senin daha adını bile koymadım. cinsiyetin ne onu bile bilmiyorum. pipin var gibi gerçi. ama yine de emin değilim. nereden buldum da aldım seni, vicdanım nasıl sızladı bilmiyorum. gecenin bir vakti apartmanın önünde beş tane büyük kedinin etrafını sarıp, seni boğmaya kalktıklarını, senin de hiçbir boktan habersiz aptal bir yavru olarak sana pençe atan büyüklerinden kaçman gerektiğini akıl edemeyip, bir de üzerine onlardan sevgi beklediğini görmem içimi parçaladı. tüm beyinsizliğinle seni öldürmeye çalışan kedilere sürtünmeye çalışıyordun. yalamaya çalıştığın patiler sana vuruyordu. canın yanıyor ama bu acının nereden geldiğini idrak edemiyordun. sonra kedileri kovup seni eve çıkardım. sadece o gece için balkonda kalacaktın. orada yaşar, evi de batırmazdın. balkonda yalnız duramadığın, sürekli miyavladığın için içeri almak zorunda kaldım seni. ''odama girmese yeter'' dedim. yetinmedin. odamın kapısında miyavlamaya başladın bu sefer de. odamı da açtım daha sonra. yine yetinmedin. yatağıma çıkmak için miyavladın. ve iki aydır beraber yatıyoruz. seni bir günlüğüne eve almıştım halbuki. işteyken aklımda yemek yeyip yemediğin, kabloyu ısırıp elektriğe maruz kalıp kalmadığın gibi türlü kuruntular oluyor artık.
sorumsuzluk abidesi olan hayatıma bir sorumluluk getirdin. ama tanıdığım en sorumsuz şeysin.