politik olarak değerlendirilirse olumsuz eleştri çıkar bu filmden. sadece sumru'nun tez çalışması için yaptığı, araştırmalar ve kayıtlar ile konuyu başka yerlere saptırmadan bu film tamamlanmış olsaydı daha da unutulmayacak filmler arasına girerdi benim için. diyarbakır sokaklarında korsan dvd satan ahmetin en başta sumru'nun güzelliğinden etkilenip ona şaklabanlık yapması, güler yüzlü ve dinamik bir imaj çizilmiş bir adamın zamanla gitgide nasıl karamsar bir hal aldığını ve yine gitgide sumru'yu ona beslediği duygular ile beraberinde kendisine karşı gözünde domine edişi, karşılık gelmedikçe karanlığa ve umutsuzluğa gidişine daha önce bu film hakkında yazılıp çizilenlerde rastlamadım. sadece politik açıdan yaklaşılmasını filme bir haksızlık olarak değerlendiriyorum. bu, çok gerçekçiydi. ne bir şiir ne bir destan aşkı bu kadar net ve duru yansıtabilir çünkü. bu bence büyük bir başarı.
ve sumru'nun da bundan faydalanarak ahmet'i hakkari'ye kendisine eşlik etmesi için ricada bulunduğu sahne sonbahar filminde yusuf'un arkadaşına yaylaya gitmek için ricada bulunduğu. ardından arkadaşının "bahara gideriz" diye karşılık verdiği sahneyi aklıma getirmişti. yönetmenin iki filminde de bir umut ve umutsuzluk çarpışması var. ve bu, izleyen için öyle dramatik bir hal alıyor ki sonunda iki karakter de istediği şeyi gerçekleştirebilmiş olsa bile seyircinin gözünde hep bir umutsuzluk olarak kalıyor.
tabi son sahnede gördüğüm o umutsuz ve çaresiz kadın ve beraberinde çalan oratoryo tüylerimi dikleştirmeye yeten asıl sebepti. yoksa çok önceden izlemiş olduğum bu film bu gece aklımın ucundan bile geçmez, sadece adını duyunca hatırlardım. dram filmi böyle olmalı. durduk yere aklına gelebilip seni o an üzebilmeli, heyecanlandırabilmeli. ne de övdüm. tıpkı sonbahar gibi.