Yaşıyorduk. En azından yaşamaya çalışıyorduk. Toplumun ve içinde bulunduğumuz coğrafyanın bize bahşettiği kalıtsal niteliklerle. Her gün yüzümüzde farklı bir maske vardı ve bundan rahatsız değildik. Günler geçtikçe hayatımızdaki geçici şeyleri, kalıcı şeylere tercih ediyorduk. Ve sonunda büyük hezimet. Yine kaybediyorduk. Kaybettik. Harcadılar bizi. Yargısız infaz. Ve kurşunladılar. Güldük, ağladılar. Ağladık, güldüler.
Hayatta kalmak önemliydi. Hayatta kalma gayesiyle her gün tekrarlanan bir takım ritüellere kurban gittik. Hayallerimizi kurşunladılar. Hiçbirimiz istediğimiz insanlar olamadık. Engellendik, engellediler. Farklı olmaya çalıştık. Dışladılar, hor gördüler. Dominonun herhangi bir taşı olduk veya ne derseniz, duvarda bir tuğla işte. Basitleştik, basitleştirdiler bizi. Farklı bedenlere aynı ruhu üflediler. Mücadele etmedik mi? Ettik fakat yetmiyordu. Her defasında kendimizi parçaladık. Özgür olmak için. Birbirinden bağımsız bireyler olmak için parçalandık. Bizi heba ettiler sonra bir yığın haline getirdiler. Düşünemedik. Düşünmemize izin vermediler. Küçüktük, onlar da iyi küçümsediler.
Artık yokuz. Hayallerimizi, düşüncelerimizi, irademizi ve özgürlüğümüzü yiyerek mutlu oldular. Huzurlu oldular. Mutluluk yok. Yalan da olsa mutluluktan bir iz bile yok. Hepimiz bir sahnede, bir kubbenin altında aynı role bürünmüş oyunculardan ibaretiz. Perde kapanana dek.