vakti zamanında küçük bir kız çocuğu varmış.
bu kız çocuğu diğer çocuklardan farklı olarak, onlar bez bebekleriyle oynarlarken,
önündeki haritayı açar, gideceği yerleri hayal edermiş.
parmağını koyduğu yerde olur, parmağını bir süre tutarmış seçtiği kara parçasının üzerinde.
sonra denize koyarmış,
sonra yeşillere, sonra mavilere ve pembelere...
parmağı gezdikçe haritayı, ruhu da gezinip dururmuş parmağı gibi yeşillerde mavilerde.
mavi ile mavi olmuş, yeşille yeşil...
küçücük parmakları dere tepe düz gitmiş, bir yere varmış dayanmış çeşmeye, ha babam içmiş soğuk sularından.
gel zaman, git zaman büyümüş küçük kız,
kocaman bir kadın olmuş.
parmakları haritada daha kolay gider, renklerse artık biraz daha soluk görünür olmuş.
yine de vazgeçmemiş parmak seyahatinden.
yine mavilere dalmış, pembelerle boğuşmuş, yeşillerle oynaşmış...
gökyüzündeki bulutların şekillerinden neye benzediğini, bulutun nereye gittiğini değil de,
bir sonraki gün yağmurun yağıp yağmayacağını tahmin eder olmuş.
bulut yine de alınmamış, öze döner elbet demiş, herkes döner bir gün özüne...
seyyah kız, parmağını koyduğu her bir ülkeye gitmiş,
masal bu ya,
bir gün bıkmış toz pembe olmaya başlayan şeker pembelerinden,
bıkmış griye dönen fıstık yeşillerinden.
kalbi göçebe kız, durmak istemiş.
durmuş.
durduğu yerler hep, çiçek olmuş.
şarkıların en güzellerindendir ederlezi,
ruhu çingene insanların daha da bir sevdiğidir.
dinledikçe, bastığınız yerlere, topraklara bahar getirsin ayaklarınız.
selametle.