bilmem ne zaman başladı bendeki bu farkındalık. daha küçükken, ortalama aileler gibi olmadığımızı biliyordum sanki. yani mesela, sırf annemin paramız olmadığı için beni ve kardeşimi okula götüremeyişini hatırlıyorum. babam suçlu olduğunu kabul etmek yerine annemi dövmüştü o sabah. annem komşudan büyük bir patates almış, onu kızartmıştı. kardeşime de fırına gidip parayı düşürdüğünü ve bi ekmek istediğini söylemesini söylemişti. zor okudum, belki de o yüzden okuyamadım.
ipek'le hep iyi anlaştık. kendimce sevdim bile. ama bu ondan nefret etmemi hiç engelleyemedi. o sürekli peşinden koşan erkeklerden biriyle barlarda içki içerken, ben okuldan sonra gittiğim işten aldığım parayı, fatura, yol parası, kardeşime ayakkabı olarak bölmekle meşguldüm. yok hayır dert yanmıyorum. dünyanın adaletsizliğini, burnu kanayan annemin balkonda hıçkıra hıçkıra ağlarken babamın telefonda arkadaşına manita var mı, canım sikiş istiyor dediği zaman öğrenmiştim.
ipek hep hoş bi kızdı. bense silik bir tiptim. aslında fırsat verilse parlardım. mesela sinema konusunda çok bilgiliydim. ipek vıcık vıcık aşk filmlerinde ağlar gibi yapıp sinemada o andaki sevgilisiyle öpüşürken, ben imkanı olan arkadaşlarımdan istediğim filmleri cdye çekmelerini ister, ücretsiz film gösterimlerine giderdim. ama sanırım allah vurdu mu her yerden vuruyor. çünkü ipek hem güzel, hem zengin, hem şanslıydı. bense hacca gitse nur yüzü görmeyen tiplerdendim..
yoktu, yoksuldum, yoksundum, yoktum.