biz türklerin en sevdiği şeylerden birisi de reformdur. müthiş bir taklit etme yeteneğimiz var. çok hızlı bir şekilde yeni düşüncelere uyum sağlayabiliyoruz. bu bir yandan iyi diğer taraftan kötü bir durum. bildiğiniz üzere insanda üç bilinç hali vardır: id, ego ve süperego. ben bu hallerin toplumlarda da bulunduğuna inanıyorum. dahası insanlık tarihi id ile süperegonun çarpışmasından ibarettir bana göre. insan konut inşa edip, toprağı mülk edindiğinde sistemde birileri çalışıp diğerleri onları ileriye taşıyacaktı. önceleri sisteme id hakimdi. güçlü olan kazanıyordu. sonra efendilerin köleler üzerindeki baskısı öyle bir noktaya geldi ki artık kötülük sahibine de zarar vermeye başlamıştı. köleler kötülüğün içinde bir iyi(!) önder bulup ayaklandılar. gerçekten özgür olacaklarını sanıyorlardı lakin yeni önderlerin öncekilerden hiçbir farkı yoktu. onlar kötülerden farklı olarak başka bir yolla, gönül kazanmayla, efendi olmuşlardı. kölelerin bazıları isyan etse de çoğu bundan memnundu; çünkü başkaldıranlar güvenilmez kişilerdi ve ilkeleri yoktu. sonra ara sıra id toplumun bunalımlı yıllarında iktidara gelmiş; ancak her defasında feci bir şekilde alaşağı edilmiştir.
reformculuk id ve süper egonun kavgasını yoksar. biz türkler de öteden beri kötü liderlere tahammül etmemiş bir milletiz. en kötü zamanında bile türkler atatürk gibi bir dehayı çıkarmış ve hızla uygarlaşmıştır. uygarlaşmanın önüne set çekmeye çalışanların denizi sopalarla dövmeye çalışan hayalperestler olduğu açıktır. yine türk milleti kurtuluşuna vesile olan bilimsel materyalizmi de elinin tersiyle itmiş ve çağın düşüncesini hızla benimsemiştir. üstelik o düşüncenin sahibi düşmanlarıyken bile! atatürk'ün bir peygamber çıkaracak kadar düşmedik sözünü hatırlatırım.
türklerin bu reformculuğu karşısında aslında reform büyük düşüncelerin önüne çekilmiş bir settir. reformun olduğu yerde devrime yer yoktur. devrimin olmadığı yerde devrim türküleri de yoktur. yıkıcı dürtü olmayınca ortaya yaratıcı dürtü çıkmaz. gezi parkı eylemlerinden şiirler çıkmadı. çünkü reformcu bir eylemdi. orada yıkıcı dürtü yoktu. sonuçta reform ruhu öldürür, türklerin kendi ilkelerini, kendi hukukunu yaratmasına engeldir. başkaldırı olmayan bir toplumda toplumsal sözleşme de olamaz. reformculuk bedeni doyururken maneviyatı yok eder.