Son iki gündür, ama aslında bu son iki haftadır, sizi düşündüm nedense, aklım hep üniversite hocalığı yaptığım yıllardaki (1973-1983) eski anılarıma geri dönüp durdu. ilk birkaç gün içinde de bunun nedenini kavradım: Siz o yıllarda üniversite öğrencisiydiniz; benim de, kafaları sizinkine benzer biçimde çalışan birkaç öğrencim olmuştu. Yani, o islamî kafanın çalışma biçimini düşündüm, aslında kendimi de sizinle birlikte bir üniversite anfisine geri dönmüş buldum Birçok nokta da, aradan geçmiş 30 yılın ardından, yerliyerine oturdu. Bu noktaları size anlatmağa çalışmak için yazıyorum:-
O yıllarda, size benzer, islamcı denilen öğrenciler de geliyordu üniversiteye. Biz, hocalar olarak, öteki; devrimci ve ülkücü olarak gelen öğrencilerin arasında, bunları kayırmağa eğilimliydik, çünkü o ötekiler arasında bir tür kıskaç içine düşüyorlardı.
Mağdur ve mazlum oluyorlardı, sizin deyimlerinizle. Aslında, ideolojik olarak, en az ötekiler kadar sıkı bir kafa yapıları vardı üstelik, eyleme de yatkındılar; ama, bazen kendilerine Akıncı ya da Mücahit deseler de, ötekiler kadar şiddet yanlısı değillerdi. Gerçi ötekilerin Tek Yol Devrim, Tek Vatan, Tek Millet gibi grafittilerine karşılık Tek Yol islâm yazıyorlardı duvarlara; ama, ötekiler yazarken yakalamasınlar diye dikkat de ediyorlardı ne de olsa ötekilerin çoğunlukla bıçakları, hatta tabancaları vardı; onlarınsa (galiba?) yoktu. Ötekiler silahları aslında biribirlerine ve polise karşı kullanıyorlardı; onları ise, arada öylesine bir pataklıyorlardı ama, olsun, ne olur ne olmaz
Siz de böylesi cenderelerden geçtiniz, tahmin ediyorum: Hem de, Tek Yol sayarak içinde yetiştiğiniz islâm ve kafanızdaki ezber Kuran karşısında, kâfirlik olmasa bile zındıklık saydığınız bu ideolojilerin arasında; üstelik, en büyük kâfirler saydığınız iki ayyaşın izleyicileri olma iddiasındaki silah sahiplerinin tehtidi altında, yapabileceğiniz pek birşey yoktu. O silah sahiplerinin en sonuncuları, bereket versin (?!) o iki ideoloji sahiplerini doğradılar, astılarsiz de imam-Hatip sonrası (bir lyceénin de kağıdını alarak) zar-zor girdiğiniz iktisadi ve Ticari ilimler Akademisinden devşirme, bir-işe-yaramaz diplomayla, kendinizi Kasımpaşa kaldırımlarında buldunuz. Gerçi, herhalde, genç bir yaşta girdiğiniz gençlik örgütleri ve bağınız olan düşünsel, yani islamî örgütler size göz-kulak oluyordu; ama, lumpen proleterdiniz artık: Kısa bir süre ayaktopunu denediniz ama buna da yeteneğiniz olmadığını anladınız. Hayatınız boyunca, politikacılık (resmi biyografinize göre limonata ve simit satmak?!) dışında, görünür bir iş tutmadınız; bilgi sahibi olmak anlamında bir meslek erbabı olmadınız.
O yıllarda, sizin dilinizden konuşur gibi görünen badem bıyıklı, rengarenk kravatlı bir makina profesörü, din-iman diye bağırıp çağırmağa başlamıştı; siz de onun yanına gidip divan durup el bağlayarak rahle-i tedrisine çömeldiniz. (Mekanik falan değil, politika tedrisatı görmek için, tabiî ) Bu kadayıf pişirici iyiydi-hoştu da, herşeyi yüzüne-gözüne bulaştırıyordu; ama sizi de Belediye Başkanı yaptırdı. Gene de, işte, partinizin oyları yüzde 20nin üstüne çıkmıyordu bir türlü; boyuna da kapatılıp duruyordu. Siz de başka yolların denenmesi gerektiğine karar verip, hocanızı da yüzüstü bırakarak, kendi yolunuzu yürümeğe başladınız. Yaptıklarınıza, kendi ilkeleri açısından, muarızlarınızdan hiçbirinin (tutarlı olarak) karşı çıkamayacağı yollar tuttunuz: insan Hakları ve Kişi Özgürlüğüne dayanmak; demokrat olmakAvrupa Birliğine girmek; çağdaş hukuk (muasır medeniyetmaazallah?!) normlarını yasalara sokmak
Bu yollar işe yarıyorduhem, demokratikleşiyormuşsunuz gibi bir görünüm veriyordu yaptıklarınıza, hem de popularitenizi, dolayısıyla aldığınız oyları artırıyordu. Böylece, o üniversite yıllarında sizi ezip duran solcu ve sağcıları (ve 12 Eylülden artakalan herkesi) sandıkta altettikten sonra, asıl muarızınız olan silah sahiplerine yöneldiniztabiî tamamen hukuklu ve demokratik görünen yollar kullanarak Gerçi arada bir islamî takıntılarınız ortaya çıkıp sırıtıveriyordu (zina, idam gibi); ama bunları hemen düzeltiyordunuz, ya da es geçiyordunuz. Böylece on yıl içinde güçlü başbakan oldunuz. Artık önünüzde duracak hiçbir güç kalmamıştı ortadane sandıklı, ne tokmaklı, ne de silahlı O zaman fayrap ettiniz: Haydi bakalım; yok Osmanlıydı, yok altı minareli selatin taklidi camiydi, yok men-i mezkûrattı, yok sünnilik-alevilik idi, yok dindar-kindar gençlikti Yürüdünüz bu yollarda; ne de olsa istatistik sizden yanaydı.
Derken, birden birşey oldu: Küffara karşı cihad anıtı olacak (iki ayyaştan ikincisinin yıktırdığı) bir garabeti ihya edip, kenarına; ilk ayyaşın ve ayyaşların hepsinin kurduğu cumhuriyetin de, anıtının karşısına, bir cami konduracağınız; solcuların da 1 Mayıs meydanı olan yeri, kafanıza göre düzenleyeceğiniz sırada, birkaç çapulcu (yoksa kemirgen mi?) ortaya çıkıp, atacağınız ilk adımla ezmeğe çalıştığınız ağaçlara sarılıp, Yeter artık dedi size. Siz hemen Urun Kellesin! diye ünlediniz; ama, heyhat, birdenbire, nereden çıktıklarını anlamadığınız yüzbinlerce ilave çapulcu çıkıverdi aynı alana, alanlara, bütün ülkeye
Anlamadınız: Kendinizi, o eski çapulcu kafir-zındıkların kapıştığı geçmişteki akademi anfisine geri dönmüş buldunuztemizlediğinizden emin olduğunuz silah sahipleri de sanki kapıyı yeniden zorluyorlardı, bile Hiç anlam veremediniz olup-bitene: Feshüpanallah bunlar elhamdülillah yokolmamışlar mıydı inşaallah?
Olmamışlardı. O Baş Ayyaşın emanetiyle yetişmişlerdi bunlar ve şimdi emanetlerine sahip çıkıyorlardı bunlar; sizin de bol bol kullandığınız hak ve özgürlük söylemiyle, hiç anlayamadığınız tümceler kuruyorlardı, bunlar, hem de Bunlarla nasıl başedebileceğinizi bilemiyordunuz artıkbir de, üstüne üstlük, bir şaklaban çıkmıştı ortaya, kocaman anfinin en ortasında, Baş Ayyaşın resminin önünde dikelip, size karşı duran. Ardından binlercesi Ne yapmalıydınız bu anfiden çıkıp kurtulmak için bu otuz yıllık kâbus bir bitse Ama çıkamıyordunuz; çünkü anlamamıştınız. Üstelik anfiden çıkmak da istemiyordunuz ki
Artık tek bir yol kalmıştı: sandığa ve istatistiğe geri dönmek: o yol güvenliydi, kimsenin itiraz edemeyeceği bir yoldu, şimdiye dek de sizi hiç gücendirmemişti. Bunu anladınız; en azından, tek çıkış olduğunu. Ama gerisini hiç anlamadınız. Şimdilerde de, o sandık için bağırıp duruyorsunuz. Eh
Umarım burada yazdıklarım, size de, benim gibi, otuz yıl öncesinin anılarını geri getirir de bugün yaşadıklarınıza anlam vermenizi ve kâbustan kurtulmanızı sağlar. Ama, doğrusu, son günlerdeki tutumunuzdan, başlangıçta iman ettiğiniz yolunuzdan başka bir yol tutacağınız konusunda, pek bir umut görmüyorum.
Gene de, son birşeyler söyleyeyim: Sandık ve istatistik makbul bilgi edinme yollarıdır; ama, görüyorsunuz, buna rağmen, oradan çıkan sonuçlara aldırmayan birtakım çapulcular ortaya çıkarak, o Baş Ayyaşa uyup, özgürlükten (istiklâlden ve tabiî gaflet, dâlalet ve hıyanetten ) falan dem vurabiliyorlarboşverin hepsine; nasıl olsa bunları sandıkla birlikte gömersiniz Onlar da birer kul olduklarını anlarlar; sizin kendinizin bir hizmetkâr olduğunuzu anladığınız (söylediğiniz) gibi
Ama şunu, hiçbir sandıkla ya da sandıkta, gömemezsiniz:- Her bir insan, özgür bir kişidir; her bir yurttaş da, eşit hak sahibi, geçerli söz sahibi, bir bireydir. Bunu bunları da, hiçbir istatistik değiştiremez.
Not: Bu mektup verilen tarihlerde yazılmış; ancak gönderilmesi için, belki umut vardır kuşkusuyla; sizin, şiddete karşı şiddet sözünü sarfetmenize dek bekletilmiştir. Sizin, Başbakanlıkta ve Facebookta bulunan e-adreslerinize, sonra da yayımlanmak üzere, Cumhuriyet gazetesine, gönderilmiştir. Size, artık, saygılar bile, sunmuyorum