uçurtmanın benim için ayrı bir önemi vardı. hayatımda isteyip de hemen yaptığım başardığım bir iştir.
bunun dışında hep boynu bükük yetiştim nedense...
bisiklet istedim ölürüm diye almadılar.
faşist anne ve babanın tek çocuklarını kaybetmekteki korkularından dolayı böyle bir işe girmediler.
onların korkuları benim yaşamam değil. evlat acısı tatmamaktı...
sen kaza yaparsan ben dayanamam. gibi sözlerini de çok duymuşumdur.
ayakkabım eskidikten bir ay sonra alınırdı.
özer diye bir arkadaşım vardı Ankara'da onun babası çok iyi uçurtma yapardı.
babası ona uçurtma yapmasını öğretmiş çok da güzel uçardı.
adeta o zamanlar uçurtmaya aşık olmuş çok sevmiştim...
ben bunun yapmasını mutlaka öğrenmeliyim. dedim. ve nasıl yapıldığını öğrenmeye çalıştım.
aslında işin geometriyi uygulamaktan başka bir zorluğu yoktu ama nedense onu akıl edememiştim.
işin en zor tarafı terazisini kurmaktır.
teraziye düğüm atmak ayrı bir uzmanlıktır.
uçurtmayı yaparsın ama terazi yapmasını bilmez isen uçarken o terazi bozulur ve uçurtma çakılır.
yine çocukluk zamanlarımda yaz tatili boyunca, sıfır masraf ile uçurtma yaparak ona hayat verirdim.
çok hırslıydım.
uçurtma normalde rüzgarlı hava olmadan uçmaz.
öyle bir uçurtma yaparsınız ki o uçurtma rüzgarsız havada bili uçabilir.
zamanlar bunları da öğrendim.
şimdi ise geriye dönüp baktığımda doygunluğa ulaşmış bir başarı duygusundan başka bir şey yok.
imkansız olanın başarılabileceğini o zaman anlamıştım.
gram rüzgarın olmadığı zamanlarda uçurtma havalandırarak etrafımdaki insanlar bu havada sen bunu
nasıl havalandırdın sorularına muhatap olurdum.
belirli bir yükseklikten sonra da ip iyice gerilirdi.
yerde hiç rüzgar yokken bile uçurtma uçardı...
perdenin ötesinde bir gerçeğin olduğunu o zamanlarda anlamıştım.