kafaları çok karıştıran platon'un uydurduğu hikayedir. insanlar bu benzetmeye gerçek gibi inanmış, bu alemi gölgeler alemi, gerçek alemi ideler (düşünceler, fikirler) alemi olarak düşünmüşlerdir. bu dünyada görülen herşey gerçeğin gölgesinden başka birşey değildir, esyanın sadece görüntüsü vardır... vs. vs. bu düşünce islam dünyasına da yayılmış, özellikle de plotinius'un (enneadlar'ın yazarı) * yeni platonculuk akımıyla yeni kılıklara bürünmüş ve tasavvufçu düşüncenin ana felsefesi haline gelmiştir. bu dünya gölgedir, geçicidir, insanın maddi varlığı pistir, bu dünyada yapılan her iş -din dışında, öbür dünyaya yatırım yapma dışında- gereksizdir. bu nedenle ilim, kültür ve medeniyet adına uğraş vermek gereksizdir. okumakla ilim (sezgisel, ledünni ilmi kastediyorlar, Allah ile direkt irtibata geçmektir gerçek ilim) kazanılmaz, allah'ı çok zikrederek ve bolca ibadet ederek (tabii ki dinin öngördüğüne ilaveten fazlaca külfetli, eziyetli, insanlık dışı bir şekilde) hakikat öğrenilebilir. bu şekilde gölgeler aleminden gerçek aleme ulaşılabilir.
peki kur'an'ın bu konuda tutumu nedir, dış dünyanın gerçekliğinden bahseder, sürekli araştırılmasını, incelenmesini, insanın bizzat kendi varlığına bakmasını ister. şüpheci bir tutumu benimsemez. bunu bizzat sure isimlerinde de görebiliriz. yıldız, ay, güneş, şimşek, karınca, örümcek, inek, incir, burç (yıldızlar), insan, kadın...adında sure isimleri vardır. kur'an olaylara ve doğaya gerçekçi yaklaşır, hayalin, gölgenin kur'an'da yeri yoktur.