lise son sınıftaydım. babamla yaşadığımız bir tartışmadan sonra babam akşam bu eve gelme dedi bana. tamam dedim. akşam bu eve gelmem. geceyi bir arkadaşımın evinde ders çalışarak geçirdim, zira iki gün sonra kimya sınavı vardı. arkadaşım şehrin izbe semtlerinden birinde bir varoş mahallesinde 6 kişilik ailesiyle birlikte yaşayan dünya tatlısı bir kızdı. hayatımda böyle iyi insanlar tanımadım ben. böyle mükemmel insanlar, böyle kuvvetli aile bağları görmedim. ikinci gün arkadaşımla birlikte sınava çalıştıktan sonra o uyudu. ben ise uyanacağım saate bir saat otuz yedi dakika kalana dek çalıştım. sabah kalkıp okula gittim. kimya sınavına girdim. okuldan sonra ödünç aldığım kitapları vermek için il halk kütüphanesine gittim. daha sonra bir iş aramaya karar verdim. arkadaşımın ailesi bana sonsuza dek bakamazdı.
o gün akşama doğru şehrin merkezinde bir barda iş buldum. barın sahibi bana abi şefkati ile yaklaşan, sevecen bir adamdı. dürüstlüğümü, belki de çaresizliğimi görünce beni işe aldı. bar olduğu için tedirgindim yine de. korkma, dedi. kimse sana bir şey yapamaz, endişelenme.
gülümsedim.
kimse bana bir şey yapamazdı. endişelenmemeliydim, endişelenmedim. hiç olmazsa çantamda taşıdığım biber gazını kullanırdım. endişelenmeme hiç gerek yoktu
zannediyordum. barda çalıştığım vakit çerçevesinde başıma kötü bir şey gelmedi, tatsız tek bir olay yaşamadım. ne sözlü tacize uğradım ne de elle. bir hafta falan geçti böyle. ilk paramı kazanmıştım. hani insanlar ilk maaşını alınca ailesine hediyeler alır ya coşkuyla, ben arkadaşımın ailesi için alışveriş yaptım. onlara yük olmamak için çok uğraştım. oysa onlar benden asla böyle bir şey istememişlerdi. okuldan çıkıp çalışmaya gitmemi beklememişlerdi. beni dört çocuklarından ayrı tutmamışlardı. öyle ki bir gün arkadaşımın babası bana okul için harçlık vermeye kalkışmıştı söylediğim gibi, hayatımda böyle güzel insanlarla karşılaşmadım bir daha. bu sondu.
evden ayrılışımın 13. günüydü. çalıştığım bardan yine geç saatte çıkmış bir kolumda üniversite sınavına hazırlık kitaplarımı, diğerinde alışveriş torbaları ile eve yürüyordum. bu arka sokaklardan geçmek başta beni tedirgin etse de artık rahat rahat yürüyebiliyordum. hızlı hızlı eve gidiyordum. evdekileri uyandırmadan içeri girip kendimi yatağa atacak ve son sürat uykuya dalacaktım. şayet eve gidebilseydim
arkamdan bir el uzanıp ağzımı kapatırken güçlü bir kol belimi kavradı. el beni dar sokağın kör noktasına çekerken kitaplarım ve poşetlerim yere düştü. arkadaşımın küçük kız kardeşi için aldığım elmalardan biri yerde yuvarlanarak cılız sokak lambasının aydınlattığı sokakta karanlığa karıştı. ağzımı tutan el, burnumu da kapattığı için nefes almakta güçlük çekiyordum. sahibini hala göremediğim el beni yıkık dökük bir yere sürükledi. içeri süzülen zayıf bir ışık huzmesinde bir anlığına gördüğüm yüz, sonsuza kadar belleğime kazındı. kirli sarı sakalları ve iri gözleriyle bana kocaman ve aç bakan bir adamla karşı karşıyaydım. fiziki olarak benden kat be kat üstündü. her halükarda
bir eli hala ağzımı tutarken ben çırpınarak kurtulmaya çalışıyordum. beni (belki de bir böcek yuvası olan) pis zemine sert bir hareketle yatırdı. lacivert okul eteğimin belime doğru sıyrıldığını hissettim. iç çamaşırımı çekiştirip kendi pantolonunu indirdiğinde gözlerimden yaşlar sicim gibi akmaya başlamıştı. bedenim, onun kaba etinin altında çok ufak kalıyordu. ben ağlarken o hızlıca ve tek hamlede içime girdi. eli ağzımı tutmuyordu artık, gömleğimin üzerinden göğüslerimi avuçlamaya çalışıyordu. ben ise sadece bilinçsizce ağlıyordum. bağıramıyordum bile. ben o an orada kadın oluyordum.
titreyerek üzerimden kalktığı an kaçmak için bir hamle yapmaya çalıştım. ince bileğimi sertçe kavradı. şikayet etmeye kalkarsam beni öldüreceğini söyledi. beni. öldüreceğini. çünkü şikayet etsem suçlu bulunmayacağını biliyordu. o saatte dışarıda olan genç kız suçlu bulunurdu. lacivert etekli kız, suçlu bulunurdu. insanlar adam şerefsizmiş, pislikmiş demezdi. cık cık cık kızın o saatte dışarıda işi neymiş derdi. o da biliyordu
kimseye bir şey söyleyemedim. hem utandığımdan hem korkumdan. yola dağılan eşyalarımı toplayıp eve koştum. kimseyi uyandırmadan banyoya girdim. aynada kendime baktım. sabah bir kurdeleyle at kuyruğu yaptığım saçım dağılmış, saç tellerimin arasına toz toprak karışmıştı. burnum akmış çenemden damlayacaktı. gözlerimin mavisi eteğimden bile koyuydu. suyu en sıcak seviyede açıp duşa girdim. kaynar suyla vücudumu yakarken arınmaya çalışıyordum yalnızca. nasıl temizleyebilirdim bir orospu çocuğunu üzerimden? nasıl çıkarabilirdim bu düşüncesiz lekeyi bedenimden? bedenimi temizlesem, peki ruhumu kim arındıracaktı bu sefil anıdan?
birkaç hafta her şeye eskisi gibi devam etmeye çalışırken kimseye bir şey belli etmiyorken içimde sürekli eksilen bir ben olduğunun bilincindeydim. ne zaman kendim olmak istesem o gece o adamın altındaki ben bana engel oluyordu. günlerim hissizleşmekle geçiyordu. öyle bir hissizleşmek ki gözlerim artık buz mavisi bakıyordu. ama bir gün, işte o gün doğum günüm gibi oldu, uyandım ve kendimi güçlü hissettim. birincisi hissettim. ikincisi kendimi. en başta, bir kadındım ben artık. bacaklarım beni taşımak içindi. bir erkeğin eteğimin altından görünen bacaklarıma bakıp zevk alması için değil. ellerim hayata dört elle tutunmak içindi, bir aptalın ellerinde kaybolmak için değil.
en fazla ne kadar çabayla toplayabilirdim ki kırıklarımı? kalktım. arındım.
önce korkularımı, sonra tırnaklarımı boyadım.
bir kadın olduğumun bilincinde çıktım aynanın karşısına. ve hatta ayna ayna dedim var mı benden daha güçlüsü bu dünyada? cevap vermedi. kırdım aynayı. uzun olsa, saçlarımı çeker canımı yakardı ayna.
bir kadın olduğumun bilincinde çıktım arkadaşımın evinden. okula gittim. ben artık kadındım. ders çalıştım, sınavlara girdim. ben artık kadındım. ve hayat bu kadar basitti işte. hal böyleyken ben zor olmalıydım. ben artık kadındım. zor kadın
evden gidişimin üzerinden 2 ay geçmişti. liseli bir genç kız olarak çıktığım evime hamile bir kadın olarak dönüyordum. babam ve annem, her koşulda yanımda oldular. kürtaj olurken uyutulduğum yatakta biliyordum ki her ikisi de elimden tutuyor olacaktı. tuttular da. adamı bulup şikayet edemedik. yüzü belleğime kazınmış adamı kabuslarımdan başka yerde bir daha görmedim. o gece benim hayatım mahvolmamıştı aslında. o adam bana kadın olmayı hunharca öğretti. o adam; geçmişimdeki en derin yara, günlüğümdeki en uzun sayfa olarak kaldı. o adam, adam değildi. adam böyle olunmazdı ki
sonra mayıs ayı geldi. doğduğum ay. o gün bedenimde ve ruhumda yalnızca hafiflik hissi vardı. tek hissedebildiğim sonsuz bir huzur duygusuydu. insanoğlunun ne denli saçma şeylere üzülebildiğini yavaş yavaş ve belki de biraz genç yaşta algılıyordum.
şimdi ben ben istediğimde sevişirim ancak dediğimde; seks bağımlısı, kezban vesaire diyorsunuz ya. demeye devam edin ama ben istediğimde sevişirim ancak.
topluma yerleştirilmeye çalışılan ahlaki düşünceler ve prensip saydığınız vicdansızlıklar yüzünden tecavüze uğradığımı söylemekten utanmış bir kadın olarak, ben istediğimde sevişirim ancak.
kızlığı tek seferde ve vahşice elinden alınmış gencecik bir kadın olarak, ben istediğimde sevişirim ancak.
şu an bunu bu platformda paylaşan, sevişmek kelimesini kullanırken gram utanmayan, seks demekten gocunmayan, utanmaz arlanmaz, namussuz bir kadın olarak, ben istediğimde sevişirim ancak.
ben, benim. kabul etseniz de etmeseniz de yalnızca benim. üzerime gelmeyin. üzerime yeterince gelindi. az ötede durun benden. sevmeyin beni, sevişmeyin. üzerime gelmeyin.
ve şimdi söyleyin bekaret nerededir? bekaret benim orospuluk katsayımda mıdır yoksa pileli eteğimin katlarında mı? benim yaşadığım bu olayı sevgilime anlatamayıp ondan ayrılışımda mıdır?
bekaret belki de psikolojik bir şeydir? ki şayet öyleyse psikolojimi s.ktin be adam! ben on sekizime yeni girmiştim be adam
bekaret benden söke söke aldığın değil miydi ben nefes bile alamıyorken? ben altında kıvranırken sımsıkı kavradığın bileğimde miydi, günlerce mosmor kalan?
hava karardıktan sonra yolda yürürken düşürdüğüm şey miydi bekaret?
avuçlarımdaydı da ben mi fırlatıp attım; fırlatılıp mı atıldım, o yarısı yıkılmış izbe eve?
bana edebiyat yapmayın. bana çiçek de almayın. bana insan olun. uzaktan sevin zira yaklaşanı yakıyorum.
bekaret nerede hala bilmiyorsunuz değil mi? bekaret, sahip olmakla sahip olabilmek arasındaki fosforlu kalemle çizilmiş çizgide. bekaret cılız bir sokak lambasının altında.