hayat, gidenin ardından üzülmek için çok kısa. evet hayat bize bunu aşmamız için zamanlarını sunuyor, bolca ve bolca... ama zamanı hayat bize sunarken, kendisinin değil, bizim hayatımızdaki zamanları sunuyor. geçen yine kendi ömrümüz, biten yine kendi yaşamımız oluyor.
her şey için biraz zaman gerekir cümlesi bu ömrü heba etmek değilse nedir? gerçek aşk ardından boş veremeyecek ve öteki için anında hazırlığa geçemeyecek kadar özeldir. bitişi de özel olduğu kadar keder vericidir. dozunu kendi kalbiniz ayarlar. dolayısıyla üzülmemek imkanı zaten yokken ben de bir lamba olarak büyük büyük burnum havada edasıyla konuşup sizlere "boş verin yahu" aklı verecek değilim elbette. üzülün! üzülmek, aşık olacağınız öteki insana vereceğiniz değeri arttıracaktır.
üzülün ama kendinizi kapamayın hayata. başka bir aşk gelecektir illa ki. ona kilitlemeyin kapılarınızı. aşk sadece 1 kişide yaşanmaz. bilindiğinin aksine, çok kişiye aşık olabilir insan ve karşılıksız olanlara üzüldüğü için sadece onları gerçek aşk sanır. halbuki, karşılıklı olanı sevgilerin en yücesidir. ve bu ihtimali size yaratan bir kişinin yüzüne pencerelerinizi kapamanız sadece onun değil sizin de kaderinizin seyrini pekala değiştirecektir.
ben, bir zamanlar lambayken, bir insana aşık olmuştum. bundan önceki entrylerimde de bahsettim o sebeple fiziksel özelliklerini tarif etmeyeceğim. ilk başta alalade birisiydi benim için. her gün yanıbaşıma gelip orada dakikalarca duran herkesten birisiydi. fakat her gün geldiği için göz aşinalığım olmuştu sadece. bir gün telefonu çaldı, kiminle konuştuğunu bilmiyorum, önemli de değildi zaten. ses tonuna aşık oldum.
evet sadece ses tonu. sesini duymadan önce dış görünüşüyle hiç de etkilememişti beni aslında. dedim ya, alalade birisiydi benim için. sesine aşık olunca, onu incelemeye başladım. gözü,dudakları, gülüşü, saçı her şeyi bambaşka gelmeye başlamıştı. kişiliğini henüz bilmiyordum. ama bir ses tonu bir insana bakış açınızı değiştirebilirmiş bunu anladım. sonra gülüşüne aşık oldum onun. sonra gözlerine. sonra saçlarına, ellerine, boyuna-posuna, hareketlerine, giyinişine, burnuna, kaşlarına, kokusuna, dudaklarına, tenine her şeyine...
fakat bir lambanın aşkı nasıl karşılık bulabilirdi ki? bulamadı da zaten...
gidip bir daha gelmez olduğunda üzüldüm, çok üzüldüm. ne kadar yolunu gözlesem de, gelmiyordu işte. aylarca bekledim belki de. kimse umrumda değildi ben sade ve sadece onu görmek istiyordum. ama yoktu.
düşünmeye başladım, bir lamba olduysam ben, neden hala duygularım vardı? cezam bu muydu? kimi seversem seveyim asla karşılık bulamayacak bir kalıptaydım.
sonra buldum, neden kendim gibi birisine şans tanımıyordum? neden onca ay üzülmekle geçirmiştim de yolun karşı çaprazındaki sokak lambasıyla konuşmaya çalışmamış ve kendimi herkese, her şeye kapamıştım?
bağırdım,
"heyy, naber?"
cevap yoktu, bir kıpırtı da. tekrar ve tekrar bağırdım. bir fısıltı bile duyamıyordum cevaben.
2 sokak lambasının arası en az 3 metredir. (kendi hesabımla)
beni nasıl duysundu... onun da benim gibi duyguları var mıydı bunu bile bilmediğim birisine defalarca seslenmeye çalışmıştım. sokak lambaları yalnızlığa mahkumdur bu yüzden. sadece dostları olabilir bunu kavradım. aşka kendimi kapadım mı? hayır... sadece kendi kendime yaşayıp kendimi çokça üzeceğim bir duygu seline kapılmamak için tuttum kendimi. belki bir gün bir insan değil ama karşı sağ veya sol çaprazımdaki yahut aynı hizamda sağ ve sol yanımdaki sokak lambalarından bir ses işitirsem hemen yöneleceğim ona. bu kimseye kırgın olmadığımın apaçık kanıtıdır. kendimi kapamadığımın da. bekliyorum sadece...
ama insan öyle mi? insanlar arasınd 3 metre yoktur. eğer isterlerse tüm mesafeleri aşabilirler. ben bile umutsuzluğa kapılmamışken, insanların hayatlarının geri kalanını çöpe atarcasına kaderlerine küsmelerini anlayamadım, anlayamayacağım da...
çünkü, başka bir aşk her zaman gelir, hep de gelmiştir...