kaf dağının ardında, bir dudağı yerde, bir dudağı gökte büyük insan yiyenlerin yaşadığı yerde bir dere varmış. bu dere kışın gürül gürül akar, yazın durulurmuş. deredeki taşların hepsi kış gelse de dere biz aşağılara, en aşağılara götürse diye bekler dururlarmış. fakat aralarında bir tanesi varmış ki o hiç gitmezmiş istemeyi. her kış dere diğer taşları alır götürür ama onu bir türlü yerinden oynatamazmış. onunla alay eden diğer taşlara "ben derenin üzerimden akmasına aşığım" cevabını verirmiş.
aylar geçmiş, yıllar geçmiş o taşlar gitmiş yeni taşlar gelmiş, yeni taşlar gitmiş, başka taşlar gelmiş ama bizimki hiç gitmemiş. bütün kış üzerinden akan dereyi izlemiş, bütün yaz derenin hasretini çekmiş. ama bir zaman sonra yer altından taş gelmez olmuş. çatlayan taşlardan çıkan kumlar sarmaya başlamış etrafını. bizimki kurtulmaya çalıştıkça kumlar üzerini örtmüş, o temizlenmiş kumlar kapatmış. en sonunda başedemeyip bırakmış kendini. sürüklenmiş, sürüklenmiş içi kum dolu bir durgun suya düşüvermiş. diğer taşlar birbirine çarpa çarpa denize ulaşırken o kum dolu bir durgun birikintinin içinde gömüle gömüle kaybolmuş. bir daha da ne suyu görebilmiş ne akan dereyi. *