Diller canlı ve yaşayan varlıklardır. Başka dillerle etkileşimi kaçınılmazdır; ayrıca bu etkileşim kültürel gelişimin de bir gereğidir.
ingiliz dilinden bilim ve teknoloji alanında etkilenen Türkçe, Arapça ve Farsça'dan da edebiyat ve sanat alanında etkilenmiş. Fena da olmamış.
Bu tür etkileşimleri engelleyemezsiniz. Zira Fransa, götünü yırtıyor ama o da engelleyemiyor. Toplumlar, gelişmedikleri alanlarda "kelime" üretmezler. Bilim alanında her şeyi ingilizce'den veya Almanca'dan almamız tesadüf mü? Hayır. Peki yemek alanında ingilizler'in bizden etkilenmesi tesadüf mü? O da hayır.
Sorun sadece kelimelere odaklanmakla kalmamalı. Revizyon yerine "düzeltme" veya "gözden geçirme" önerirsiniz, halk hangisini benimserse o olur. Halkın benimsemesidir asıl olan. Kompüter demiyoruz bilgisayar diyoruz çünkü halk onu benimsedi; ama hostese gök götüren avrat gibi bir saçmalığı benimsemedi.
Sorun Daha ziyade Türkçenin kullanımında: cümle kuruluşu, kendini ifade etme, doğru düzgün yazabilme gibi konulara ve dilbilgisi kurallarına ağırlık verilmesi gerekir. Yıl olmuş 2014 hala yanlış kullanımı anlam değiştiren dahi anlamındaki -de'yi yazamıyoruz. Uyaranları haşlıyoruz alay ediyoruz.
Şu uludağ'daki entrylerin (ehe) çoğuna bakın: Kendini ifade etmekte çok zorlanan, dilbilgisi kurallarından yoksun, kelime ve ifade zenginliğini bir türlü oluşturamayan bir yığın entry göreceksiniz. Bazen resmen entry sahibine yazıyorum sen burada ne demek istedin diye.
Kaçımız oturup düzgün bir makale yazabiliyor? Blog sayfalarına bakın, Türkçeleri o kadar kötü ki blog sahibine sormak gerekiyor sen neyine güvendin de blog açtın diye.
Esas üzerine gidilmesi gereken bunlar. Dil kısırlaştıkça ölür. Yakın bir gelecekte Tuna Kiremitçi gibi yazarları bile mumla arayacağımızı düşünüyorum.
Sormak istiyorum: ne kadar sıklıkta kitap okuyoruz?