yine de çiğneteme kimseye gururumu
istenmediğim yeri sessizce terkederim
hatıra kalsın diye bırakır da ruhumu
mahzun bir derviş gibi boyun bükrer
giderim
NURULLAH GENÇ
aşk ancak bu kadar naif ve temiz anlatılabilir sanırım...