nereye?..
16
^
VE BiL KADERi... KADERE...
Bu sözde vel yevmil âhiriden sonra, ve kadere dememiş, VE BiL KADERi demiş. B harfini yine getirmiş burada başa koymuş.
Bunun mânâsı:
Nesnenin kaderi kendisinde mevcut olarak, o nesne var olmuştur demektir.
Oluşan birim, kaderi kendisinde mevcut olarak o kaderle mevcut olmuş, var olmuş demektir.
B harfinin oluşturduğu mânâ burada odur.
Yani, rastgele bir kader değil!..
Dışarıdaki birinin yazdığı bir kadere göre, ben varım ve ben o programı uyguluyorum, gibi değil!..
Kaderi kendinden gelen bir biçimde, kendi varlığında; kendi programı yapısında, özünde mevcut bir biçimde var olmuş, demektir.
Burası çok önemli ve ince bir noktadır.
Kadere imanın esaslarını yani neye ve nasıl iman edilmesi gerekliliği esaslarını, âyetlerle ve hadislerle izah edeceğim.
Şimdi burada üzerinde durmak istediğim husus şudur:
Birim, varoluş gayesine uygun bir programla yüklenir; ki bu oluş birimin fıtratı diye bilinir!.. Daha doğrusu programı, gelen melekî-kozmik etkilerle beyne yüklenir!.. O birimin manevî sûreti, onun programıdır; yani fıtratıdır; yani kaderidir!
Bu hususa işaret eden âyet;
KÜLLÜN YAMELU ALÂ ŞAKiLETiH (17.isra: 84)
HERKES YARATILIŞ PROGRAMI (fıtratı - şâkılesi) DOĞRULTUSUNDA FiiLLER ORTAYA KOYAR!..dır.
Bu hususa işaret eden çok önemli bir âyet daha var:
FEEKIM VECHEKE LiDDiYNi HANiYFA... (30.Rûm: 30)
VECHiNi (şuurunu) HANÎF OLARAK (tanrıya tapınmaksızın, Allâha şirk koşmaksızın) O TEK DiNE YÖNELT!
Hz. Rasûlullâh (aleyhisselâm)a bu şekilde bir gerçek bildirildikten sonra evrensel sır açıklanıyor ve bir gerçek daha vurgulanıyor:
FITRATALLÂHiLLETiY FETAREN NASE ALEYHA* LÂ TEBDiYLE Li HALKILLÂH* ZÂLiKED DiYNÜL KAYYiMÜ, VE LÂKiNNE EKSERANNASi LÂ YALEMUN (30.Rûm: 30)
FITRATALLÂHiLLETiY FETAREN NASE ALEYHA*:
O ALLÂH FITRATINA (beynin ana çalışma sistem ve mekanizması) Ki, iNSANLARI ONUN ÜZERiNE (o ana sistem ve mekanizmayla) YARATMIŞTIR!
ALLÂHın belli bir gayeye yönelik bir biçimde, belli bir programla meydana getirmesi ile vardırlar.
ALLÂH onlarda hangi isimlerin mânâlarını açığa çıkarmayı dilemişse, o isimlerin mânâlarını açığa çıkarmaya uygun bir beyin programıyla oluşurlar ve o beyin programının gereğini meydana getirirler!.. Ve bu program da asla değişmez!
LÂ TEBDiYLE Li HALKILLÂH*:
ALLÂH YARATIŞINDA DEĞiŞME OLMAZ!
Bazı müfessirler buradaki tebdiyle; ona bedel bulunmaz şeklinde tercüme etmişlerse de; buradaki esas ağırlıklı mânâ değişmezliktir.
Yani, O ne gaye ile var olmuşsa, o gaye üzerine yaşamına sonsuza dek devam ederdir bunun mânâsı... Ve zaten:
ZÂLiKED DiNÜL KAYYIMU:
iŞTE BU, DiN-i KAYYiMDiR (sonsuz geçerli Sistem, Sünnetullâhtır)...
Hükmü de bunu hemen tamamlıyor ve ondan sonra diyor ki:
VE LÂKiNNE EKSERAN NASi LA YALEMUN:
NE VAR Ki iNSANLARIN ÇOĞUNLUĞU (bu gerçeği) BiLMEZLER.
Ya nasıl bilirler; işte bugün herkes nasıl biliyorsa öyle bilirler... işin bu gerçeğini bilmezler!
işte ALLÂHın, insanların her birini belli bir gayeye uygun olarak, kendindeki mânâları seyretme amacına dönük fıtratla halketmesi konusunu, isteyenler TEKiN SEYRi isimli kitabımızda ve Özün Seyri ve Tekliğin Esasları isimli kasetlerimizden dinleyebilirler.
Şimdi, belli bir program üzere kendi kaderi ile, fıtratı ile var olmuş olan insanın; sadece kendi çizgisini, kaderini yaşayacağı hususunu vurgulayan; kadere iman esasını anlamamıza yardımcı olacak bazı açıklamalar yapmaya çalışalım...
17
^
KADERE iMAN
ARZDA (bedeninizde - dış dünyanızda) VE NEFSLERiNiZDE (iç dünyanızda) SiZE iSÂBET EDEN HiÇBiR MUSÎBET YOKTUR Ki, BiZiM ONU YARATMAMIZDAN ÖNCE, BiR KiTAPTA (ilim boyutunda oluşmuş) OLMASIN! MUHAKKAK Ki BU ALLÂH ÜZERiNE ÇOK KOLAYDIR! (Bunu bildiriyoruz) Ki ELiNiZDEN KAÇANA ÜZÜLMEYESiNiZ VE SiZE VERDiĞi iLE DE SEViNiP ŞIMARMAYASINIZ! ALLÂH ÇOK ÖVÜNEN KiBiRLi HiÇBiR KiMSEYi SEVMEZ! (57.Hadiyd: 22-23)
Kader konusu, insanlığı asırlar boyu meşgûl etmiş bir konudur. Ve genellikle de, bu konuya çok net açıklamalar getiren Rasûlullâh (aleyhisselâm)ın açıklamaları yeterince değerlendirilememiş; yaşam içinde bu uyarılar ve ilgili âyetlerin mânâları yerli yerine oturtulamamış; bu yüzden de kader konusundan insanlar son derece ürkmüşler, korkmuşlar ve hatta bu konuyu konuşmaktan kaçınmışlardır.
Ne var ki; kadere hakkıyla iman etmek için, önce kaderin ne olduğunu bilmek lazım!..
Zira Âmentünün esaslarından biri olan kadere iman, gerçekte ancak kaderin ne olduğunu bildikten sonra mümkündür... Aksi takdirde sadece kader ismine iman edilmiş olur!
Bilmediğiniz bir şeye iman etmek, ancak, o bilmediğiniz şeyin ismine iman etmek demek olur! Oysa önemli ve gerekli olan, o şeyin ismine değil mânâsına iman etmektir!
Kader konusunu anlayabilmenin tek bir yolu vardır... O da ALLÂHın Vahdâniyetini, Tekliğini, Ahadiyetini ve Vâhidiyetini kavrayabilmekten geçer!
Şayet bir kişi, ALLÂHın Vâhidiyet ve Ahadiyetini kavrayamamış ise; o kişinin kader konusunu idrak edebilmesine asla ve asla imkân yoktur!
Zira Kader konusunu idrak edebilmenin yolu, önce de vurguladığım gibi, ALLÂHın Vâhidiyetini ve Ahadiyetini idrak edebilmekten geçer!
Bunu da herkese anlatabilmek mümkün olmadığı için, kader konusunun derinliğine genellikle girilmemiş...
ALLÂHın Vâhidiyet ve Ahadiyetini bugüne kadar çeşitli kitaplarımızda ve sohbetlerimizde genişliğine, derinliğine anlattığımız için; sanıyorum bu kitabımızda da artık kader konusunun detaylarına girmek gereği hâsıl oluyor.
Kader konusunu çözmede çeşitli yanılgılara düşülmesinin en başta gelen sebebi, her seviyeden insana hitap etmesi dolayısıyla, Kurân-ı Kerîmdeki iki yönlü anlatım tarzıdır.
Kurân-ı Kerîm, ALLÂH isminin mânâsını tarif sadedinde iki usül, iki yol tatbik eder;
Birincisi, ALLÂH isminin işaret ettiği anlamın, insanın anlayışına göre tarifidir.
ikinci tarz ALLÂHın anlatımı ise ALLÂHın bizâtihi kendisini tarif edişidir.
Bu iki yoldan ALLÂH tarifinin Kurânda, herkesin anlayacağı bir ifadeyle yer almaması, olayın bütünlüğünü idrak edemeyen insanlarda çelişkileri meydana getirmiş ve bu çelişkilerin sonunda da olayı çözemeyenlere göre büyük bir kaos oluşmuştur!
işte bu kaosun sonucunda da kaderi değişik mânâlarda anlayan çeşitli anlayışlar yani mezhepler meydana gelmiştir.
Kurân, bir yönüyle, insanın anlayışına göre ALLÂH ismiyle işaret edileni tarif eder demiştik...
insanın anlayışına göre ALLÂHı tarif tanımlamasına uygun düşen en açık seçik âyet, ÂYETEL KÜRSÎ ismiyle bilinen, Bakara Sûresinin 255. âyetidir...
Bunun yanında;
HÛDUR, EVVEL, ÂHiR, ZÂHiR, BÂTIN (HÛdan gayrı olarak hiçbir şey yoktur)! (57.Hadiyd: 3)
BiZ ONA, ŞAH DAMARINDAN DAHA YAKINIZ! (50.Kaf: 16)
NEFSLERiNiZDE (Benliğinizin hakikati)! HÂLÂ (fark etmiyor) GÖRMÜYOR MUSUNUZ? (51.Zâriyat: 21)
NE YANA DÖNERSEN VECHULLÂH KARŞINDADIR (Allâh Esmâsının açığa çıkışıyla karşı karşıyasın)! (2.Bakara: 115)
gibi daha birçok âyetler, hep ALLÂHı, insanın anlayışına göre tarif eden âyetlerdir.
Bunu biraz daha açalım.
Mesela Âyetel Kürsîde, Bakara Sûresindeki bu âyeti kerîmede buyurur ki:
...LÂ TEHUZUHÛ SiNETÜN VELA NEVM...
...ONDA NE UYUKLAMA (âlemlerden bir an için olsun ayrılık), NE DE UYKU (yaratılmışları kendi hâline bırakıp kendi Zâtî dünyasına çekilme) SÖZ KONUSUDUR...
Bilindiği gibi uyuma, uyuklama hâlleri insana, hayvana ait özelliktir!.. Burada, insanda veya hayvanda oluşan bir hâle nispetle, bu hâle GÖRE ALLÂHı tanımlıyor ve denilmek isteniyor ki, O insandaki bu hâlden münezzehtir!..
Yani, gerçekte, burada Onun ne olmadığı, neye benzemediği anlatılıyor!.. Ne olduğu değil!.. Ve insana GÖRE!..
işte Kurân-ı Kerîmde görülen bu gibi tanımlamalar; yani beşerî değer yargılarına, beşerî kabullere, beşerî vasıflara GÖRE yapılan tanımlamalar, insanın anlayışına izafetle yapılan, yaklaştırıcı tanımlamalardır!..
Bunlar hiçbir zaman, mutlak mânâda olduğu üzere, ALLÂHı anlatmaz!
Sadece, insanlardaki çeşitli tanrı, ilâh kabullerinin dayandığı özellikleri ortadan kaldırmak, silmek, yok etmek amacıyla kullanılan tanımlamalardır bunlar...
Çünkü insanlar, on binlerle sene ötesinden gelen bir biçimde, hep tanrılara veya daha gelişmiş hâli ile tek tanrıya tapınma anlayışı içinde olmuşlardır!
Oysa bu anlayışın zirvesine ulaşmış ve onu açıklamakla görevlenmiş olan Efendimiz Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi vesellem; tanrı ve tanrı kavramının yokluğunu; sadece ALLÂHın var olduğunu; ALLÂH ismiyle işaret edilen varlığın tanrılık kavramından münezzeh olduğunu tebliğ ile görevlenmiş olarak; Kurân-ı Kerîmde, öncelikle ALLÂH isminin mânâsının ne olduğunu çok açık seçik bir biçimde vurgulamıştır.
Şayet biz, gerçek mânâda ALLÂH isminin mânâsını anlamak istiyorsak, Kurân-ı Kerîmdeki, beşere göre ALLÂHı tarif eden âyetlerin sırrını anlamalıyız.
Sonra da buradan ilerleyerek, ALLÂHın bizâtihi ALLÂHı anlatması tarzındaki âyetlerin sırrına ermeye çalışmak mecburiyetindeyiz!
Eğer gerçekten ALLÂHı istiyorsanız, beşerî değer yargılarından, beşerî kavramlardan arınıp, saflaşıp; ALLÂHın bizâtihi kendisini anlatışına; kendine göre kendini anlatışına kulak vermek; bütün algılama araçlarımızla, bütün duyularımızla bu hitaba yönelmek mecburiyetindeyiz!
Eğer bunu gerçekleştirememişsek, asla ve asla kader olayını ve kader sırrını da anlamamız mümkün olmayacaktır.
Bu takdirde de tanrı ve tanrılık kavramına dayalı bir biçimde; tanrı ve tapınanı ikileminin getirdiği bir düşünce yapısıyla; bir tanrının iradesinden, bir de tanrıya tapınanların iradesinden söz etmek anlamına gelen şekilde, irade-i küll - irade-i cüz ikileminden kendimizi kurtaramayız!
Eğer gerçek anlamda kader sırrına vâkıf olmak istiyorsak, önce kelimede değil, lafızda değil, özde birliği kavramak zorundayız!
Özde biriz derken, Sen ben o var, ama hepimizin özü birdir değildir bunun mânâsı!
Gerçek varlık olarak sadece ALLÂH mevcuttur ve Onun dışında, Onun gayrısı olarak, hiçbir varlık vücud sahibi değildir şeklindedir bunu mânâsı...
Evet, buraya kadar beşerî değerlere ve beşerî anlayışa GÖRE, ALLÂHın tariflerinden söz ettik... Ve bu, insanların, tanrı kavramından kurtulması, ALLÂHın ne olduğunun biraz daha iyi bir ölçüde tanınabilmesi için gerekli olan tariflerdir bunlar; dedik...
Mesela;
ÖNCE VE SONRA, VE APAÇIK ORTADA OLAN VE ALGILANANLARIN ARDINDAKi HEP ODUR! (57.Hadiyd: 3)
âyetini ele alalım.
Mutlak mânâda, ayrı ayrı bir zâhir, bir bâtın vardır da, bunların hepsi de Odur; değildir burada anlatılmak istenen!..
Burada, insana, insanın algılama araçlarına yani beş duyusuna göre, yani insana izafetle ZÂHiR vardır, BÂTIN vardır; gerçeği anlatılmak istenmektedir.
Yani, insanın algılayabildiği, tespit edebildiği zâhirdir; tespit edemediği bâtındır! O ise zâhir ve bâtın diye bilinen Tektir; anlamına işaret edilmektedir.
Ayrıca burada, O kelimesi ile işaret edilen varlık, senin hem tespit edebildiğin, hem de edemediğin her şeyin orijinidir; vurgulaması yapılmaktadır.
Görüldüğü üzere burada yapılmakta olan tarif, insanın algılama sistemine göre yapılan tariftir! insanın algılama organlarının var ya da yok kabul ettiği şeylere GÖRE yapılan bir tariftir! Mutlak mânâda, ALLÂHı tarif değildir!
Veya bunun gibi bir başka kabulleniş vardır!
Mesela ALLÂHın Kıdem ve Bekâ sıfatlarından söz edilir... Önceliksiz oluşu; ya da sonsuz oluşu gibi!
Hâlbuki ALLÂH, öncelik veya sonralık, devamlılık veya devamsızlık gibi kavramlardan berîdir, münezzehtir! Çünkü, O, ALLÂHtır!..
Hadîs-î şerîfte buyrulmaktadır ki;
KÂNALLÂHU VELEM YEKÛN MEAHU ŞEYA!
ALLÂH VARDIR VE ONUNLA BERABER HiÇBiR ŞEY MEVCUT DEĞiLDiR!
Eğer bu uyarının mânâsını idrak edersek, fark ederiz ki, böylesine TEK olan bir varlığın, önceliğinden veya sonralığından söz edilemez!
Çünkü öncelik ve sonralık kavramı, var kabul edilenlere göre oluşmuş bir kavramdır... Hâlbuki ALLÂH sonsuz ve sınırsız Tektir, diyoruz ya!..
Şimdi dikkat ediniz, sonsuz-sınırsız tarifi dahi gene bir beşerî kavrama nispetledir.
ALLÂH gerçekte, sonluluk kavramından münezzeh olduğu gibi, sonsuzluk ve sınırsızlık kavramından dahi münezzehtir!.. Böyle bir kavramdan dahi berîdir.
Ama beşerî değerlerle programlanmış, bezenmiş bizler; tanrı kabulünden arınabilmek için, bu izafî değerlere bağlı sonsuzluk sınırsızlık ifade eden kavramlara sığınmak, onlara sarılmak; böylece ALLÂH isminin mânâsını anlamaya yaklaşmak zorundayız! Yani, bir zorunluluğun getirdiği tanımlamalardır bunlar!
Oysa ALLÂH, bizâtihi kendisini, çok net bir biçimde tarif ediyor...
Ne diyor?
O ALLÂH AHADDIR!... SAMEDDiR!...
Bu, ALLÂHın kendi kendisini, kendisine göre tarifidir!
Yani ALLÂH, Ahad olması nedeniyle kendisinin dışında bir varlık kabul etmez... Kendisinin dışında bir varlıktan söz etmek mümkün değildir!
işte bu hususa işaret bâbında muhalefetün lilhavâdis yani sonradan meydana gelmişlerin hiçbirine, hiçbir şekilde benzememe tanımlaması getirilmiştir.
Sonradan meydana gelmişlerin hiçbirine benzememe tanımlamasının mânâsı nedir, burayı anlamamız lazım... Bu husus oldukça derinliği olan bir husustur.
Mutlak olan prensip, ALLÂHın AHADiyetidir.
ALLÂH isminin mânâsını, ALLÂH ismiyle işaret edilen varlığın ana yapısını anlama sadedinde, ilk çıkış noktası ALLÂHın Ahadoluşudur.
ALLÂHın Ahadiyetini tarif sadedinde Hz. Rasûlullâh (aleyhisselâm)ın şu açıklamasına dikkati çekmiştik:
ALLÂH vardır ve Onunla beraber hiçbir şey yoktur!
Ahad olarak var olan varlığın; dışında, gayrısında veya içinde gibi kavramlar olmaksızın, Onunla beraber var olan hiçbir şey yoktur!
Peki o zaman şu sualin cevabını anlayalım... Ki ondan sonra, bu sonradan meydana gelmişlerin hiçbirisine hiçbir şekilde benzemez ifadesini çözebilelim.
Açıklamaya göre; ALLÂHla beraber hiçbir şey mevcut olmadığına göre; her isimle anılan müsemma yani her ismin işaret ettiği mânâ ALLÂHın ilminde var olmuş ilmî sûrettir!
ilmî sûrettir demek; ilimdeki mânâ sûretidir demektir! Bizim beş duyu ile algıladığımız şekli olan sûret anlamında değil!
ilmî sûret, ilimde var olmuş anlam ya da bilinçteki ilim mânâları şeklinde de anlaşılabilir...
Demek ki bütün bu ana kadar duyduğumuz, bildiğimiz, düşündüğümüz, hayal ettiğimiz her şey ve her kavram gerçekte, sadece ve sadece ALLÂHın ilminde mevcuttur.
ALLÂHın ilminde mevcut olan bu mânâlar, ALLÂHın yaratmasıyla meydana gelmiştir.
Dolayısıyla kâinat, evren ismi altında, kapsamında var olan, her ismin işaret ettiği varlık, ALLÂHın ilmi, iradesi ve kudretiyle meydana gelmiştir. işte bu sebepledir ki, ALLÂH ALiYMdir; ilim sahibidir. ilminde her şey mevcuttur.
ALLÂH MÜRiYDdir... Murat edendir! irade sahibidir... Ve ALLÂH KAADiRdir... MUKTEDiRdir! Kudret sahibidir. Ve o kudretiyle dilediğini meydana getirir.
işte bu ilmiyle takdir edip, irade etmesi, dilemesiyle o takdir ettiği varlıkları seyri; onların manevî yani kavramsal sûretlerini meydana getirmesi olur!..
Ancak burada anlaşılması gerekli olan önemli nokta şu husustur:
ALLÂH, ilmindeki sonsuz mânâlar dolayısıyla; bu mânâlara işaret eden Esmâ ül Hüsnâ denilen isimlerinin anlamlarını, kavramalarını dilediği şekilde terkiplendirerek; sonsuz sınırsız sayıda varlıklar meydana getirmiştir.
Onun sonsuz sınırsız sayıda meydana getirdiği bu varlıklar; Onun, ilmiyle ve ilminde yarattığı varlıklardır!
Dolayısıyla bu yönü itibarıyla, evren ve içinde var olan her birim; mikro planda veya makro planda, mikrokozmosda veya makrokozmosda mevcut olan her birim, yaratılmıştır!..
Mikro veya makro planda var olan her birim, Onun ilmiyle, Onun ilminden, Onun varlığıyla meydana gelmiş olması sebebiyle de; o varlıklarda, O varlığının dışında bir şey asla mevcut değildir!
işte bu son derece önemli iki noktayı hiçbir zaman dikkatimizden kaçırmayacağız.
Nasıl iki göz bir görürse, işte bu iki görüş de birliği meydana getirir. Birisinden gâfil kalırsak farkında olmadan ötekinden de uzak düşeriz.
Biraz evvel açıkladığımız üzere, kendi yarattıklarından, kendi var ettiklerinden hiçbirine benzememe özelliği ALLÂHın Ahadiyetinin tabii bir sonucudur. Çünkü Onun dışında bir varlık asla mevcut olmamıştır!
Hatta bunu ifade sadedinde şu cümle söylenmiştir;
Ayânı sâbite vücud kokusu almamıştır!
Ayânı sâbite, bütün bu var olan varlıkların aslı orijini olan ana mânâlardır!
işte bu sebepledir ki, bütün bu evren ve içinde var olan her şey, yoktan var olmuştur! Yoktan da ancak yok var olur!
Yani, bu ifade ile anlatılmak istenen şey, Her şeyin Zât-ı ilâhînin ilminde var olmasıdır...
Bu yokken var olmuş her şey, sadece ve sadece ALLÂHın ilmi ile ve Kendisinden vücud bulmuştur.
ALLÂHın Tekliğini, birliğini derken, dikkat edin sayısal birlikten söz etmiyorum... Bir tanrı için sayısal birlikten söz edilebilir... Ancak gerçekte, ilim sahipleri indînde ALLÂH için asla sayısal birlikten söz edilemez.
Burada bazıları hâliyle şu suali soracaklardır... Bugüne kadar bu konuları dinlememiş, bu konulara girmemiş olanların bu suali sormaları da son derece doğaldır...
Efendim ALLÂHın Vâhid ismi var; Kurânda birçok yerde de ilâhınız diye bahsediyor ALLÂHtan... Kurân, ilâh diye ALLÂHtan insanlara bahsederken, ALLÂHın Vâhid isminden söz ederken; sen nasıl olur da ALLÂHın ilâh-Tanrı olmadığını, ALLÂHın bir olmadığını söylersin?
Burada şuna dikkat ediniz!
ALLÂHın AHAD oluşu MUTLAKtır!..
ALLÂHın VÂHiD yani BiR oluşu ise muzaftır; yani izafîdir; yani GÖRESELdir; yani rölatiftir!..
Bu son derece önemli ve kavranılması da o derece güç bir gerçektir ki, tasavvuf da bundan HAKiKATLERiN HAKiKATi olarak bahsedilmiştir.
Bu konuyu açıklamaya başlarken dedik ki, ALLÂH isminin mânâsının insanlara, insanî kavramlara göre tarifi vardır, bir... Bir de, direkt olarak ALLÂHın kendini tarifi vardır, iki.
insanlık, sayısız tanrılara tapma dönemlerinden, tek tanrıya tapma dönemine kadar gelmiş ve nihayet Efendimiz (aleyhisselâm) ile tebliğ olunmuştur ki;
TANRI YOKTUR SADECE ALLÂH VARDIR.
işte bu akış, bu seyir içinde, insanlara tek varedici idrak ettirilmek için bu hitap biçimine uygun bir surette, ilâhtan söz edilmiştir.
Sizin ilâhınız yani, sizin o varsaydığınız ilâh var ya, işte o ilâh, ALLÂHtır...
Yani, ALLÂHın, ilâh-tanrı olmasından değil; ilâh-tanrı ismiyle, varsayımıyla, tasavvuruyla insanda var olan düşüncenin gerçeğinin ALLÂH olduğuna işaret edilmiştir.
Birinci anlayış kademesinde, ilâhın ALLÂH olduğu belirtilmek istenmiştir...
ikinci anlayış derecesinde idrak edilmesi önemli konu ise, ALLÂHın ne olduğunun fark edilerek; ALLÂHın ilâh olmaktan dahi münezzeh olduğunun fark edilmesi ve idrakıdır...
Bu hususu çok iyi anlayalım...
ALLÂHın ilâh olduğunun anlatılması ayrı şeydir; insanların ilâh diye düşündüğü varlığın gerçeğinin ALLÂH oluşunun vurgulanması ayrı şeydir!
Bu iki kavram birbirinden doğu ile batı kadar uzaktır!
Şayet yukarıda açıklamaya çalıştığımız gerçeği anlayabilirsek, işte o zaman, hakkıyla ALLÂHa iman edenlerden olma kapısı bize açılır ve hakkıyla Âmentü Billâhi demek fırsatı doğar.
Çünkü hakkıyla ALLÂHa iman etmek; izafî benliği ortadan kaldırır, imha eder, yok eder!..
Hakkıyla, ALLÂHa iman edende, benlik kalmaz!
Eğer bu açıkladığım hususu anlayabildiysek fark ederiz ki; ALLÂH ismiyle işaret edilen varlık, Zâtıyla mevcut yegâne vücuttur, varlıktır!
Ve ALLÂH ismi dışındaki bütün isimlerle işaret edilen varlıklar, birimler, yaratılmıştır... ALLÂH tarafından!.. ALLÂHın ilminde!..
işte bu sebepledir ki var olan; daha doğrusu ve gerçeği, var kabul edilen, var sanılan her şey, gerçekte yoktur!
Eğer bu gerçeği anlayabildiysek, şimdi bir adım daha ileri gitmeye çalışalım.
ALLÂH; öncelik ve sonralık gibi zaman kavramı olmaksızın; ilmiyle, ilminde mevcut olan sonsuz mânâları seyretmeyi dilemiş; MÜRiYD olması dolayısıyla, kendindeki sonsuz mânâları seyretmeyi murat etmiş; bu murat ediş ile birlikte, Ol dediği şey, anında olur âyetinde işaret edilen bir biçimde bu mânâların seyri başlamıştır.
işte ALLÂHın OL hükmüyle, yani MÜRiYD ismi ile işaret edilen bir biçimde ilmindeki mânâları seyretmeyi murat etmesi; Evren ismi altında olan tüm isimlerle işaret edilen varlıkların meydana gelmesini oluşturmuştur! Bunların yoktan var olmasını murat etmesi, hükümdür!
Bütün bunların var olmasını murat etmiş, hüküm vermiştir ki, bu hüküm ALLÂHın Kazasıdır!
Kaza, işte bu hükümdür!
Kazası, yani var etme hükmü sonucunda; o isimlerin mânâlarının nasıl ve ne şekilde açığa çıkmasını murat etmesi de Onun takdiridir.
Bu takdir gereğidir ki, çeşitli ilâhî isimlerin mânâları, sayısız çeşitli bileşimler-terkipler şeklinde belirli anlam sûretlerini meydana getirmiştir.
Anlam sûretlerini diyorum, dikkat edin; henüz bu boyutta varlıkların vücudu yok!
Yani, hüküm verdi!
Hüküm, Ol emri ile oldu; bu oluşun neticesinde çeşitli Esmâ mânâları seyredilmeye başlandı...
Çeşitli ALLÂH isimlerinin mânâlarının seyri takdir edildi!..
Bu Esmâ mânâlarının seyrinin takdiri ile birlikte, Ayânı sâbite denilen, varlıkların orijinleri, varlıkların orijin ve aslını meydana getiren, ana mânâ grupları meydana geldi...
Ancak dikkatinizi çekerim...
Ben bunları anlatırken elbette bir sıralamadan, bir zamandan bahsediyorum... Oysa gerçekte böyle bir zamanlama ya da süreç söz konusu değil!
Bunların hepsi, bir anda olup biten bir şey!..
OL DEDi VE OLDU.
anlamında tarif edildiği bir biçimde!
Bu yüzdendir ki, benim bu anlatışım içindeki zamanlama tâbirleri, sizi asla bir zaman kavramına sokmasın!.. Gerçekte, burada zaman diye bir olay yok!
işte bu mânâların, mânâ gruplarının meydana gelişi, Takdiri ilâhîdir!
Esasen;
ALLÂH MAHLÛKATIN KADERLERiNi GÖKLERi VE YERi YARATMAZDAN ELLi BiN SENE EVVEL YAZMIŞTIR, TAKDiR ETMiŞTiR.
Şeklindeki Rasûlullâh açıklamasında bahsedilmekte olan gerçek işte bu boyuttur.
Bu boyutta, henüz bildiğimiz anlamda varlık sûretleri olmadığı gibi, bu varlık sûretlerini meydana getiren Esmâ terkipleri -isimler bileşimleri- de yok daha! Bunların aslî vücudu yok!..
Bu yüzdendir ki, Ayânı Sâbite vücud kokusu almamıştır denerek, bu takdir safhasına işaret edilir.
Yani, ALLÂHın ilminde kendi mânâlarını seyretmesi, seyretmeyi hükmetmesi Kazadır...
Bu mânâların seyredilir hâle gelmesini düzenlemesi de mutlak mânâda Kaderdir...
Burada açıklamakta olduğum KAZA VE KADER, halkın anladığı, kitapların yazdığı kaza ve kader kavramı olmayıp; bâtınî mânâda, gerçek mânâda, öz mânâda KAZA VE KADER kavramıdır.
Şimdi bu kavramların bir de ikinci bölümü var ki; halkın, herkesin anladığı mânâdaki kaza ve kader kavramlarıdır onlar.
Zaten bizim bildiğimiz; üzerinde konuştuğumuz; kader ne kadardır, eni nedir, boyu nedir, ne kadarı bizde var, ne kadarı da onda var; küllü nedir, cüzü ne kadardır gibi kavramlar, hep bu ikinci bölümde konuşulan kaza ve kader ile ilgili kavramlardır.
Şu ana kadar bahsetmiş olduğum boyuttaki KAZA ve KADER ile ilgili değildir!..
Eğer şimdiye kadar anlatılanları anlayabildiysek; şimdi bunun bir basamak daha aşağısına inelim.
Mahlûkatın kaderlerine geliyor sıra...
Mahlûkatın kaderini yazan kim?..
Mahlûkatın kaderini yazan Rabb-ül Âlemîndir...
Rabb-ül Âlemîn... Âlemlerin Rabbi, yani âlemler kelimesiyle işaret edilen, sonsuz sınırsız varlıkların meydana getirildikleri Rubûbiyet mertebesidir.
Bütün ALLÂH iSiMLERiNiN mânâları, ALLÂH ilminde mevcuttur, dedik.
Rahmâniyet mertebesinden, ilmi ilâhîdeki ilâhî Esmânın toplu hâlde bulunduğu mertebedir diye söz edilirse de; gerçekte burada topluluktan veya ayrılıktan söz edilemez.
RAHMÂNiYET; ilâhî Esmânın hazinesidir, deriz; ki bu da mecazî bir ifadedir... Gerçekte, böyle bir tanımlamadan da münezzehtir ALLÂH!..
işte bu Rahmâniyet mertebesinde mevcut olan Esmâ-i ilâhî, Onun, Melikiyet mertebesi özelliği ile mülküdür.
Bir yönü itibarıyla Meliktir, bir yönü itibarıyla Mâliktir.
Ancak, Melik ismi, Mâlik isminden daha kapsamlıdır.
Mâlik ismi; bir şeyin sahibi anlamındadır.
Melik ise o şeyin hem sahibi, hem de o şeyler üzerinde mutlak hükümdar olandır.
Yani ALLÂHın MelikiyetI; kendi Esmâlarını dilediği gibi açığa, ortaya çıkarması, seyretmesi anlamındadır.
DiLEDiĞiNi YAPAR. (2.Bakara: 253)
YAPTIĞINDAN SUAL SORULMAZ! (21.Enbiyâ: 23)
Bu âyetler Onun Melikiyetinin eseridir.
Melikiyet mertebesinin tenezzülü ile Rubûbiyet mertebesi oluşur.
Rubûbiyet mertebesi çeşitli Esmânın, çeşitli terkipler-bileşimler şeklinde açığa çıkmasını sağlar. Bu Esmâ, çeşitli terkipler şeklinde ortaya çıktığı anda abd meydana gelir...
Rab yani ALLÂH isimlerinin bir terkip -bileşim- hâli, bir birimin, bir isim ardındaki varlık hâlinde ortaya çıkışını sağlar. işte bu ortaya çıkış Rubûbiyet mertebesinin hükmünün zâhir oluşudur.
Kul, Rabbine tâbidir!
HAREKET EDEN HiÇBiR CANLI YOKTUR Ki ONUN BiNASiYESiNDE (alnında-beyninde var olarak/beyninden) TUTMUŞ OLMASIN (Fâtırın beyni programlaması)!.. (11.Hûd: 56)
Âyeti işte bu gerçeğe işaret eder.
Yani, o varlığı bulunduğu hâliyle yaşatan; ALNINDA -alnının arkasındaki beyninde- açığa çıkan, Esmâ terkibinin oluşturduğu program, onun Rabbidir... Çünkü onun varlığı, kendisinin Rabbi olan Esmâ terkibinin tabii sonucudur...
Yani birim ismi; kendini meydana getiren isimler bileşiminin adıdır.
Kendisini meydana getiren o Esmâ terkibinin -isimler bileşiminin- dışında, birimin bir varlığı mevcut değildir.
Eğer, o ismin ardındaki, o ismin karşılığı olan Esmâ terkibini ortadan kaldırırsanız; ismin arkasındaki varlık da ortadan kalkar!
Hangi isimle isimlenen, hangi varlık, hangi birim olursa olsun; o ismin ardındaki varlık bir Esmâ terkibidir; yani Rabbin bir isimler bileşimi şeklinde kendi varlığını aşikâre çıkartmasıdır.
Bu yüzdendir ki...
Birimin, hiçbir şekilde, ALLÂHın Esmâsı dışında, bir zerre varlığı mevcut değildir!.. Ve bu sebepledir ki, abd, Rabbinin mutlak olarak kuludur!..
Abd, Rabbine kulluk etmededir! Her hâlükârda!
Abdın Rabbine kulluk etmemesi asla düşünülemez ve hayal bile edilemez... Tasavvur bile edilemez...
Çünkü Abdın, Rabbinin varlığı dışında hiçbir şeyi yoktur! Sadece ismiyle, Rabbinden ayrı düşmüştür abd!..
Bunu tarif sadedinde basit bir misal vermişlerdir ama, bu misalin kelimelerinde kalınırsa yine olaydan çok uzak düşülür.
Suyun çeşitli kalıplarda donarak, değişik sayısız buzdan heykeller meydana getirmesi ve bu buzdan heykellere değişik isimler verilerek, sayısız değişik varlıklar varmış sanılması hâlini düşünün!..
Birinin adına insan demişsin, diğerinin adına cin, bir diğerinin adına melek, ya da dağ, deniz v.s. demişsin!
Ne var ki, buzdan birimlerin isimlerinin ardındaki varlık olan o buzdan heykelleri erittiğin zaman, buz, aslı olan suya döner!..
Şimdi, abd, Rabbin Abdı olduğuna göre
Abd ismiyle, Kul ismiyle işaret edilen varlık; belli ilâhî isimlerin mânâlarının, bir bileşim hâlinde bir araya gelerek bir anlam oluşturması olduğuna göre... Ayrıca, o abdın, başka bir tanrıdan, başka bir ilâhtan, başka bir varlıktan almış olduğu bir aklı, bir şuuru, bir idrakı ve bir iradesinden acaba söz edilebilir mi?..
işte geldik işin tâbiri câizse, püf noktasına...
Varlığın aslını, hakikatini, özünü bilmeyenler; hakikate ermemiş olanlar; yani her şeyi beş duyu sınırları içinde değerlendirme özelliği ile bezenmiş mübarek varlıklar; elbette kendilerinde belli bir bağımsız akıl, belli bir bağımsız irade, belli bir bağımsız kudret, belli bir bağımsız güç olduğunu düşünecekler ve bu düşünceleriyle o güzel ve mükemmel hayatlarını yaşayıp, bu dünyadan geçip gidecekler!!!
Şurası kesin ki, ALLÂH dilediğini yapmadadır ve yaptığından sual sorulması söz konusu olmaz!
Sual sorulmaz; çünkü, sual soracak ikinci bir varlık yoktur!
VE MA TEŞÂÛNE iLLÂ EN YEŞÂALLÂH... (76.insan:30)
ALLÂH DiLEMEDiKÇE SiZ DiLEYEMEZSiNiZ!...
Evet, dikkat buyurun...
Siz isteyemezsiniz, ALLÂH istemedikçe çevirisi yanlıştır!
Bu âyetin gerçek mânâsı;
Siz isteyemezsiniz, isteyen ALLÂHtır!...
Ve bu mânâyı anlarsak, fark ederiz ki, iki tane isteyen varlık yok!
Biri istiyor da, onun isteği üzerine ötekinde de istek meydana geliyor gibi bir kavram kesinlikle söz konusu değil!
işte, ve ma teşâûne illâ en yeşâallâh âyetinde de bu husus vurgulanır...
Gerçekte isteyen tek varlık, yani MÜRiYD ALLÂHtır! iRADE sadece ALLÂHındır. Ve, O, murat ettiğini OL hükmüyle meydana getirir.
işte bu gerçeğe işaret sadedinde denir ki;
Kaldır kendini aradan, ortaya çıksın Yaradan.
Kendini aradan çıkartırsan, kaldırırsan; yani ALLÂHtan ayrı bir varlık olarak varım varsayımından, zannından kurtulursan; varlıkta mutlak MÜRiYD yani iRADE EDEN ve RAB olan ALLÂH dışında bir şey mevcut olmadığını açık seçik fark edersin.
HÂLBUKi SiZi DE YAPTIKLARINIZI DA ALLÂH YARATMIŞTIR! (37.Sâffât: 96)
ALLÂH yaratmıştır kelimesiyle işaret edilen mânâyı biraz evvel izah etmiştik. Yani, varlıkların yaradılışı demek, iLiM boyutunda Esmâ mânâlarının takdiri, hükmüdür!
Varlıkların meydana gelişiyle, bu varlıkların meydana gelişinin tabii sonuçları olarak onların fiilleri meydana gelir...
Daha açık bir ifadeyle anlatmaya çalışalım...
Fiiller, belli bir mânânın dışarıdan algılanan şeklidir!
Belli bir mânânın varoluşunun doğal sonucu ve algılanış şekli, fiildir! Yani her fiil, gerçeğiyle mânâdır!..
Dikkat ediniz, mânâ ihtiva eder demiyorum!.. Birimin algılama şekline göre, mânâ ifade ederdir, bunun anlamı, ama ben bunu demiyorum!
Fiil, mânâdır; mânânın ta kendisidir!
O mânâ, algılama aracına bağlı olarak fiil şeklinde değerlendirilir!
işte burayı çok iyi anlamak lazım... Çünkü, çok ince bir sırdır bu ve konunun önemli püf noktalarından bir tanesi de burasıdır!
Esas var olan mânâdır!..
Mânânın, fiil şeklinde algılanışı, algılama aracı dolayısıyladır!
Eğer şu açıklamaya çalıştığım cümleyi anlamazsak, kesinlikle ALLÂH vardır ve Onunla beraber hiçbir şey yoktur cümlesinin mânâsını da anlayamayız!.. Lafını eder, ezberler, kelimeleri tekrarlarız, ama mânâsını kavramamız asla mümkün olmaz!
Efâl boyutu denen; algılama araçları ile var görünen; var kabul edilen; var sayılan; tüm fiiller, orijinde mânâ olarak mevcuttur ve fiiller boyutu denen kesret âlemi için, bu sebeple denmiştir ki;
HER ŞEY HAYALDEN iBARETTiR; ÂLEMLERiN ASLI HAYALDiR.
Çünkü kesret yani çokluk kavramı içine giren her şey, ALLÂH isimlerinin anlamlarından başka bir şey değildir!..
Eğer, siz henüz şuur boyutunda yaşayabilme; benliksiz bir biçimde, varlığın Tekliğini seyredebilme özelliğine sahip değilseniz; sizin için çokluk âlemi mevcuttur! Ve siz kesret âleminin kurallarına göre yaşarsınız!.. Ve bu yaşamınızın doğal sonucu olarak, bütün beşerî değerler, kavramlar geçerlidir.
Ayrıca sanmayınız ki; bu bahsedilen âlemleri yaşadığınız zaman, şu içinde bulunulan âlem ortadan kalkar; hayır!..
Her boyut kendi algılayıcısıyla varlığını sürdürür ve;
ALLÂH, ÂDEMi KENDi SÛRETi ÜZERE MEYDANA GETiRDi, YARATTI
anlamındaki Rasûlullâh uyarısı gereğince de, insan ismi altında, Zât boyutu, Sıfat, Esmâ boyutu ve Efâl boyutu mevcuttur.
Bu yüzdendir ki; Zât boyutunun, erdiyseniz hakkını verirsiniz; Sıfat ve Esmâ boyutunun, erdiyseniz hakkını verirsiniz; Efâl boyutunun da ayrıca hakkını vermek zorundasınız!.. Çünkü bu dört boyut da sizin varlığınızda mevcuttur!
Şu ana kadar anlattığımız hususlarda, Rasûlullâh (aleyhisselâm)ın açıklamaları ve Kurân-ı Kerîmde işaret edilen gerçeklerden anlayabildiğimiz kadarıyla, ALLÂHın kazası ve takdiri ile; ALLÂHın varlığı meydana getirişi ve bu konudaki takdiri üzerinde durduk.
Şayet buraya kadar anlattıklarımızı yeterince açıklayabildiysek, bundan sonrasını da son derece rahatlıkla anlayıp çözebiliriz.
Ancak bu bölümü anlamadıysak, ALLÂH isminin mânâsını şayet kavrayamadıysak; bu mânâ bize açılmadıysa; muhakkak ki herkesin anladığı mânâda (bkz: )(bkz: http://www.ahmedhulusi.org/kitap/akilveiman.htm)