1. Etnik Tanım: "Türk" adı esasen MS 550 yılı dolayında Türk veya Kök Türk Devleti'ni kuran bir boyu veya boylar federasyonunu ifade eder. Türk Devletinin kazandığı büyük güç ve prestijden ötürü, bu devleti kuranlarla aynı dili ve benzer lehçeleri konuşan diğer Orta Asya boyları da daha sonraki yüzyıllarda "Türk" adını benimsemiştir.
11. yüzyılda Divan-ı Lugat-it Türk adlı önemli sözlüğü yazan Kaşgarlı Mahmud, "Türkçe" (Türk tılı) adını verdiği Orta Asya Yazı Türkçesinin yanısıra, Oğuzca, Kıpçakça, Uygurca, Çiğilce, Arguca, Tatarca gibi farklı diyalektleri konuşan halkların tümünü "Türk" olarak adlandırır.
Selçuklu'ların 11. yüzyılda iran'ı ele geçirmesinden sonra, başta Oğuzlar olmak üzere çeşitli Türk grupları Batı Asya'nın büyük bir bölümüne yayılmıştır. 13. yüzyılda Türkçe, Anadolu yarımadasının egemen dili olmuş; yanısıra Güney Rusya, Kafkasya, Mezopotamya ve Suriye'de önemli Türk grupları oluşmuş ve siyasi güce kavuşmuştur. 14. yüzyıldan başlayarak Osmanlı Devleti'nin fetihleri sonucunda, Balkan Yarımadası'nda toplam nüfusun %20 ila 35'ini oluşturan Türk toplulukları belirmiştir.
Belirtilen toplulukların ne kadarının Orta Asya'dan göçen Türkler olduğu, ne kadarının dil ve kültür asimilasyonu sonucu "Türkleştiği" sorusu, tarihçiler arasında tartışma konusudur. Anadolu ve Balkanlarda Türk yayılması islam dininin yayılması ile özdeşleştiği için, bu yörelerde islamiyeti benimseyen çoğu topluluk "Türk" kabul edilmiştir. Ancak tarih çağları boyunca belirleyici ölçüt dil olmuştur. 19. yüzyıl sonlarına kadar "Türk" demek, "anadili Türkçe olan kimse" demektir. Dışarıdan adlandırmada (exonym) [1] bu tanım nettir: Avrupalılar ve yerli gayrımüslimler açısından, Türkçe konuşan herkes "Türk"tür. Toplumun kendini adlandırışında ise (endonym) daha nüanslı bir yaklaşım geçerlidir. En eski devirlerden beri Türkçe konuşan Türkmen ve Yörük aşiretleri "Türk" veya "Hakiki Türk" (etrak-ı bi-asl) sayılırken, çoğunluğu etnik köken bakımından karışık olan Osmanlı orta ve üst sınıfları, Türkçe konuştukları halde, kendilerini "Türk" değil, "islam" veya "Osmanlı" olarak adlandırmayı tercih etmişlerdir.
2. Cumhuriyetin Türk Tanımı: Osmanlı Devletinin müslüman halkını, dil ve etnik kökene bakmaksızın "Türk" sayan görüş 1900'lerın başından itibaren Osmanlı yönetici eliti arasında yandaş bulmuştur. ittihat ve Terakki hareketini oluşturan Türk, Arnavut, Çerkez, Gürcü, Kürt ve Arap kökenli liderlerin birçoğu da belirleyici kimlik olarak "Türklüğü" seçmişlerdir.
1919-20'de temelleri atılan yeni Türk devleti, başlangıçta ulusal kimliğini "Anadolu ve Rumeli'nin müslüman ahalisi" (anasır-ı islamiye) ile sınırlamıştır. Bu tanım ülkenin gayrımüslim yerlilerini dışladığı gibi, Dünya Savaşı'nda düşman cephesinde yer alan Arapları da dışlar; buna karşılık dil ve köken koşulu aramaksızın, yeni devletin tüm müslüman unsurlarını içerir. 1923 tarihli Lozan Antlaşması'nın şartları çerçevesinde gayrımüslim azınlıklar da "vatandaşlık açısından Türk" kabul edilmiştir, ancak bu kabul daima sınırlı ve koşullu kalmıştır. Günlük konuşma dilinde gayrımüslim vatandaşlar genellikle "Türk" sayılmaz. Resmi söylemde de bu kişilerin Türklüğü, "Türk kültürünü ve ulusal ülküsünü kabul etmek", "Türkiye Cumhuriyetine vatandaşlık bağı ile bağlı olmak" gibi bir dizi esnek ve belirsiz koşula bağlı sayılır.
Bazı Problemler
Cumhuriyet'in benimsediği "Türk" tanımı ilk günden bu yana bazı ciddi sorunlarla karşı karşıya gelmiştir.
Türkiye'ye komşu coğrafyalarda (örneğin Yunanistan, Bulgaristan, Yugoslavya, Irak ve Suriye'de) yaşayan Türk azınlıklar Türkiye Türkleriyle aynı lehçeyi konuşurlar, ortak bir tarihi paylaşırlar; belirgin bir ortak ulusal kimliğe sahiptirler. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmadıkları için "Türk" sayılmamaları, tarihi gerçeğe ve sağduyuya ters düşer.
Özellikle Hatay'ın Türkiye'ye ilhakının gündeme geldiği dönemde bu paradoks, Türkiye Cumhuriyeti yönetimini sıkıntıya sokmuştur. Bu nedenle "Türk" tanımına 1930'lu yıllarda yeniden bir etnik köken boyutu eklenerek, Türkiye'ye komşu coğrafyalarda yaşamış olan bir dizi tarihi kavmin (örneğin Hititler, Sumerler, Akalar, Etrüskler, iskitler gibi) "Türk" olduğu ileri sürülmüştür.
ittihat ve Terakki ve Cumhuriyet aydınları arasında 1910'lardan beri etkin olan Türkçülük ve Turancılık akımları, Orta Asya'da çeşitli Türk dilleri konuşan kavimleri (Azeriler, Türkmenler, Özbekler, Kırgızlar, Tatarlar gibi) "Türk" kabul etme eğilimindedir. Oysa bu kavimlerle Türkiye Türkleri arasında siyasi anlamda bir ulus birliği yoktur; bu halklara mensup insanların büyük bir bölümü kendilerini "Türk" saymaz ve Türkiye Türkleriyle "kaderde ve tasada ortak" bir siyasi ideali paylaşmaz. Eğer "Türk" tanımı Orta Asya'nın bu halklarını da içerecek şekilde genişletilirse, o zaman "Türklerin" gerçek anlamda bir ulus (millet) olmadığını kabul etmek gerekecektir.
Yukarıda sayılan kavramsal problemler, günümüzde de Türk siyasi düşüncesinin en önemli açmazları arasında bulunmaktadır.