Edgar allan poe , 1800lerde yaşamış kasvetli öykü ve şiirleriyle ünlü bir yazar. Benim kendisiyle tanışıklığım yıllar önce izlediğim the ravena dayanıyor. Hatta kafamda bir senaryoya bile ışık yakmıştı izlediğimde***. bu abinin öykülerinin kendine özgü, böyle acayip bir aurası var. Doğaüstü desen değil, altı desen o da değil... her hikayesinin başında bir 5-10 sayfa felsefe -ya da boş muhabbet- yaparak girişgah hazırlaması da yazdıklarını çok okunaklı hale getiriyor.
Morgue sokağı cinayetlerinde tümevarım yöntemiyle öyle uçuk yerlerden adım adım cinayeti aydınlatıyor ki sir arthur conan doyle yanında halt etmiş. Ama benim asıl ilgimi çeken kısmı, hikayenin içine cinayet girmeden önceki bölümdü. Bir kişinin düşüncelerini tersten izlemek...mükemmel bir fikir! Ben yıllardır deniyorum da adam bunu 7(yedi) seviyede yapıyor. bunu deyince büyük ihtimal aklına şu geldi. Ordan da şunu düşündün, sonra da şununla arasında bir bağ kurdun... diye 15 dakika karşılıklı sustuktan sonra cevap veriyor arkadaşına. Yaratıcı ve etkileyici.
ayrıca yazılarında kesinlikle bir ders verme amacı yok. Yani -bence mutlaka var da, spesifik bir şey yok. Sen okuduğundan ne alırsan o. Yalnız, Şeytanla asla kellen üstüne bahse girme adlı hikayesi açık açık ve büyük harflerle kıssadan hisseli bir öykü sözüyle başlıyor. Altta da şöyle bir dipnot var:
poe , amerikan edebiyatındaki, kıssadan hisse vermekten kaçınan ilk yazar olarak tanınır. Örneğin şiir ilkesinde şiirin güzelliğin ritimle yaratılışı olduğunu ve görevle ya da gerçekle hiçbir ilgisi bulunmadığını söyler.
şair burada ne anlatmak istiyor bir şiire dair sorulabilecek en lüzümsüz soru. Şair, şiirle üstündeki yükü attı. artık mesele seninle ilgili. demişti sosyal mecrada bir abi. Neyse konuya dönersek edgar allan poe, bir la fontaine değil. ama bu öykünün başında ona çok pis de bir laf sokuyor*. ayrıca hikaye de baştan sona komik bir sosyokültürel inceleme tadında.
Bunların haricinde şişede bulunan not, usher evinin çöküşü, altın böcek gibi bir çok güzel hikayesi daha var. Buyrun, okuyun.
Benim için ahlaki, daha doğrusu kıssadan hisseli bir öykü yazmadığımı söylüyorlar. Onlar beni açığa çıkaracak ve kıssadan hisselerimi geliştirecek eleştirmenler değiller kesinlikle: işin sırrı şudur. 3 aylık dergi kuzey amerika yavanlığı sonunda onların aptallıkları yüzünden utanmalarını sağlayacaktır. Bu arada ben yargısız infaza uğramamak için bana yöneltilen suçlamaları hafifletmek için- aşağıdaki anlatıyı sunacağım. Bu anlatının bir kıssadan hisse olduğundan kimse şüphe duyamaz, çünkü bu kıssadan hisse öykünün başlığında büyük harflerle verilmektedir. Bunun takdir edilmesi gerektiğini düşünüyorum en azından la fontaine ve diğerlerininkinden çok daha akıllıca bir yöntem; onlar etkinin son ana dek bekletilmesi gerektiğine inanıyorlar ve bu yüzden kıssadan hisselerini öykülerinin sonunda veriyorlar.
Bonus olsun:
Epey şaşkın bir haldeydim ve bir insan epey şaşkın bir halde iken kaşlarını çatıp vahşi görünmelidir, yoksa kesinlikle salak gibi görünür.