Kainatın Medar-ı iftiharı Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor:
Kim Allaha kavuşma arzusu içinde olursa, Allah (azze ve celle) de -izzet, azamet ve kudsiyetine yakışır şekilde- ona kavuşmayı ister;her kim de Allaha vuslat özlemi içinde bulunmazsa Cenab-ı Allah da onunla karşılaşmayı istemez.
Ruhlar aleminden dünyaya, kabirdeki berzah aleminden mahşere, oradan da müminler hakkında -Allahın inayet, lütuf ve keremiyle- ebedi saadete uzanan yolculukta hakiki bir müminin en çok arzuladığı husus, Allah Teâlâya kavuşup Onun rüyet ve rızasıyla şereflenmektir
.Allahın rızası en yüce şeydir. işte en büyük kazanç ve mutluluk budur. (Tevbe Suresi, 72) ayetinde de bildirildiği üzere ahirette Allaha kavuşup Onun rızasına ermek, müminler için tarifi imkansız bir zevk ve mutluluk olacaktır.
Hakiki insan-ı kamil, huluk-u ilâhî ve Kuran ahlakı ile mütehallik Allah Rasülü (aleyhissalatü vesselam) yüce ahlakı ile daima Cenab-ı Hakkı hatırlatmış ve müminlerin Ona olan arzu ve iştiyakını artırmıştır. Hatta Allah Rasulünün yeşil ravzası dahi uzaktan görüldüğünde Allaha ve ahirete vuslatı hatırlatmaktadır.
Allaha kavuşma arzusu, Allahı sevme ve Allah tarafından sevilme iştiyakıyla da irtibatlıdır. Allah tarafından sevilmeyi arzulayan ve ahirette Ona ulaşacaklarını uman müminler benliklerine takılmamış, dünyanın geçici lezzet ve menfaatlerine gönüllerinde yer vermemiş ve böylece cihan onların önünde dize gelmiştir.
Artık kim Rabbine kavuşacağını umuyorsa, makbul ve güzel işler işlesin ve sakın Rabbine ibadetinde hiç bir şeyi Ona ortak koşmasın. (Kehf Suresi, 110) ayetinde anlatıldığı gibi onlar amellerini yalnız Allah için yapmış ve Ona vasıl olacakları günü hasretle beklemişlerdir.
Allah dostu insan-ı kamiller hep Cenab-ı Hakka kavuşma (likâ) arzusuyla yanıp tutuşmuş fakat Allah (celle celâluhû) emanetini alıncaya kadar vuslat arzusuna ve dünya sıkıntılarına sabretmişlerdir. Onlar böyle davranmayı, Allaha saygının bir gereği olarak görmüşlerdir.