Mahallenin dedikoducu bir bakkalı vardı bir süre önce. Dedikoducu bakkalın da yakışıklı bir oğlu vardı, ara ara alışveriş romantizmi yaşıyorduk. bir insan bu kadar yakışıklı olmamalı diye düşünerek eve gidiyordum. hoş bir insandı, nerede acaba şimdi? yine konudan tamamen bağımsız bir an yaşıyorum, çocuğun yüzü de aklımda olunca her şey zorlaşıyor. olayın rezil boyutunu bile hatırlamama izin vermiyor onun gözleri. işin kötü yanı adını da unuttum, keşke de gitmeselerdi.
baştan alacağım. küçük bir yeğenim var, annesi nefes alma adı altında bebişini bana bırakıp bırakıp gider. hazır yapılmış çocuk diye düşünüp annecilik oynarım utanmadan. aba sana makbaj yapayım mı diye beni palyaçoya çevirmesine göz yumduğum bir an. o kadar gururla bakıyor ki eserine yine silmiyorum makyajı. siyah göz makyajı, kırmızı çeneme kadar sürülmüş ruj ve şakaklarıma kadar yoğun bir şekilde sürülmüş kırmızı allık ile oturuyorum evde. derken bir teklif daha geliyor.
- aba ya bakkala gidelim mi? nütfen nütfen.
çıkıyoruz evden, yürüyoruz, yürüyoruz, kimse de yok sokakta lanet olsun. dedikoducu bir komşu kadına neden denk gelmiyorum o an? yazıklar olsun hepsine..
bakkaldayız, hoşlandığım çocuk bana bakıyor, her zamanki seni yerim yerim bakışı değil bu, bu daha çok çok çirkinsin lütfen buradan gider misin bakışı. gülüyor. yavaşça. sonra şiddetleniyor.
ahahahhahahahha. tam olarak böyle gülüyor. neden güldüğü hakkında tek bir fikrim yok hala. bir şeyler alıp eve gidiyoruz, bir süre sonra aynaya bakıyorum, ağlamıyorum makyajım bozulmasın diye, bir süre bakkala gitmiyorum. o da sanıyorum ki gelmiyorum bakkallarına diye üzülmüyor. öyle de başlamadan bitiyor. inşallah ölmüştür o da.