Eric Cantona, Roy Keane, marco materazzi, emre belözoğlu, lugano...
Neden saydım bu yukarıdaki isimleri? Çünkü, hepsi de futbol dünyasında başarılı ama fair play konusunda sınıfta kalan futbolculardır. Hemen hemen her maçta vukuatları eksik olmaz. Ancak bir özellikleri vardır: Sonuna kadar mücadele ederler, formanın hakkını verirler. Rakip takım taraftarları tarafından sevilmeseler de kendi kulüplerinde vazgeçilmez olurlar. Futbol için önemli olan da budur. Terini son damlasına kadar sahaya akıtmak.
Ancak...
Eğer sadece bir spor kulübü değil iseniz, bir felsefeniz, bir amacınız var ise, her şeyden önemlisi bir eğitim kurumu iseniz (Fenerbahçe'nin de eğitim kurumu olma yolunda ilerlediğini söyleyelim) sizin sahada terini son damlasına kadar akıtan futbolculardan daha fazlasına ihtiyacınız vardır. Liselerinin olması bu kulüplerin eğitim kurumu olmasına yeterli midir, diye sorarsınız tartışılır... Demek istediğim, kendinizi bu misyonda tanımlıyor ve tanıtıyorsanız, sporcu seçiminde sadece "iş niteliğini" değil, "karakter niteliğini" de aramalısınız. Evet, bir galatasaraylı olarak felipe melo'yu ne kadar seviyorsam, emre belözoğlu'ndan da aynı oranda nefret ediyorum. Ama ben taraftarım, bir eğitim kurumu ya da eğitim kurumu olduğunu iddia eden bir spor kulübü değil. Spor kulübü iseniz, futbolcularınızı ahlak, karakter ve fair play anlayışı çizgisinde belirlemeniz gerekir.
Yukarıda saydığım futbolcuların felipe melo'dan bir farkı yoktur. Ancak oynadıkları kulüplerin galatasaray ve fenerbahçe'den farkları vardır. Man. UTD veya inter FC bir eğitim kurumu olmak iddiasında değildir. Bu yüzden böyle futbolcuları kaldırabilir. Peki bir eğitim kurumu, işini ne kadar iyi yaparsa yapsın, ahlaksızlığı kaldırabilir mi?
Not: Burada tüm futbolcular için bahsedilen "iş ahlaksızlığı"dır. Özel yaşamlarında gayet karakterli, ahlaklı ve düzgün insanlar olabilirler. Sadece, saha içindeki davranışlarına bakıp külliyen ahlaksız ilan etmek saçmadır.