cepheli komünistler nasıl bir telaşa kapıldıysa verdiğim internet bağlantısı kaldırılmış sadece önbellek izlenerek görüntülenebiliyor. Tarih bunu da yazsın... *
mutlubaykus cepheli komünistlere internet yazısı kaldırtır. * ama yazının tamamına ön bellek üzerinden ulaşılıyor. tarihe not düşelim.
--spoiler--
"Hasta tutsaklar ölebilir bize göre cinsel sapıklığın söz hakkı daha önemlidir"
"Güler Zere'ye ve Hasta Tutsaklara Özgürlük!" mücadelesi, mütevazı bir zafer armağan etti halkın mücadelesine. Türkiye solu, bu mücadelede, birlik konusunda olumlu bir sınav verdi. Tek bir pankartın arkasında haftalarca yürüyebildik. Fakat Türkiye solunun giderek kangrenleşen zaafları, çürüyen yanları, bu olumluluğun daha uzun süre sürdürülmesine ve geliştirilmesine engel oldu.
"Meleklerin cinsiyetini tartışmak" deyimini hemen herkes duymuştur. Çok hayati sorunlar bir yanda dururken, boş tartışmalarla uğraşanlar için kullanılır. Ne yazık ki, haftalardır Hasta Tutsaklara Özgürlük için oluşturulmuş platformda böyle bir durum vardı.
Onlarca tutsak vardı ağır hasta.
Gün gün ölüme gidiyorlardı.
Fakat birileri "Hasta tutsaklara özgürlük platformu"nda bir araya gelenler, "lezbiyenlerin, eşcincellerin, biseksüellerin, transseksüellerin..." karar hakkını tartışıyorlardı. Saatlerce ve günlerce hem de.
Biliyoruz; bu satırlar, bu durum, kendine devrimciyim diyen, devrimci tutsaklara gönülden bağlı olan her devrimci tarafından kabul edilemez görülecek, bu satırları okuyan her devrimcinin yüreğinden bir öfke kabaracaktır.
Fakat işte çürüme böyle birşeydir. Çürüyen, devrimcilerin kaygılarını, öfkelerini, coşkularını paylaşamaz artık. Onun başka "dertleri" vardır.
Tartışmanın özü, kendilerine "LGBTT" adını veren bir cinsel sapkınlık grubunun devrimcilere dayatılmasıydı. Bu grup, Güler Zere'ye ve hasta tutsaklara özgürlük eylemlerine katılan bir gruptu. Güler Zere ve tüm hasta tutsaklar için için halkın tüm kesimlerini birleştirme perspektifiyle hareket ettik. Bu çerçevede de söz konusu grubun katılımına da özel bir itirazımız olmadı. Ancak bu grup, "karar alma mekanizması"nda yer almak istediğinde buna itiraz ettik. Çünkü eşcinselliği, bir cinsel sapkınlığı böyle bir platform içinde meşrulaştıramazdık. Kuşkusuz bu sorun ekonomik, siyasal, ahlaki, kültürel boyutlarıyla ayrıca ele alınabilir; ama tavrımızın anlaşılması açısından kısaca belirtelim.
Eşcinsellik bir cinsel sapkınlık ve hastalıktır. Kapitalizm, cinselliği, aşkı sadece bir haz duygusuna indirgemiş ve bunu teşvik ederek sapkınlığı kanıksattırıp yaygınlaştırmaktadır. Bu sorun, kapitalizmin insanı kendisine, doğaya ve değerlerine yabancılaştırmasının ürünlerinden biridir. Bu, alkışlanacak, meşrulaştırılacak bir şey değildir; kişisel bazda tedavi edilmeli, ama daha önemlisi, ekonomik, sosyal, kültürel koşulların değişmesiyle, eşcinselliğe ve benzeri sapkınlıklara zemin hazırlayan koşullar yok edilmelidir.
Bunun ötesinde, devrimciler elbette, kapitalizmin ezdiği kullandığı tüm kesimler gibi, eşcinsellerin ezilmesine, kullanılmasını da karşı çıkar. ikincisi, bu kesimler eğer, anti-emperyalist, anti-kapitalist mücadeleye katılmak isterlerse, buna engel olmaz. Ama burada esas olan, karşımıza cinsel kimlikleriyle değil, siyasi nitelikleriyle çıkmalarıdır.
Hasta tutsaklar platformunda, bu sapkınlık kimliği dayatılmıştır ve devrimciler de bu dayatmaya prim vermemiştir. Ve ilginçtir, bu noktada LGBTT'den çok, birazdan adlarını sayacağımız siyasi hareketler ve gruplar, dayatmayı sürdürüp, platformu dağıtmayı hedefleyen bir bozgunculuğa dönüştürdüler.
Çürüme fışkırıyordu adeta solun çeşitli kesimlerinden.
Hasta tutsakları zulmün elinden çekip almak için tartışmak, mücadeleyi geliştirmek, buna yoğunlaşmak yerine nerdeyse her toplantı bu tartışmaları yaptılar.
"Devrim" yapma iddiasıyla kurulduğunu söyleyen, lafta kendilerine olmadık misyonlar biçen siyasi hareketler, partiler, çevreler, sözü edilen cinsel sapkınlığı karar alma mekanizmasına kabul etmediğimiz gerekçesiyle birer birer ayrıldılar platformdan.
Neden gittiler?
Nereden gittiler?
Platform, hasta tutsaklar için oluşturulmasına karşılık, birgün olsun hasta tutsaklar için neler yapılabileceğini tartışmayanlar, platformu eşcinsellerin haklarının tartışıldığı bir tartışma kulübüne çevirme sorumsuzluğunu sergilediler.
Bu sorumsuzluğa ve çürümeye prim vermeyeceğimizi gördükleri andan itibaren, bu konuyu, zaten artık sürdüremedikleri, bir iki kişiyle bile katılabilecek mecali gösteremedikleri platformdan ayrılma bahanesi yaptılar.
EHP (Emekçi Hareket Partisi), 8 Aralık'ta yapılan toplantıda "LGBTT' nin söz hakkının olmadığı yerde kendilerinin de söz haklarından feragat edeceklerini ve destekleyen kurum olacaklarını ..." açıklayarak platformdan ayrıldı.
EHP, bu tartışmayı haftalarca platformun gündemine taşıyan konumundaydı. Adeta platformda sapkınlığın avukatlığını üstlenmişti.
Çarpıklık ve çürüme öylesine boyutlara ulaşmıştır ki, hasta tutsakların özgürlüğü için kararlar alan bu platformda, EHP temsilcisi kendi "cinsel kimliğini" açıklamayı normal görüyordu. Türkiye solunda siyasi hareketlerin oluşturduğu bir platformda sanırız ilk kez böyle bir şey oluyordu, çürüme gemi azıya almıştı çünkü.
Bu, devrimciliğin bittiği, sorumsuzluğun, çürümenin kendi çürümüşlüğünü her yana yaymaya kalkıştığı noktadır. Ölümle yarışan, bir kısmı ağır kanser hastası olan hasta tutsaklar, "Cinsel kimliği"yle platformu meşgul eden EHP'nin umurunda bile değildi. Ve Türkiye solu buna izin vermeyecektir.
Aynı toplantıda SFK (Sosyalist Feminist Kollektif) "bunun cinsiyet ayrımcılığı" olduğunu ileri sürerek platformdan çekildi.
Bu tartışmaları takiben de, Türkiye solunda cinsel özgürlük pespayeliğini ilk dile getirenlerden olan Sosyalist Parti ve aynı anlayışın başka bir temsilcisi olan Sosyalist Demokrasi Partisi ve Amargi adlı grup, "cinsiyetçi bir tutum" ve benzeri diyerek, platformdan AYRILDIKLARINI açıkladılar. iHD istanbul Şubesi de bu eleştirilere katıldığını açıkladı. Keza EKD (Emekçi KadınlarDerneği) de bunun, (yanlış anlaşılmasın, cinsel sapkınlığın temsilcilerinin yaptıklarının değil, devrimcilerin yaptığının) "cinsiyetçilik" olduğunu ileri sürerek, "kendilerinin yeniden değerlendireceğini, bileşen olup olmamayı yeniden düşüneceklerini" açıkladı.
Sorunu "insan hakları ihlali" olarak görüp, cinsel sapkınlığı platforma dayatıp, devrimcilere "insanlık dersi" vermeye kalkışanlar, zulmün gün gün ölüme götürdüğü insanlar karşısında ise bir gram bile sorumluluk duymuyorlardı.
NEREDEN çekip gittiler? Hiçbir bahane bunu gizleyemez: Her biri ölümle yüz yüze olan tutsakları, zulmün elinden çekip almak için mücadele edilen bir platformdan ayrılmışlardır.
Peki NEDEN gittiler; onun cevabı da ortada: kapitalizmin teşvik ettiği bir sapkınlık için...
Tavırlarının anlamını şöyle özetleyebiliriz: Cinsel sapkınlığa özgürlük, hasta tutsaklara ölüm!
Özü budur.
Bu pespayeliği bir "tavır" diye, politika diye savunanlara önerimiz şudur: gidin, hapishanelerde ziyaret mahallerinde, faşizmin gün gün öldürdüğü hasta tutsakların karşısına çıkın ve deyin ki, "Cepheliler, eşcinsellerin, sapkınlıkların, yozlaşmanın karar mekanizmasında yer almasını kabul etmediği için biz sizi ölüme terkediyoruz... Siz ölün, eşcinseller özgür olsun! "
Bu ayrım, tarihe direniş destanları
armağan edenlerle, taciz tartışmalarında boğulanların ayrımıdır
Lenin, Rusya'da Çarlığın devrimci mücadeleyi ezdiği 1907-1910 yıllarını "Gericilik yılları' olarak adlandırır ve bu yılların özelliklerini şöyle tasvir eder:
"Yılgınlık, moral bozukluğu, bölünmeler, dağınıklık, döneklik. Politika yerine pornografi. Felsefi idealizme doğru artan bir eğilim görülür; karşı-devrimci ruh hallerinin kılıfı olarak mistisizm." (Sol Komünizm'in Çocukluk Hastalığı, syf:18)
Yenilgi yıllarında, dünün keskin sosyalistleri, devrim davasını bırakıp, halkın çektiği acıları unutup, legalizm bataklığına yönelip burjuvazinin kuyruğuna takılırlar.
Bir yanda "bir avuç Bolşevik" mücadeleyi geliştirmeye çalışırken, devrim iddiasını kaybedenler, hergün biraz daha çürürler.. Dine yönelme, bilimden uzaklaşma, cinsellik yaşamın köşe taşları haline gelir.
Biz de yaşadık bu tabloyu. 12 Eylül sonrasının ortaya çıkardığı ideolojik savurulma ve yozlaşma tablosu, benzer bir tabloydu.
Bugün hasta tutsaklar platformundan ayrılan SP, SDP ve benzeri başkaları, daha işte o zaman "cinsel özgürlük" adına burjuvazinin empoze ettiği sapkınlığın sözünü etmeye başladılar. Gazetelere verdikleri röportajlarda, eşi içeride tutsak olan birinin dışarıda başkalarıyla birlikte olabileceğini, bunun normal olduğunu söylemeye başlamışlardı. Platformda üst perdeden ahkam kesenler, bunlar unutuldu sanıyorlarsa, yanılıyorlar.
Daha o zamanlarda başlayan çürüme bugün kokuşma noktasındadır, platformda açığa çıkan budur.
O zaman da çürümenin başlangıcı, cunta karşısında direnememekti. Halkı cuntanın faşist saldırıları karşısında yüzüstü bırakıp kaçanlar, hapishanelerde cuntaya karşı direnemeyenler, ideolojik olarak burjuva düşüncelerine sarıldılar, legalizm bataklığını o günden büyütmeye başladılar ve o günden bugüne mücadeleden hızla uzaklaşanlar, ideolojik, ahlaki, kültürel olarak çürüdüler, halka her gün biraz daha yabancılaştılar.
Bugün cinsel sapkınlığı tartışma konusu yapıp, dayatıp, mücadeleye sırtını dönenler, bunun sonucudur.
Çürüme o hale gelmiştir ki, Türkiye solunda belki de dünya solunda ilk kez, bir siyasi harekette "cinsel taciz" nedeniyle ayrılıklar yaşandı. Devrimciler, tarihe başka ilkler armağan ederlerken, çürümeyle hesaplaşmak yerine onu meşrulaştıranlar, tarihe başka "ilk"ler sunuyorlardı. "Cinsel taciz" tartışması nedeniyle bir ayrılık yaşayan Sosyalist Demokrasi Partisi ve Sosyalist Parti, hatırlanacağı gibi, hasta tutsaklar platformundan ayrılanlardan ikisidir.
SDP ve SP, tarihe armağan ettikleri bu "ilk" üzerinde düşünüp, "biz ne yaptık, ne yapmadık ki, cinsel taciz gibi bir pespayelikten bölündük." diye muhasebe yapacaklarına, halen cinsel sapkınlığa söz hakkı tartışması yapıp, devrimcilere akıl veriyorlar.
Sorunun kendi açılarından bir ilke sorunu olduğunu söylüyorlar. Hangi ilke? Cinsel tacizleri meşrulaştırma ilkesi mi? Hangi ilke? Hasta tutsakları ölüme terketme ilkesi mi? ilke tartışması yapanların haline bir bakmak yeterlidir.
Söz konusu olan ise tüm sorumluluklarını bir kenara bırakıp, eşcinselliği tartıştırmaktır. Sözkonusu kişiler, siyasi kişilik ve kimlikleriyle o platforma ve eylemlere geldiklerinde bir sorun yoktur. Sorun, sapkın cinsel kimliğin dayatılmasındadır. O kimliğin siyasi hareketlerle aynı düzeyde karar alma mekanizmasına sokulmak istenmesindedir. Ülkemizde gerçek anlamda "kan gövdeyi götürürken", yanıbaşlarında linç saldırıları sürerken, hapishanelerde tecrit devam ederken, binlerce işçi sokağa atılıp açlığa terkedilirken ve hasta tutsaklar ölüme her gün biraz daha yaklaşırken, onlara göre bunların hiçbir önemi yoktur.
Sonuç olarak, platformu terkedenler, "hasta tutsaklar ölebilir, bize göre cinsel sapkınlığın söz hakkı daha önemlidir" demişlerdir. Onca gerekçenin örtemediği gerçek budur. Bir siyasi hareket olarak, "parti" olarak, bu ülkede devrim, iktidar iddiasında bulunanların bu aymazlığı, Türkiye solunun onur gurur değil, utanç sayfalarına yazılacaktır. Devrimci, sosyalist olma iddiasında olan kimsenin yarın savunamayacağı bir tavırdır.
Tüm bu siyasi hareketlere önerimiz şudur: eğer partilerinin, örgütlerinin adlarında belirtilen sıfatlara hala bir saygıları, bağlılıkları varsa, bu çürümenin, yozlaşmanın daha ilk unsurlarının ortaya çıkmaya başladığı andan itibaren sorgulamaya başlamalarıdır. Direnmemek çürütür. Türkiye solunda, ilk büyük çürüme, 12 Eylül karşısında direnemeyen kesimlerde ortaya çıktı. ikinci olarak, 1990'ların infazlar, kaybetmeler ortamında legalizme sığınanlar, çürümenin ikinci kesimini oluşturdular. 2000 Ekiminde başlayıp 19 Aralık katliamı sonrasında daha da keskinleşen saldırı ve direniş sürecinde direnemeyenler de, çürüme kulvarına üçüncü bir kesim olarak katılmışlardır.
Bu gidişata dur demelidir sol. Dur demenin yolu, muhasebeden, özeleştiriden, ama en başta emperyalizme ve oligarşiye karşı direniş saflarına dönmekten geçer.
Bu direniş sadece politik değil, ideolojik, kültürel, ahlaki her boyutta bir direniştir. 12 Eylül'den bu yana, sol sadece polisiye bir saldırı altında değil, çok yoğun bir ideoljik, kültürel saldırı ve kuşatma altındadır ve politik olarak direnmekle, bunlara karşı direnmek bir biriyle bir bütündür. Bunlara bütün olarak direnemeyenler, devrimci çizgide tutunamazlar.
Nitekim tutunamıyorlar.
Devrimci çizgide kalabilmek için, tek çare, her alanda, her konuda direnmektir.
Çürümenin panzehiri budur.
Sorunu "insan hakları ihlali" olarak görüp, cinsel sapkınlığı platforma dayatıp, devrimcilere "insanlık dersi" vermeye kalkışanlar, zulmün gün gün ölüme götürdüğü insanlar karşısında ise bir gram bile sorumluluk duymuyorlardı.
2010.01.03
--spoiler--