SAPTIRMALAR ve iŞKENCELER
Ankarada yapılan görkemli gösteri ve yürüyüş, Sovyetler Birliğinin 2. Dünya Savaşını
sonlandıran bir zafer kazanma yolunda ilerlemesi karşısında, o zamana kadar yürüttüğü
Alman yanlısı politikaya yön değiştirme telaşına düşen Cumhurbaşkanına ve emrindekilere
iyi bir fırsat gibi göründü. Yayınlarında Türk dünyasına ilişkin yazı, yorum ve haberlere
çokça yer veren Türkçüler, tutsak Türklerin büyük çokluğu işgalindeki topraklarda yaşayan
Sovyetler Birliği yöneticilerini zaten tedirgin etmekte idi. Türkçülük aleyhine bir kampanya
açılması ve başlıca Türkçülerin tutuklanıp cezalandırılması, Sovyetlere yönelişe, yani
SSCBnin kandırılabilmesine (!) yarayabilirdi.
Ayrıca; Maarif Vekilinin, 3 Mayısın kahramanı olarak görülen Atsız ve kardeşi Nejdet
Sançar ile görülecek hesapları vardı: Atsız (1934 ; 102-105.), Alaylı Alimler adlı yazısında
Yücelin, 18 önemli yanlışını belirlediği Türk Edebiyatına Toplu Bir Bakış adlı kitabını ağır bir
dille eleştirmiş, yazısını Hasan Ali Bey! Çizmeden yukarı çıkmayın. Ben içtimaiyat kitabı
yazmaya kalkıyor muyum? diyerek bitirmiş; Orhundaki son yazısında ise onu istifaya
çağırmıştı. Sançar ise, 1939 yılında, görevli olduğu Sivas Öğretmen Okulunu ziyaret eden
bakanı karşılamamakla kalmamış; onunla, okulun müdürü ve öğretmenleri önünde, çetin
bir tartışma yapmıştı (Sançar (1947) : 14-25). Herhalde, böylece onların yaptığı
saygısızlıkların (!) öcü de alınabilecekti.
O yıllarda inönünün annesine mevlit ve aşir okumakla da ünlü olan ve bundan dolayı
Cumhurbaşkanlığı Köşküne sıkça, serbestçe gidebilen Hasan Ali Yücel, durumu hemen
inönüye aktarmış ve Rusyaya yönelmede Türkçüleri kullanma yönünde olurunu almış
olarak faaliyete geçmiş olmalıydı. işte soruşturmanın yönü, muhtemelen bu sebeplerle
saptırılmıştı.
Zaten bakan önceden tedbirini almış ve Atsızın Özel Boğaziçi Lisesindeki görevine 7 Nisan
1944 günü son verdirtmişti (Atsız, vb., 16.03.1951 : 13). Hemen Atsız ve tanınmış
Türkçülerin ev ve işyerlerinde aramalar yapıldı. Bulunan bazı mektuplar vb. delil sayılarak
gözaltılar ve tutuklamalar o yöne çevirildi. Ankarada gözaltına alınan bazı gençler de
istanbula gönderildi. Atsız-Sabahattin Ali davası dolayısıyla Ankarada bulunan Atsız ise,
istanbula gitmek üzere hazırlık yaptığı otelde tutuklandı ve daha sonra istanbula trenle
gönderildi.
O arada, çoğu Ankara ve istanbulda bulunan, yurdun değişik yerlerinde görevli olan veya
yaşayan bazı kişiler de, ya Atsıza mektup yazmış olmaları ya da Orhun dergisinin açtığı
ankete katılmış bulunmaları bahane edilerek tutuklandılar. Bunların Ankaraya getirilenleri
ile sonradan gözaltına alınmış olanları istanbula gönderildiler.
Gözaltına alınıp tutuklananların kimisi sivil, kimisi askerdi. Sivil olanlar Sirkecideki, o
yıllarda Emniyet Müdürlüğü olarak kullanılan Sansaryan Hanına, asker olanlar ise o zaman
istanbulun Tophane semtinde bulunan Askeri Cezaevine kapatıldılar.
Bundan sonra, oralara getirilip tutuklananlar için bir cehennem hayatı başladı. Onların
hepsi ihtilattan men edilmişlerdi; en yakınları, hatta ailelerinden biri ile dahi
karşılaşmaları, görüşmeleri yasaktı. Tıkıldıkları tek kişilik, penceresiz ve ışıksız hücrelerde,
birbiri ile karşılaşmaları, konuşmaları ve görüşmeleri de mümkün değildi. Bu yüzden oraya
kimlerin getirildiğini bilmiyorlardı. Ancak bazılarını, hücrelerini bekleyen polis veya
askerlerle bir isteklerini iletmek için koridorda konuşurlarken, duyabildikleri seslerden
tanıyabiliyorlardı.
Daha sonra ilk soruşturma başladı. Bu dönemde tutuklular, önceden hazırlanmış bir
ifade metnini imzalamaya zorlandılar; imzalamayanlar çeşitli işkencelere uğratıldılar. O
dayanılmaz günleri, Atsız bir koçaklamasında şöyle dile getirir:
Burda güneş açmıyor,
Ümit kuşu uçmuyor,
Yok yok, kervan göçmüyor,
Dakikalar geçmiyor.
Döndüm vuslat yolundan,
Yandım firkat çölünden.
Tanrı rahmet selinden,
Bir damlacık saçmıyor.
Bir kadının melali,
Bir yavrunun hayali,
Bir evin öksüz hali,
Gözlerimden kaçmıyor.
Karardı gündüzlerim,
Kış oluyor yazlarım,
Dumanlanan gözlerim,
Uzak yakın seçmiyor.
Bir gönülüm: Muratsız.
Bir kartalım: Kanatsız.
Kendinden geçse Atsız,
Dakikalar geçmiyor