sanırım fazla tuttuğundan, sevildiğinden olacak ki in the house in a heartbeat in film boyunca 3 kez çaldığı duyulabilir. hoş şarkı umutsuz aksiyonun baş temsilcilerinden. adamın birini salmışlar boş londra sokaklarına, vermişler arkasına 4 tane infected, "koş lan" demişler. camekandan izleyen birine de "dostum hadi bi şarkı oluştur şunun için" demişler.
infected demişken, film zombi filmi değil. infected filmi. yani enfeksiyonluların oluşturduğu bir film. zombiler ölülerin dirilmesinden oluşuyor, enfeksiyonlu tiplerse birbirleri arasında 10-15 saniye gibi bir sürede hastalığı yayabiliyor. çok dafa öfkeliler.(zaten rage* virüsü) çok daha hızlılar. çok daha acımasızlar. bu da ilk filmde olduğu gibi bu filme de ayrı hava katıyor. bacak yiyen zombilerden, sallana sallana gelip de kafasına mermi bekleyenlerden daha çok etkiliyor bu enfeksiyonu tipler.
ilk filmin kendine has bir havası vardı. bir kez alanında tekti. diğer zombi filmleri ile çok karşılaştırıldı ama karşılaştırılma yapılacaksa 28 gün sonra kesinlikle 1 numaraydı. çaresizlik (yalnız kalmışlık) duygusunu damarlarınızdan veriyordu. ancak o filmin hatası da ikinci yarısında boka sarması. olay birdenbire çiftleşme içgüdüsü ile libidolarını kontrol edemeyen erkeklerin yalnız kalmış dünyada kadına olan açlığına dönüştü.
28 weeks later başlangıç olarak 28 days laterdan daha fazlasını vermiyor. ama umutsuzluk açısından çok farklı bir durum var. 28 gün sorna da iç acıtan şey insanların yalnız olmasıydı. bu filmde ise sevdiklerinizin gözlerinizin önünde yitip gitmesi, çaresiz kalmanız, kaçmak için 15 saniyenizin oluşu, öldürmekte tereddüt etmeniz vs. iki yaklaşım da başarılı.
izleme anında sizi koltuğa çakan, her saniyesinde bir tahtanın veya kapının kırılıp da içeriyo enfeksiyonlu bir tip geleceğini hissettiren, yüksek bir gerilim vaad eden, sinemadan çıktığınızda verdiğiniz paranın hakkını veren ve sonra sizi sorgulamaya iten bir film.
konsept aynı. final de aynı sayılır. çözüm yok! yönetmen farkı işte bu yüzden hissediliyor.*