2- ibni Teymiye mülhiddir
Selefiye'yi ihyaya çalıştığı Uludağ tarafından bildirildiği için ibni Teymiyenin sapıklığını ispat etmek vacip oldu. Kitabımızın başında [Mezhep ve Mezhepsizlik maddesinde, Bazı şahıslar hakkında özet bilgi kısmında] ibni Teymiye hakkında âlimlerin söyledikleri, onu tekfir ettikleri bildirilmişti. Daha fazla vesika gereksizdir.
3- Edille-i şeriyye dörttür
Edille-i şeriyye, Kitap, Sünnet, icma ve Kıyas-ı fukaha olmak üzere dörttür. (Mecmua-i Zühdiyye, Seyf-ül Ebrar el-meslûl alel füccar)
Fakat Uludağ, Şiaya göre şer'i delilleri şöyle sıralıyor:
(Kur'an, hadis, icma, akıl. Kıyas delil değil, imamların rivayet ettikleri hadisler esastır. ictihad kapısı açıktır.) (Kelam kitabı, s. 80) Bahsin sonunda diyor ki: Caferiler sünni talakı kabul, bid'i talakı reddederler. Ehl-i kitap kadınları ile evlenmeyi caiz görmezler. Bunun dışında fıkhi konularda sünnilere benzerler. (s. 81)
Kıyası kabul etmiyor, aklı delil sayıyor, bir de sünnilerle aynı diyor. Kime yutturuyor ki?
Uludağ diyor ki: Zeydiler ictihad kapısının açık olduğuna inandıklarından aralarında müctehidler yetişmiştir. (Kelam Kitabı, s. 76)
Uludağ bunları söylemekle ictihad kapısının açık olduğu ve şer'i delilin de Şiiler gibi olması gerektiğini bildirmek istiyor. Zeydiler ictihad kapısının açık olduğuna inandıkları için müctehidler yetişmiş, ne demek bu? Biz de zeydiler gibi inanırsak müctehid yetiştiririz demek değil mi?
Bir insan imanın altı şartından beşine inansa, birine inanmasa diğer beşine de inanmamış sayılır. Bir kimse yüz tane Ehl-i sünnet kitabı tavsiye etse, bir tane de Abduh gibi mezhepsiz bir masonu tavsiye etse, bir damla idrarın bir bardak suyu kirlettiği gibi, tavsiye işi zararlı olur. Bir bardak bal şerbetini bir damla zehir, içilmez hale getirir.
4- Kıyas-ı fukahaya uymak şarttır
Kıyas hüccettir. (Seyf-ül Ebrar, Mektubat-ı Rabbani)
Herkesin bir müctehidi taklit etmesi lazımdır. (Dürer ve Gurer)
Kıyas ve ictihad dinin dört temelinden biridir. (Mektubat-ı Rabbani)
5- Akıl hüccet değildir
Akıl, peygamberlik makamındaki bilgileri anlamaktan acizdir, inanmaktan başka çare yoktur. (imam-ı Gazali, El Munkızü mined-dalal)
Her şey akıl ile anlaşılabilseydi peygamberler gönderilmezdi. (Mektubat-ı Rabbani 3/ 36)
Akıl göz gibi, din de ışık gibidir. Işıksız cisimler görülmez. Din ışığı olmadan da akıl, hakikati göremez. (Seyyid Abdülhakim Arvasi, S.Ebediyye)
6- ictihadla ilgili vesikalar
Uludağ, mezhebe ve kıyas-ı fukahaya uymanın öneminden hiç bahsetmiyor. Kuran-ı kerimde her şey açık olsaydı, hadis-i şeriflere ve ictihada (kıyas-ı fukahaya) lüzum kalmazdı. Berika kitabında buyuruluyor ki: Bizler müctehid değiliz, bize mukallid denir. Bizim gibi mukallidler için delil, fıkıh âlimlerinin ictihadlarıdır. Bir âyet-i kerime ve hadis-i şerif, bunların sözlerine uymaz görünürse, kendi anladıklarımıza değil, âlimlerin anladıklarına uymamız lazımdır. Bunlar, onları görmemiş veya görmüşler de anlayamamışlar demek caiz değildir. (s. 376)
7- itikadda hak olan Ehl-i sünnettir
Yukarıda imam-ı Matüridi ile imam-ı Eşari hazretlerinin müşterek mezheplerinin Ehl-i sünnet vel cemaat olduğu bildirilmişti. Fetavel haremeyn bi recfi nüdvetil meyn isimli eserde de, Ehl-i sünnet vel cemaatın dışında kalan her fırkanın ehl-i bidat olduğuna inanmak icmai bir farzdır deniyor.
8- Dört mezhep haktır
Tahtavi ismiyle meşhur, Hanefi âlimlerinden Ahmed bin Muhammed bin ismail, Dürr-ül-muhtar haşiyesinde (zebayıh) kısmında Dinde fırkalara ayrıldılar âyet-i kerimesini ve ümmetin 73 fırkaya ayrılacağını bildiren hadis-i şerifi zikretmekte, Kuran-ı kerimdeki Allahın ipinden maksat cemaat, cemaatın da fıkıh ve ilim sahipleri olduğu, fıkıh âlimlerinden bir karış ayrılanın dalalete düşeceği, Cehenneme gideceği, sivad-ı a'zamın fıkıh âlimlerinin yolu olduğu, Peygamber aleyhisselam ve hülefa-i raşidinin yolunun fıkıh âlimlerinin yolu olduğu, bu yoldan ayrılanların Cehenneme gideceği bildirilmektedir. Fırka-i naciyyenin, Ehl-i sünnet vel cemaat denilen fırka olduğu, Allahü teâlânın tevfîkınin bu fırkada bulunanlara, gazabının ise bu fırkadan ayrılanlara olduğu, bu fırkanın bugün dört mezhepte toplandığını, bu dört hak mezhebin ise Hanefi, Maliki, Şafii ve Hanbeli mezhepleri olduğu, bu zamanda bu dört hak mezhepten birine tâbi olmayan kimsenin bidat sahibi olup Cehenneme gideceği bildirilmektedir.
Bu vesikadan da anlaşılacağı üzere itikad mezhebi üç değil tektir, dört hak mezhepten ayrılan mezhepsizler bidat ve dalalet ehli olup Cehennemliktir. Yukarıdaki hususlar, imam-ı Münavi, Şah Veliyullah Dehlevi gibi âlimlerce de teyid edilmektedir. (Seyf-ül Ebrar)
El-Mesailül-müntehabatü fir-risaleti vel vesileti isimli eserde dört mezhepten başkasıyla amel etmek caiz değil, bunda icma hasıl olmuştur denmektedir.
El-Besair li-münkir-it-tevessüli bi-ehlil-mekabir kitabında diyor ki:
Bugün her Müslümanın dört mezhepten birinde bulunması vaciptir, dört mezhepten birinde bulunmayan, Ehl-i sünnetten ayrılmış olur, Ehl-i sünnetten ayrılan da sapık veya kâfir olur.
Sebilün-Necat an bidati Ehli zigı ved-dalale isimli eserde şöyle denmektedir:
Vehhabiler, reisleri olan ibni Teymiyenin talebesi ibn-ül Kayyim'in (i'lamil Muvakkiin) kitabında (kendisinde ictihad şartı bulunmayan kimsenin Kur'andan ve hadisten ahkam çıkarması caiz değildir. ictihad şartı bulunmayan kimsenin, mezheplerden birine uyması vaciptir ve dört mezhepten başkasına uymak caiz değildir. Çünkü diğerleri müdevven değildir) diyor.
Yusuf-i Nebhani hazretleri, Herbiri hidayet yıldızı olan Eshab-ı kiramı bile müctehid olmayanın taklit etmesi caiz değildir buyuruyor. (Huccetullahi alel âlemin)
9- Bir mezhebe uymak şarttır
Bu konuda yeterli vesika verdik. Bir de Uludağ'ın büyük âlim, büyük mutasavvuf, müceddid-i elfi sani diye övdüğü imam-ı Rabbani hazretlerinden bir vesika verelim. imam-ı Rabbani hazretleri Mebde ve mead risalesinin 28. fıkrasında diyor ki: (Mezhepten çıkmak ilhaddır.)
10- Yetmişiki bidat fırkası
Bu konuda da yeterli vesika verdik. Sadece bu konudaki hadis-i şerifi bildirelim: imam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: (Tirmizinin bildirdiği hadis-i şerifte, (Ümmetim 73 fırkaya ayrılır, 72 si Cehenneme gider, yalnız bir fırkası kurtulur. Bu fırka, benim ve Eshabımın yolunda gidenlerdir) buyuruldu. Bu fırkaya Ehl-i sünnet vel-cemaat denir. (c.2, m.67)
11- Felsefeciler kâfirdir
imam-ı Gazali hazretleri, El-Münkızu min-ed dalal isimli eserinde felsefecilerin kâfir olduğunu ispat etmiş, bilhassa bunların inanıp savundukları şu üç konuda küfre düştüklerini göstermiştir:
1-Âlem, Allah gibi ezeli ve ebedidir.
2-Allah cüz'i olan şeyleri bilmez.
3-Bedeni bir haşr yoktur.
imam-ı Gazali hazretleri, mezkur eserinde Kelam ilminin gayesi, Ehl-i sünnet itikadını bidat ehlinin teşvişinden korumak olduğunu bildirmiştir.
Hakikat bu iken, Uludağ çıkıyor, islam âlimlerini felsefeci olarak suçluyor. Mesela Kelam kitabında imam-ı Razi için Razi, kelamcı ve filozoftu diyor. Aynı sayfada hemen iftirasını yapıştırıyor: Kelamla felsefeyi birbirine kaynaştırmıştı diyor. Aynı iftira, imam-ı Beydavi için de yapılıyor. Beydavi kelamla felsefeyi ayrılması güç bir şekilde meczetmiştir diyor.
12- ibni Rüşd felsefecidir
Kelam Kitabının 36. sayfasında ibni Rüşd'ün felsefeci olduğu ve ibni Rüşd'den sonra felsefenin kelamcıların eline geçtiği bildirilmektedir.
imam-ı Gazali hazretleri El-münkızü min-ed dalal isimli eserinde ibni Sina, Farabi ve onlara uyanları tekfir etmektedir.
ibni Rüşd, ibni Sina ve Farabiye uymuş mu, uymamış mı? Uyduğu, imam-ı Gazaliyi tenkit bile ettiği sabit değil mi? imam-ı Gazali ise bunlara ve bunlara uyan herkesi tekfir ettiği bilindiğine göre artık imam-ı Gazali ibni Rüşd'ü nasıl tekfir edebilir ki demek demagojiden başka bir şey değildir.
ibni Rüşd'ün küfrü bilinirken ve hatta, islamda mürşid ve irşad faaliyeti isimli kitabında ibni Rüşd'ü islamın ilahiyatına inanmayan bir kimse olarak bildiren Uludağ, neden ibni Rüşd'ü imam-ı Gazaliye ve bize karşı müdafaa etmeye kalkmıştır? (Kelam, s.45)
13- Ehl-i kıble nedir
Uludağ, vehhabilerin ehl-i kıble olduğunu ve ehl-i kıbleyi de çok sevdiğini söylüyor. Vehhabilerin dalaletlerini ispat etmeden önce ehl-i kıblenin ne olduğunu ve vehhabileri sevmenin küfrü gerektirdiğini vesikalarla bildirelim. Bir fıkıh ve kelam âlimi olan Şihristani (Ebul Feth Muhammed bin Abdülkerim) buyuruyor ki:
Birinci vesika: imam-ı azam ve imam-ı Şafii ehl-i kıble olana kâfir denmez buyurdular. Bu sözün manası, Ehl-i kıble olan, günah işlemekle kâfir olmaz demektir. 72 fırka âlimleri ve bunlara uyanlar Ehl-i kıbledir. Fakat zaruri olan ve icma ile bildirilmiş olan din bilgilerinde ictihad caiz olmadığı için, böyle bilgilere inanmayan, sözbirliği ile kâfir olur. (Milel-nihal tercümesi s. 69)
ikinci vesika: Fıkıh, tefsir, hadis ve tasavvufta derin bir âlim olan Abdülgani Nablüsi hazretleri buyuruyor ki: Bidat sahibi olanların, yani Ehl-i sünnetten ayrılmış olan yetmişiki fırkanın hepsi Ehl-i kıble oldukları, her ibadeti yaptıkları halde adil değildirler. Çünkü ya mülhid olarak imanları gitmiştir veya bidat sahibidirler ki bu da en büyük günahtır. (Hadika s. 139)
Üçüncü vesika: ibni Abidin (Seyyid Muhammed Emin bin Ömer bin Abdülaziz) buyuruyor ki: Hadis-i şerifte (La ilahe illallah ehline kâfir demeyiniz. Bunlara kâfir diyenin kendisi kâfir olur) buyuruldu. Bu hadis-i şerifteki La ilahe illallah ehlinden maksat, Ehl-i kıble olan kimsedir. Böyle kimse icma ile ve zaruri olarak bildirilmemiş inanılacak şeylerde Ehl-i sünnetin doğru yolundan ayrılınca veya başka bir büyük günah işleyince kâfir olmaz demektir. Fakat Ehl-i sünnetten ayrılan kimse icma ile zaruri olarak öğrenilen din bilgilerinden birine inanmazsa buna Ehl-i kıble denmez, o kâfirdir. (s. 377)
Dördüncü vesika: Uludağ ve diğer selefilerce de büyük bir âlim olarak bilinen imam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Cehenneme girecekleri bildirilmiş olan 72 Bidat Fırkası, Ehl-i kıble oldukları için tekfir edilmez. Fakat bunların dinde inanması zaruri olan hususlara inanmayanları ve Ahkam-ı şeriyyeden her Müslümanın işittiği bildiği şeyleri reddedenleri kâfir olur. (Mekt. 3/ 38)
Beşinci vesika: imam-ı Sübki, imam-ı Tahavinin el Adide isimli eserinde Ehl-i kıble tekfir edilmez sözü için diyor ki: Bizim kıblemize dönerek namaz kılan herkes ehl-i kıble sayılmaz. Baksana kâfir oldukları icma ile sabit olan münafıklar da kıblemize dönüp namaz kılmaktadır. (Tabakatü'ş-Şafii)
Bu vesikalardan anlaşıldığına göre Ehl-i kıble demek, icma ile ve zaruri olarak bilinen din bilgilerinin hepsine inanan Müslüman kimse demektir. Böyle kimse sapık inanışı ile kâfir olmaz. Değil Ehl-i sünnet itikadındaki Müslümana, böyle sapık bir Müslümana dahi kâfir diyenin kendisi kâfir olur. Zaten Uludağ da, Karaman gibi, tekfiri geri tepmeli topa benzetmiştir. Sapık bir Müslümanı tekfir eden kâfir olduğuna göre, acaba mezhepsiz ibni Teymiye, Şeyh-i Ekber Arabi hazretleri gibi evliyaya kâfir demekle kendisi kâfir olmamış mıdır? Uludağ'ın kendisi de itiraf ettiği gibi vehhabiler, Ehl-i sünnet Müslümanlarına müşrik, kâfir demektedirler, acaba kendileri kâfir olmuyor mu? Bu tekfir topunun, ibni Teymiye mezhepsizine, vehhabilere ve kendilerine selefi denilen sapıklara bir zararı dokunmuyor mu? Küfre rıza küfürdür. Müslümanlara müşrik diyen vehhabileri, Ehl-i kıble diyerek sevmek imandan mı, yoksa dalaletten mi ileri gelmektedir?
Vehhabileri, Ehl-i kıble olarak yani bidat fırkalarından biri olarak kabul edelim. Bu takdirde Uludağ'ın Ehl-i kıbleyi (Bidat ehlini) sevmesinin felaketini vesikalandıralım.
Birinci vesika:
Seyyid Abdülkadir-i Geylani hazretleri, Gunyede şu hadis-i şerifi nakletmektedir:
(Bidat ehli ile güler yüzle veya onu sevindirecek bir hâl ile görüşen kimse, Allahü teâlânın Muhammed aleyhisselama indirdiğini [Kuran-ı kerimi] istihfaf etmiş olur.) [Hatib]
Bilindiği gibi Kuran-ı kerimi istihfaf etmek, hafife almak küfürdür.
ikinci vesika:
Gunyede deniyor ki:
Tasavvuf büyüklerinden Fudayl bin lyad buyuruyor ki, Bidat ehlini sevenlerin ibadetlerini, Allahü teâlâ kabul etmez, kalblerinden imanlarını çıkarır. Allahü teâlâ bidat sahibine kızanın bütün günahlarını mağfiret eder ümidindeyim.
Üçüncü vesika:
imam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Bidat sahibine kıymet veren islamiyeti yıkmaya yardım etmiş olur. (Mekt. 1/ 165)
Dördüncü vesika:
Müftiyüs-Sekaleyn Ahmed ibni Kemal Paşa şu hadis-i şerifi nakletmektedir:
(Bidat ehline ihanet eden, en büyük korku günü emniyette bulunur.) [Risale-i Münire]
Beşinci vesika:
Bu vesikadaki hadis-i şeriflerden ikisi, bidat ehlini sevenlerin hâlini ve bidat ehline buğzedenlere verilecek mükafatları bildirmektedir. Ayrıca bidat ehline sevgi besleyenin kalbinden iman nurunun çıkacağı da bildirilmiştir. (Seyf-ül Ebrar, s. 24-25)
Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bid'at sahibine hürmet eden, islamiyeti yıkmaya yardım etmiş olur.) [Taberani]
(Kim bid'at ehlinden buğz ederek yüz çevirirse, Allahü teâlâ onun kalbini korkulardan emin kılar ve imanla doldurur. Bid'at ehline sert muamele edeni de, en büyük korku gününde emin kılar. Bid'at ehlini hakir ve zelil göreni de, Cennette yüz derece yükseltir. Bid'at ehline selam veren veya onu sevindirici şeyle karşılayan, Kuran-ı kerimi küçümsemiş olur.) [Hatib]
Bu vesikalardan anlaşıldığına göre, vehhabiler, ehl-i kıbleye dahil bir bidat fırkası kabul edilse bile hadis-i şeriflere inanan kimsenin derhal tevbe etmesi lazımdır.
14- Vehhabiler dalalettedir
Selefiler, Vehhabiliğe sünni mezhep diyorlar. Uludağ ise bir dergide vehhabileri şöyle tenkit ediyor: Kâfir veya sapık demeyi aklımızdan geçirmediğimiz vehhabiler, islamın teceddüd, tekamül ve inkişaf seyrini anlayamadıkları için yanlış bir yol tutmuşlardır. (Nesil Dergisi c.1, s.11)
Uludağ, bu ifadesiyle vehhabilerin sapık bile olmadıklarını yani bidat fırkaları içine bile girmediklerini söylüyor. Nesil'in 2. cilt ve 2 sayılı dergisinde ise, ibni Teymiyenin görüşlerinin cebren tatbikat sahasına konulmasından Vehhabiliğin doğduğunu, Vehhabilerin, Şu elimdeki değneğin faydası var, fakat Resulullahın faydası yok diyerek kabri şeriflerini ziyaret eden Sünni Müslümanlara zulüm ve işkence ettiklerini, ölülerin ruhundan yardım ve şefaat isteyen kimselerin öldürülmesi gerektiğini, zira müşrik olduklarını belirterek bu öldürme işini kısmen gerçekleştirdiklerini, Abduh ve Abduhcu cereyanın geniş ölçüde ibni Teymiye ve vehhabileri takip ettiğini yazmaktadır.
Müslümanları tekfir edenin kendisinin kâfir olacağını bizzat Uludağ nakletmişti. Acaba bu tekfir topu, ibni Teymiyeye, Vehhabilere ve mezhepsizlere tesir etmiyor mu?
Suudi Arabistan'ın Vehhabi Kralı tarafından 1349 (m.1930) tarihinde Vehhabi âlimlerince kurulan bir komisyon nezaretinde basılan Kitabü's-Sünne isimli hezeyanname küfürle doludur. Vehhabi âlimleri (!) bu kitapta güya tevhid inancını savunarak Allahü teâlânın Tevratı yazarken sırtını bir kayaya dayadığını, Kürsi üzerinde oturup dört parmak kadar boşluk kaldığını ve daha buna benzer birçok teşbih ve tecsim fikrini bizzat kendi adamları bildirmektedir. Bu Kitaba cevap olmak üzere Ebu Hamid b. Merzuk, Beraetül Eşariyyin isimli eserini kaleme almış, vehhabilerin küfürlerini ispat etmiştir.
Seyf-ül Ebrarda vehhabiler hakkında geniş malumat verilmekte, ibni Teymiyenin vehhabilerin önderi olduğu, Onun şeyh-ül-islam değil, dalalet ve günah şeyhi (önderi) olduğu, vehhabiliği aslında bunun çıkardığı, nihayet M. bin Abdulvehhabın bu sapık yolu daha fazla canlandırdığı, Vehhabilerin lideri ibni Suudun da mülhid olduğu bildirilmektedir.
Vehhabilerin mülhid olduğunu bildiren vesikalardan bazıları da şunlardır:
(Minhatül-Vehbiyye-fireddi-alel vehhabiyye), (Tarihi vehhabiyan), (Ahmed Cevdet Paşa'nın tarihi 7. cildinde)
Vehhabiler, Ehl-i sünnete müşrik dedikleri için mülhid oluyorlar.
Teşbih ve tecsim inançları yüzünden mülhid oluyorlar.
Ehl-i sünnetin yayılmasına mani oldukları için mülhid oluyorlar, kısacası çok katmerli mülhid oluyorlar. işte bu sebeplerden dolayı ibni Abidin, 3. cildinde bagileri anlatırken Vehhabilerin mülhid olduğunu bildirmiştir. Aynı sebepler yüzünden Muhammed Zihni Efendi, Nimet-i islam kitabında nikah bahsinde, evlenilmesi haram olan kadınları sayarken Hıristiyan ve Yahudi kitaplı kâfirleriyle evlenilebileceğini; fakat Batıniyye, ibahiyye ve Vehhabiyye gibi zındıklarla evlenilemeyeceğini, bildirmektedir. Nimet-i islam kitabı Ehl-i sünnet Müslümanlarınca muteber bir kitap olduğu gibi, mezhepsizlerin avukatlığını yapmış olan yaygaracı Ahmet Gürtaş bile bu kitabın çok kıymetli, hatta Şaheser olduğunu Mezhepsizlik Yaygarasında bildirmişti.
Acaba bu vesikalar karşısında S. Uludağ, hâlâ vehhabileri Ehl-i kıble oldukları için sevdiğini söyleyebilecek mi? Sapık olduklarını dahi aklımdan geçirmem diyebilecek mi?
Medineyi bombaladılar: Vehhabiler, Ehl-i sünnet Müslümanları müşrik [yani kâfir] bildikleri için yapmadıkları zulüm ve işkence kalmamıştır. Taif'deki Müslümanlara çok işkence yapmışlar, kadınları ve çocukları barbarca öldürdükleri Ahmet bin Zeyni Dahlan'ın Hulasat-ül kelam Kitabında ve Eyyüp Sabri Paşa'nın Tarih-i vehhabiyyan kitabında uzun yazılmıştır. Yine Seyyid Zeyni Dahlan'ın El-fütuhat-ül islamiyye isimli eserinin Fitnet-ül vehhabiyye başlığı altında vehhabilerin bozuk itikadlarını ve Müslümanlara yaptıkları zulüm ve işkenceler anlatılmaktadır. Bu kitaplarda özetle deniyor ki:
Vehhabiler Taif kalesine saldırıp, kadın-erkek, çoluk-çocuk demeyip öldürdüler. Beşiktekileri bile parçaladılar. Dere gibi sokaklardan kanlar aktı. Evleri basıp her şeyi yağma ettiler. Şehitleri günlerce (16 gün) hayvanların ve kuşların yemesi için bir tepeye bıraktılar. Vehhabiler, kütüphane, tekke ve evlerden ne kadar, Kuran-ı kerim, tefsir, hadis ve din kitabı varsa hepsini parçalayıp yerlere attılar. Kuran-ı kerim ve din kitaplarının altın işlemeli meşin ciltlerinden çarıklar yapıp kirli ayaklarına giydiler. Meşin ciltler üzerinde âyet-i kerimeler bulunmaktaydı. Yerler hep bu mübarek kitapların yaprakları ile doluydu. Sabah uyandıkları vakit bu yaprakların yok olduğunu gördüler. Bu zulümlerden sonra Eshab-ı kiramın, evliyanın ve âlimlerin kabirlerini, türbelerini yıktılar. Abdülaziz bin Suud 1926da Peygamber aleyhisselamın mübarek türbesini de bombaladı.
Feth-ül Mecid ve Keşf'üş şübühat isimli vehhabi kitaplarında, vehhabi olmayanların kanları ve malları helal diye yazdığı için, inançlarının gereği yukarıdaki zulümleri yaptılar.
15- Türbe yapmak caizdir
Ehl-i sünnete göre kabir üzerine süs için, öğünmek için türbe yapmak haramdır. Unutulmamak için olursa mekruhtur. Meyyiti hırsızdan, hayvandan korumak için yapılırsa caizdir. işte vesikaları:
Birinci vesika:
Abdülgani Nablüsi hazretleri, Keşfün-nur an eshab-il kubur isimli eserinde diyor ki:
Âlimlerin, velilerin kabirleri üzerine türbe yapmak cahillerin hakaretlerinden korumak içindir.
ikinci ve üçüncü vesika:
Hanefi Fıkıh âlimi Ebul Kasım-ı Semerkandi Cami-ul Fetava isimli eserinde, imam-ı Süyuti, Tenvirde, Kabir üzerine kubbe yapmak mekruh değildir diyorlar.
Dördüncü vesika:
Meşhur fıkıh âlimi Halebi ibrahim, Halebi-yi kebirin sonunda, âlimlerin, büyüklerin kabirlerini korumak için türbe yapmak caizdir diyor.
Beşinci ve altıncı vesika:
imam-ı Şarani, Mizan-ül Kübranın ve ibni Abidin Ukud-üd-dürriyyenin sonunda kabirleri korumak için türbe yapmanın caiz olduğunu bildirmişlerdir.
Uludağın türbeye mekruhtur diyerek karşı çıkması, sadece vehhabileri haklı göstermekle kalmaz, Eshab-ı kirama ve icma'ya karşı gelmiş de olur. Çünkü, türbe mekruh olsaydı Eshab-ı kiram, Peygamber aleyhisselamı bir oda içine defnederler miydi? Hücre-i saadetten sonra ilk yapılan türbe mübarek zevcelerinin (validelerimizin) kabirlerinin üzerlerine yapılan kubbedir.
Hücre-i saadetin Mescid-i Nebevi içinde bulunması Hulefa-i Raşidin zamanında olmadı mı? Hicri 17. senesinde Hazret-i Ömer, Eshab-ı kiramın sözbirliği ile mezkur mescidi genişletmedi mi? Yine Eshab-ı kiramla istişare ederek Hazret-i Osman mezkur mescidi genişletmedi mi?
Ondört asırdır bu kadar mezhep imamları, âlimler gelmiş geçmiş hiç kimse türbelere bir şey dememiş, Uludağ nasıl oluyor da mekruh diyor hayret etmemek imkansız. Yoksa büyük âlimler Kütüb-i sittedeki hadis-i şerifleri bilmiyorlar mıydı? Yalnız Uludağ ve vehhabiler mi biliyordu? Uludağ enteresan adam, türbenin yapılmasını uygun bulmuyor, fakat yapıldıktan sonra yıkılmasını doğru bulmuyor. Bunu da âyete istinat ettiriyor. Vehhabiler o âyeti bilemeyecek kadar cahiller mi?
Mezkur âyet-i kerimenin manası Uludağ'ın aleyhine delildir. imam-ı Kurtubi'nin Cami'ul-ahkam isimli tefsirinde mezkur âyet-i kerimenin, dünyevi kudretlerine güvenen kâfirlerin akıbetlerinin ne olduğunu görmeyi, onların yıkılan saray ve tahtlarından geri kalan harabeleri görerek ibret almayı emrettiği bildirilmektedir. Uludağ ise müminlere ait eserlerin Vehhabilerce yıkılıp ibret alınması gibi tam ters bir mana çıkarıyor. Yarın da bir mezhepsiz çıkıp, bu âyet, eski kavimlerin yaptığı eserlerin yıkılmasını men ettiğini, bu bakımdan (hâşâ) ibrahim aleyhisselamın putları kırmasının, Peygamber aleyhisselamın Kâbe'yi putlardan temizlemesinin mezkur âyete aykırı olduğunu iddia edebilir. Mezhepsizlerden her şey beklenir.
16- Ehl-i bidat, kâfirden zararlıdır
Uludağın da büyük bir âlim olarak bildiği imam-ı Rabbani hazretleri, Ehl-i bidat ile konuşmanın, kâfirle arkadaşlık etmekten daha kötü olduğunu, 72 çeşit bidat ehli bulunduğunu, bunların içinde en kötüsünün Eshab-ı kirama düşmanlık edenler olduklarını bildirmektedir. (c.1, 54. Mektup)
17- Ehl-i sünneti yaymak gerekir
Uludağ, neden ehl-i bidat ile mücadeleye geniş yer verildiğini soruyor. Birincisi bidat ehlinin dine olan zararı kâfirinkinden daha fazla olduğu için, ikincisi de lanete müstahak dilsiz bir şeytan olmamak için. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Ortalık karışır, yalanlar yazılır, âdetler ibadetlere karıştırılır ve Eshabıma dil uzatılırsa, doğruyu bilenler herkese bildirsin! Allahü teâlânın, meleklerin ve bütün insanların laneti, doğruyu bilip de, gücü yettiği halde bildirmeyene olsun! Allahü teâlâ, böyle âlimlerin, ne farzlarını, ne de başka ibadetlerini kabul etmez.) [Ebu Nuaym]
(Bidatler zuhur edip, Eshabıma kötü söz söylendiği zaman, doğruyu bilen, herkese söylesin! Söylemeyen âlime Allahü teâlâ lanet eder.) [Deylemi]