bugün ilk kez duyduğum mormonluk hakkında buraya yazmamı gerektiren çok ilginç bir olayı anlatmak istiyorum.
ankara kızılay çankaya durağında saat 13.30 sularında iki genç adam gördüm. ikisi de sarışın kısa saçlı mavi gözlüydüler. yüzlerine baktığımda türk olmadıklarını anladım (muhtemelen onlar da benim için aynını düşündü ki açık tenli, sarımsı saçlıyım.). kıyafetlerine baktım; kumaş pantolon üzeri beyaz gömlek, gömlek pantolonun içinde, kırmızı ve lacivert desenli bir kravat, ellerinde siyah çanta, ikisinin de sağ yüzük parmaklarında ilk bakışta çeliğe benzeyen yüzükler. diğerine oranla kısa boylu olan biri yanıma geldi, size bir şey sorabilir miyim dedi aksanlı bir türkçeyle. evet dedim tabii. klavye ne demek dedi. ben de ingilizce bildiğim için hemen "keybord" dedim. ancak hemen beni düzeltip "kiybort" anladım dedi. bir iki ingilizce konuştuk, benim bu dili nereden öğrendiğimi vesaire sordu. ben de sorularına dürüst cevaplar verdim: şu üniversitenin şu bölümündeyim. şurada oturuyorum, şu kadar kardeşe sahibim, babam ve abim şu işlerle meşgul. bunlara niye doğru cevaplar verdiğimi bilmiyorum, maksimum 25 yaşındaki genç adam oracıkta benim ona güvenmemi sağladı ki türklere, yemeklerimize, dilimize övgüler havada uçuşuyordu: boş bulundum.
ben de birkaç soru sordum elbet ki normalde insanların hayatları ahbaplık felan hiç sevmediğim, otobüs duraklarındaki muhabbetten her zaman kaçındığım için bugün kendimi aşmış bile sayılırım. nerelisin, amerika, neresinden, oww boston, niye buradasın, mormon bilmem ne bilmem ne için buradayım, (mormon neymiş, heralde bir şirket neyin), oo iyiymiş ne zamandır buradasın, 7 ay, ne zaman döneceksin, 14 ay sonra, nerede kalıyorsun, gaziosmanpaşada, türkiyeyi sevdin mi, evet, niye, insanlar cana yakın, yemekler nasıl, çok güzel iskender çok güzel gibi bir süre konuştuk sorular soruştuk. ardından otobüs geldi şansına ikimiz de aynı otobüse bindik. bu arada diğer adam bizle hiç konuşmuyor uzaktan bizi seyrediyordu, onun hakkında da sorular sordum, arkadaşı olduğunu söyledi.
asıl ilginç kısmı şuradan itibaren başlıyor:
mormon kitabı hakkında bir şey duymuş muydun diye sordu yok dedim konuşmayı durdursun diye çünkü mormon derken bile kelimenin telaffuzundan bir şey anlamıyordum mongol gibi norman gibi ne bileyim. ondan bahsetmeye devam edince telefonumu uzatıp yazmasını istedim kelimeyi. yazdı. sonra sürekli bundan bahsetti. hıristiyanlık ve müslümanlık gibi bir diniz yahut onlara benzer bir mezhebiz gibisinden bir şeyler söyledi. işte bana tam o an bir ışık vasıl oldu. ulan bu adamlar düpedüz misyonermiş de beni seçmişler zahar diye düşündüm faaliyetlerine devam edebilmek için. biraz kendimi geri çekmek istedim ama karşımdaki oğlan o kadar saf duruyordu ki, yok yaa bunlar cia'den değildirler bunların misyonerliği dünya barışı için yahut kendi barışları için, bunlardan zarar gelmez diye düşünüp konuşmaya devam ettim. sana kitabı ücretsiz verebilirim dedi gülümsedim. mormonluk hakkında hiçbir şey bilmiyorum dedim araştırmalıyım. ardından e-postasını aldım ki sorularımı ona sorabileyim. adam da verdi tabii, benimkini de istedi, yazdı küçük kara not defterine.
şimdi asıl problem şu: bu adam benim e postamdan adımı ve soyadımı hatta ip adresimi, okulumu bölümümü biliyor, şimdi ben seçilmiş kişi miyim, beni takip edip beynimi mi yıkayacaklar, çok korkuyorum, çok korkuyorum ulu joseph smith!