Küçükken çok fakirdik lan biz. Doğrusu hala fakiriz ama nispeten zenginiz. Babam girdiği her işte başarısız oldu, gün gördüğümüz zamanlar çok azdır.
Toplasan bir elin parmaklarını geçmez. Ulan şu hayatta gördüğüm en büyük tutunamayan benim babam. O adam benim babam.
Artık babam yok. Son zamanlarda biraz toparladık işte. Neyse konu bu değil.
ilkokul çağındayım. Üzerime giydiğim kıyafetlerimin çoğu yamalı. Tescilli fakirim yani. O zamanlar yamalı kıyafet giyiyorsan yenisini alacak paran yok demektir.
insanlar sana farklı bir gözle bakıyor. Küçüksün eziliyorsun lan, fena koyuyor. Şimdilerde insanlar bu kıyafetleri şık duruyor diye satın alıp giyiyor.
Bunlara para ödüyorlar yani. Hiçbir şeyin dönemini tutturamıyorumya en fazla da o koyuyor. Şu işin modası neden o dönemlere uğramadı.
Acayip fiyakam olurdu lan. Düşünsene kimsede olmayan kıyafetler benim üzerimde. Ulan be bizim hayatımız retro.
Çok kıskanırdım parası olan çocukları. En güzel kıyafetler onların üzerinde, en güzel oyuncaklar onlar da, istedikleri her yere gidebiliyorlar.
Onlar varya onlar Her hafta sonu başka bir filmi sinemada görmeye giderken, ben sinemayı 37 ekran tüpü bitmiş televizyonda üstüne vura vura yeşilçam filmleri izleyerek sevdim. Çok sevdim o ayrı. Sinemada ilk filmimi izlediğimde ergenlik çağımın en hararetli dönemlerinde gece gündüz otuz bir çekiyordum.
Arkalarda bir yere oturmuş film boyunca yüzümdeki sivilceleri patlatmıştım. Vay be ne günlerdi.
Ulan ben ilk aşık olduğum kıza parasızlıktan açılamadım. Kız beni sınıfın kapısının arkasına çekip: Beni seviyor musun? diye sorduğunda, karşısında dilimi yutup soğuk soğuk terlemiştim. O 4 harfli tek kelime bir türlü çıkmamıştı ağzımdan. Paran yoksa özgüvenin de yok. Kız sana, bana cips alır mısın dese neyle alacaksın götveren ne aşkından bahsediyorsun sen.
Her oğlan çocuğu gibi futbol oynamayı çok severdim. Ayakkabım yırtılmasın diye yalın ayak oynardım. Yırtılsa yenisini alacak paramız yok.
Zengin piçleri:
"Oğlum salak mısın sen neden çıplak ayakla oynuyorsun, ayakların acımıyor mu?" diye soracak olsalar cevabım hazırdı:
"Yoo ben böyle daha iyi oynuyorum." hem brezilya'da da böyle oynamıyor mu çocuklar bu siktiğimin oyununu.
Neyse, ben yine bir hafta sonu öğlen vakti okulun asfalt bahçesinde topun peşinden koşturuyorum. Babam elinde iki tane Beşiktaş formasıyla çıkageldi.
Biri kardeşime diğeri bana. Altılıdan voliyi vurmuş o gün. Babamın cebinde parası olmazdı ama gün içinde kupon yapacak parayı bir şekilde bulurdu.
Formaların biri 9 diğeri 10 numara. Bütün çocuklar bir anda çevremize toplandılar. Sanki görkemli bir törenle Beşiktaşa transferim gerçekleşiyordu.
O havadayım ben. Hepsinin gözlerindeki kıskançlığı görüyorum. Ben hayatımda bu hazzı çok az şeyden aldım lan.
Ağzım kulaklarımda. 9 numarayı alıp üzerime geçirdim. 10 numarayı da kardeşime verdim. Diğer piçlerin bakışlarını görmeniz lazım imkan olsa o kareyi çerçeveletip Louvre da sergileteceğim. Kardeşime dönüp:
"Ben santraforum. Yani golcüyüm. Sen de bana asist yapacaksın. dedim.
Babam gülümsedi, giderken de cebinden para çıkarıp bana uzattı:
"Alın bunu maçtan sonran kardeşinle meybuz yersiniz." dedi
Böylece maça yeniden başladık. Öyle güzel oynuyordum ki. Sahanın en çok gol atan oyuncusu bendim. O sıralar Nihat Kahveci Beşiktaş'da yeni yeni parlıyor.
Sağ kanatta oynuyordu. Gol attığı maçlarda gazeteler ertesi gün boy boy onun meşhur gol sevincini basarlardı.
Sahaya boylu boyunca yatar, sağ elini kafasının sağ tarafına getirerek işaret parmağıyla yukarıyı gösterirdi.
Ben de attığım her golden sonra böyle sevindim işte. Diğer çocuklar çılgına döndüler. Hayatımın en güzel gollerini bu maçta attım ben.
Maçın sonlarına doğru topun sahibi bana iyice uyuz olmaya başlamıştı artık. Çok zengindi götveren. Ayağında kırmızı adidas kramponlar vardı hiç unutmam.
Sinirle topa öyle bir vurdu ki. Top gidip okul bahçesinin parmaklıklarında eğilmiş bir demire saplanıp kaldı. Piç, kıpkırmızı olmuştu.
Maç oracıkta bitti tabi. Herkes dağıldı. Ben, kardeşim bir de topun sahibi lavuk kaldık. O da gitmeden son artistliğini yaptı. Biliyordu fakir olduğumuzu:
"Alın o top sizin olsun. Ben yenisini alırım." deyip çekti gitti.
"amına koyayım ben senin." dedim içimden.
ben kimseye öyle dışımdan küfretmezdim. Ne olursa içimde yaşardım. Bir volkan dahi patlayacak olsa içimde patlardı.
Çocuk uzaklaşıp gözden kayboldu. Kardeşime: "gel!" dedim. Gidip topu takıldığı yerden çıkardım. Mahalle bakkalına gidip meybuz paralarıyla bir tane plastik top aldık.
Bizim zengin veledin topunun içine plastik topu yerleştirdik. Zımba gibi oldu. eskisinden daha iyiydi allahıma.
Kardeşimin yüzü güldü. Artık bir topumuz vardı. Bir gün içinde hem formalarımız hem de bir topumuz olmuştu.
"Yarın sabah ben bunun yırtık yerini iğneyle dikerim yeni gibi olur. Dedim.
Yalın ayaktım, Beşiktaş formam ve futbol topum vardı.
Sonunda bende şöhretli bir şampiyonlar ligi oyuncusuydum.