bu fikrimi sizlere bu liriklerimle tasvir etmek istedim.
merhaba,
ben pembe tolga
iffetini tenkit etmekten çekinmeyeceğim, ilişkiye başladığım günden itibaren gözleri kaslı ağyar arayan, güvenilmez olmasına karşın köhne yüreğimi bir serçenin göz yaşı misali ıslatan, bahusus aşkımızın en yüksek terakki gösterdiği zamanda terk etmesiyle birlikte; gözümde kalemi kırılmış bir mücrimden farkı olmayan eski sevgilinin anüsünden içeriye çimento dökmek... bir nevi laçkalaşmış paspal ruhunun içerisine kinimizi seyrana çıkarmak, duhul olmaya kıyamadığımız o berrak anüsünün içerisine iğfal edilmiş hayallerimizi hapsetmek... oysaki öyle bir sevmek ki onu; müzmin yalnızlığımızın içerisinde beliren yanakları yakut kırmızısı bir meleği sevmek gibi, hayalleri terk edilmiş bir sabinin hayal kırıklıklarından kuleler inşaat etmek gibi... yine de sevmek yetmiyor işte.
çok sevilmemek ne elim bir arafmış meğer.
evet öpmeye kıyamadığım, mavi gözlerinden huzurlar damıttığım yakışıklı sevgilimin anüsüne çimento dökmüştüm. aldatmıştı zira, aldatmamalıydı. hiç de pişman olmadım...
her şeyden haberdar olduğumu bilmiyordu, usulca uyuyordu koynumda. facebook'ta o oğlan beyle karşılıklı dürtüştüklerini görmedim sanıyordu. benim budala sevgilim, neden yaptın bunu bana?
önümde yüzükoyun uzanıyordu. iç çamaşırını yavaşça aşağıya indirdim, poposu cennetten doğmuş bir güneş gibi önümde parlıyordu.
iç çamaşırını diz kapaklarına kadar indirdikten sonra, poposunun sağ ve sol lobunu yavaşça sıkmaya başladım. her sıkışım hüznümü arttırıyor, her hüzün zerresi kinimi körüklüyordu. kim bilir bu masum deliğe kaç acımasız beyefendi sirayet etmişti? kim bilir kaç oğlan içine girmese bile parmaklamıştı?.. bunları düşündükçe delirecek gibi oluyordum. üstelik sevgilim önümde çırılçıplaktı ve ben ilk kez ona şehvetle bakmıyordum. tam bu sırada yanaklarımdan süzülen gözyaşlarımı fark ettim. ağlıyordum... işaret parmağımla dokundum o inci tanelerine, parmağım acılarla bezenmiş gözyaşlarımla ıslanmıştı. parmağımın ucundaki gözyaşıma bir öpücük kondurup, minik dokunuşlarla birlikte o parmağımı sevgilimin anüsüne soktum... içi sıcacıktı, buz tutmuş kalbi keşke kıskanabilseydi onu.
parmağımı sokup çıkarttıkça bigane düşmüş sessizliği beni iyice üzmüştü. hissetmiyordu bile, benden önce kim bilir kaç parmak tırtıklamıştı melek yüzlü yarimi? bu kabul edilemez hissiyatla birlikte işe koyuldum ve mutfakta harcını hazırladığım çimentoyu sevgilimin yanına taşıdım. çimentoyu dökmeden önce, ona yazdığım ayrılık mektubumu ve ona ait tüm eşyaları da anüsünün içerisine hışımla attım. en çok da bana hediye ettiği pembe panter işlemeli bastonu atarken üzülmüştüm.
kısa bir aranın ardından tüm çimento harcını sevgilimin anüsünden içeriye boca ettim. artık aldatamazdı kimseyi.
o artık benim sevgilim değil; masumiyetini yitirmiş bir yarı heykeldi. hala uyuyordu... saatler sonra içi taş tutmuş poposuna, birlikte olduğumuz ilk çerçeveli fotoğrafı duvar çivisiyle çakmak istemiştim; fakat buna cesaret edemedim. o mutlu günlerdeki gülümseyişimizi, 'hiç ayrılmayacak' bakışlı gözlerimizi yeniden görmeye dayanamazdım. ağlayarak uzaklaştım eski heykel sevgilimden.
ağlıyordum işte.
müştereken kurduğumuz hayalleri de götürüyordum yanımda. henüz doğmamış çocuklarımızın yarınlarını kaçırıyordum senden, müteaddit yalnız insanların arasına koşuyordum. ağlıyordum da üstelik, hem de hiç utanmadan.