genel yöntem budur. hayatım boyunca hiçbir insan tanımadım ki -mesela- tüm dinleri araştırıp, öğrenip ondan sonra birini seçmiş olsun, veya tüm düşünce sistemlerini okuyup-öğrenip kendine yakın hissettiğini tercih etsin. hepimiz, önce kendimize uygun bir düşünce beğeniyoruz sonra da uyarına gelirse altını dolduruyoruz. doldurmaya üşenenler kurtlar vadisi izleyip, türkiye ve dünya gerçeklerini çözüyor. kısaca, farkında olmadan bile olsa ve hatta çok küçük konularda bile olsa hepimizin zaman zaman yediği nanedir bu.
tabii bunları söylüyorum diye, öğrenmeyi-bilgi edinmeyi küçümsediğim varsayılmasın. aksine bilgi edinmek-öğrenmek ve tam olarak özümsemek çok önem verdiğim şeylerdir. sürekli bir şeyler öğrenen insanlar da zaten zamanla gelişecek, değişecek, yaşayacaktır. mesele, bilgi sahibi olmadan fikri sahibi olmak değil, inandığın veya inanmadığın fikirlerle ilgili bilgi edinmekten kaçınmamak, kolaycılığa kaçmamaktır.
sonuçta insan beyni dediğimiz şey de pek öyle kutsal ya da kusurca işleyen bir sistemden mürekkep filan değil ki. yönlendirmeye, telkine pek yatkın varlıklarız. aynı zamanda da duygusalız. sevdiğimiz, öncesinde çok defa haklı olduğunu gördüğümüz, etkisinde kaldığımız insanların düşüncelerinden etkileniyoruz ve işin garibi biz de insanları etkileyebiliyoruz. bu denli çapraşık etkileşimler aleminde yaşarken, sahip olduğumuz her fikirle ilgili, yeterli bilgi sahibi olduğumuzu düşünmek biraz çocukça değil midir ey sözlükçü?