yazarların hikaye denemeleri

entry28 galeri
    18.
  1. Uyandım. Çarşaf soğuktu. Üstüm açılmıştı. Parfüm kokuyordu oda. Demek hazırlanıp çıkmış çoktan. Uyandırmamış. Dün sabah da böyle yapmıştı, sanki sabahları bana tahammül edemiyordu, ya da komple bana tahammül edemiyordu. Dün akşam masaya oturmamıştı mesela, işte yediğini söyleyip içeriye geçmişti. Gününün nasıl olduğunu sormuştum, aynı demişti bana, aynı.
    Keyfim kaçtı böyle olunca, kahvaltı falan hazırlamadan çıktım ben de. Arabayı çalıştırdım, bir yandan da düşünüyorum, oysa ben onu bırakırdım arabayla, ne gereği vardı sabahın köründe çıkıp tek başına gitmenin?
    Saat 8.30’u gösteriyor. Ofisine çoktan varmış olmalı. Tezgahta kirli bardak yoktu ben çıkarken, demek kahvesini bile içmeden çıkmış. Kahveyi yudumladığını canlandırıyorum gözümde, dudaklarının iç kısmındaki rujun fincana bulaştığını, ikinci ve sonraki yudumlayışlarında bu kırmızılığın farkına varmayışını, gözleri yanıyordur muhtemelen ekran başında, aklına gelmez onun hemen takmaz gözlüğünü, ve bir yudum daha aldı kahvesinden, ağzında oyalıyor, tadına varabilmek için.
    “Alo? Selen? Vardın mı işe canım?”
    “Vardım.”
    “Sabah toplantın mı vardı hayırdır erken çıkmışsın yine?”
    “Uyandım işte çıkayım dedim. Yürüdüm biraz.”
    “Tamam öyleyse. Öğle yemeğine doğru haberleşir miyiz?”
    “Ben seni ararım. Görüşürüz.”
    “Görüşürüz hayatım.”
    Öğle yemeklerine benimle çıkmamaya başladı şu son birkaç haftadır. Hatta sanırım kendisi de çıkmıyor. Ben de Mercan’a eşlik ediyorum genellikle. Geçen bir lokantaya götürmüştü, Selen’in hoşuna gider gibime geliyor, ama geldiği yok ki bir türlü.

    *

    “Yiyecek miyiz yemek?”
    “Yok.”
    “Tamam Selen.”
    Benim de pek yiyesim yoktu aslında. Huzursuzum. Ruh gibi dolanmaya başladık birbirimizin yanında. Özellikle de o. Mesela haftasonları gezer dururduk eskiden. Fotoğraflar çekerdik. Gerçi ben çekmezdim, onun salınım alanıydı mercekler ve yansıttıkları. Saklamak isterdi her şeyi kendine, orası ve burası ve şu gülünce gözleri çekikleşen anne, az berideki ayakları sandaletlerinden çıkan çocuk, saçlarının dibi gelmiş kız ve bebek arabaları. Hepsi ona kalmalıydı, onda. Şimdi ise hiçbir şey. Hiçbir şeyi elinde tutmak için uğraşmıyor. Her uğraş kayıp gidiveriyor ellerinden. Ben ise onun soluşunu izliyorum. Yapraklarını döküşünü. Belki öbür baharda yeniden açar diyorum, dinlenmeye ihtiyacı vardır bir kış kadar.
    “Alo, ne zaman biter işin, beni alsana eve gidesim yok.”
    Şaşırdım. “Bitti sayılır, 10 dakikaya çıkar gelirim şimdi.” dedim. O da sezdi şaşkınlığımı. Ama yansıtmadı. Belli ki kafasında bir şey var. Boş bir isteksizlik değil bu eve gitmeyişe dair.
    Merakıma hiçbir dolgu yapmadan “Bekliyorum.” deyip kapattı.
    10 dakikayı bile etmeden apar topar çıktım bindim arabaya. Bir şey mi alsaydım acaba? Kolye, toka, çiçek ıvır zıvır bunlar olmaz, düşünmedim bile. Ne alsam? Çabuk düşünmek zorundayım. Bulamıyorum. Neyse.
    Kapının önünde bekliyordu, koyu mavi, suluboya darbeleri vurmuşçasına efekt verilmiş bir elbise vardı üstünde. Perçemi gözünü kapatıyordu rüzgar estiği için. Elinde sigara yoktu. Arabaya doğru yürüdü, bindi.
    “Nasılsın bakalım?” Suratından neşe saçılıyordu. Rujunu yinelemişti.
    “iyiyim iyiyim, noldu nasıl geçti günün?” mimiklerim donmuştu ister istemez. Yine de ona pek etki etmiş gibi gözükmüyordu benim durgunluğum. Cıvıl cıvıl konuşmaya devam etti. Bir yandan şuraya sap buradan dön deyip duruyordu. Nereye gittiğimizi kestiremedim. Köprüdeydik. Durdurttu arabayı bana.
    “Burası.” dedi.
    “Ne burası?”
    “Buraya gelmek istedim işte.”
    “Köprüye?”
    “Evet.”

    *

    Uyandım. Sırtı bana dönüktü, uyuyordu. Saçlarını öptüm, karanfil kokuyordu. Siyah ve yumuşaktı.
    “Selencim hadi kalkalım.”
    “Gitmeyeceğim bugün.”
    “Neden noldu?”
    “Bilmem, istemiyorum işte. Sen git. Akşama görüşürüz.”
    “Tamam canım.” Uzanıp alnına bir öpücük kondurdum. Yüzünün tek tarafıyla gülümseyerek cevap verdi. Tek gamzesi çıkmıştı ortaya.

    *

    işten erken çıkıp eve vardım, anahtarı soktuğumda fark ettim ki kapı kitliydi. içeri girip ışıkları yaktım. Çantamı salondaki koltuğa bıraktım, banyoya yöneldim ellerimi ve yüzümü yıkadım, yatak odasına geçtim soyunmak için. Yatak topluydu. Ancak yatağın üzerinde bir iç çamaşırı vardı. Kadın çamaşırı. Lacivertli pembeli. Ve üzerine öylece bırakılmış bir kağıt.

    “Yatağın altında buldum. Tozlanmıştı ama ziyan olmasın diye atmadım. Yıkadım, ütüledim, bir daha giyer nasılsa geldiğinde. Sahi bir daha ne zaman gelirdi acaba? Ben işteyken mi? Yoksa benim yurtdışı toplantılarımı mı beklerdi yine? Ve seni aradığımda nefes nefese telefonu açtığında, spordaydım hayatım mı derdin yine mesela? Neyse selamımı söylersin.
    Hayırlı olsun.
    Hoşça kal.”
    0 ...