islam ın tamamen yalan olması

entry38 galeri
    9.
  1. veya çocuğu, babası ve kardeşi olmayan, fakat kocası ve annesi olan bir kadın öldüğünde:
    nisa/11'deki: "eğer çocuğu yok da (yalnız) ana babası ona varis oluyorsa, anasına üçte bir düşer."
    nisa/12deki: (koca için) "eğer çocukları yoksa, karılarınızın geriye bıraktıklarının yarısı sizindir."
    cümleleri uyarınca mal şu şekilde paylaştırılır:
    anneye: 1/3 = 2/6
    kocaya: 1/2 = 3/6
    toplam: 5/6
    ve geriye malın 1/6'sı artakalmış, yani fazla gelmiş olur.
    ama bu gibi durumlarda herhangi bir sorun yok, çünkü ayetlerde yazan hisseler sahiplerine verilebilmiştir.
    sorun sadece, fazla gelen malın kime ve nasıl verileceği. bu soruya (islam miras hukukundan bağımsız olarak) kendimizce alternatif çözümler üretmeye çalışsak, meselâ aklımıza şu seçenekler gelebilir:
    (1) kimseye verilmeyip devlet hazinesine geçmesi,
    (2) ayetlerde geçmeyen yakınlara dağıtılması (dede, nine, hala, teyze, amca, dayı vs.),
    (3) ayetlerde geçen, hissesini almış varislere oranları nispetince (bir nevi bonus olarak) bölüştürülmesi
    vs.
    islam miras hukukunda (feraiz'de), duruma göre bütün bu seçenekler işleyebilmektedir. miras konusuyla ilgili söylenmiş çok sayıda peygamber hadisine ve sahabe içtihatlarına dayanarak zaman içerisinde oldukça teferruatlı bir sistem geliştirilmiş. örneğin belli şartlar yerine gelmişse, yukardaki 2. seçenek işliyor, yani artan mal (oranları hadis ve içtihatlarla belirlenen) diğer yakınlara dağıtılıyor. diğer bazı durumlarda 3. seçenek işliyor, yani artan mal, ayetlerdeki hisselerini alanlar arasında (oranları nisbetince) tekrar bölüştürülüyor.
    bu üçüncü seçeneğe feraiz terminolojisinde reddiye ismi verilmiş. artan mal, hisselerini alan varisler arasında tekrar bölüştürüldüğünden, varisler ayette yazan oranlardan daha fazla almış oluyor. ama burda ilkesel bir sorun yok, çünkü neticede kuran'da belirlenmiş olan oranlar sahiplerine verilebilmiş.
    gerçi sahabenin büyüklerinden zeyd bin sabit reddiye yöntemine karşı çıkmış ve bu durumlarda kalan malın devlet hazinesine (beytü'l male'e) bırakılması gerektiğini savunmuş.
    • bkz. celal yıldırım, kaynaklarıyla islam fıkhı, uysal kitabevi, 3. cilt, vııı. bölüm: islam miras hukuku (feraiz), s. 236
    ama bu tartışmanın, hemen aşağıda işlenilecek olan matematik hatasıyla bir ilgisi yok. çünkü malın fazla geldiği durumlarda, artakalan kısmı reddiye yöntemiyle hisselerini alan varislere (bonus olarak) bölüştürsek de, ayette geçmeyen yakınlar arasında paylaştırsak da, devlet hazinesine geçirsek de, fakir fukaraya dağıtsak da, her halükârda ayette yazan oranlar sahiplerine verilebilmiştir.

    pay'ın payda'dan büyük çıkması
    fakat bazı durumlar da var ki, ayetlerdeki oranları dağıtmaya çalıştığımızda, mal yetmiyor, pay paydadan büyük çıkıyor. ayetlerin hazırlanmasında belli ki bu durumlar düşünülememiş ve böylece çok bariz bir hata yapılmış. meselâ birisi bize "şu pastanın yarısını fatma'ya, yarısını ayşe'ye, üçte birini de hatice'ye ver" dese, muhtemelen bu kişinin ya şaka yaptığını sanarız, ya da zekâsından şüpheleniriz.
    işte ayetleri uygulamaya çalıştığımızda tam olarak bu absürt sonucun çıktığı birden çok durum (varis tablosu) var. bu durumlar, fıkıh kitaplarının "feraiz" (miras hukuku) bölümünde işlenmekte. burada sadece iki tanesini örnek olarak ele almakla yetinebiliriz.
    örnek 1: kardeşleri olmayan bir adam (borç ve vasiyet bırakmadan) ölür. geriye üç kız çocuğu, annesi, babası ve karısı kalır.
    bu durum için geçerli olan cümleleri okuyalım:
    nisa/11'den: "(çocuklar) ikiden fazla kız iseler, (ölenin geriye) bıraktığının üçte ikisi onlarındır."
    nisa/11'den: "ölenin çocuğu varsa, geriye bıraktığı maldan, ana babasından her birinin altıda bir hissesi vardır."
    nisa/12'den: (karı için) "eğer çocuğunuz varsa, bıraktığınızın sekizde biri onlarındır."
    üç kız çocuğuna (toplam): 2/3 = 16/24
    anneye: 1/6 = 4/24
    babaya: 1/6 = 4/24
    karısına: 1/8 = 3/24
    toplam: 27/24 !
    böyle bir paylaşımı yapmak ise matematiksel olarak imkânsız. çünkü pay, payda'dan büyük çıkıyor. yani mal yetmiyor.
    ne yaparsak yapalım, malı bu şekilde bölüştüremiyoruz. ya ayette geçen oranları kendimizce azaltacağız, ya da ayette hak sahibi olan bazı varislere hiçbir şey vermeyeceğiz. ama her halükârda, ayette yazan oranları bütün hak sahiplerine vermek mümkün değil!
    bu örnek durumda ayetlerin kasıtlı veya kasıtsız yanlış uygulanması söz konusu değil. hem ayetlerin lafzından da açıkça bu sonuç çıkıyor. hem de zaten bizzat islam fıkıhı eserlerinde bu durum aynen bu şekilde ele alınmakta:
    bkz örneğin:
    • celal yıldırım, kaynaklarıyla islam fıkhı, uysal kitabevi, 3. cilt, vııı. bölüm: islam miras hukuku (feraiz) s. 288
    • camisab özbek, dört mezhebe göre islam fıkhı, ravza yayınları, 4. cilt, 69. bölüm: feraiz, el-minberiyye meselesi
    • imam nevevi, açıklamalı minhâc tercümesi (minhâcü't-talibin), kahraman yayınları, feraiz bölümü, "b. meselelerin halleri ve avil (yükselme)
    • seyyid sabık, fıkhu's-sünne - ayet ve hadislerle islam hukuku, pınar yayınları, 22. bölüm, miras ilmi, avl
    • kadı ebu şuca, ğayet’ül-ihtisar ve şerhi, ravza yayınları, 402-405.
    not: yukardaki eserlerin bazılarında bu örnek 3 kız çocuk olarak değil, 2 kız çocuk olarak ele alınmış. nisa/11'de kız çocuk tek ise ve ikiden fazla ise ne olacağı belirtiliyor, fakat tam iki ise ne olacağı hakkında lafzen açık hüküm yok. alimlerin büyük çoğunluğu, kız çocuğunun iki olmasını, ikiden fazla olmasıyla eşit olarak değerlendirmekte (yani kız iki olursa da, nisa/11 gereği toplam üçte iki vermekte). buradaki örnekte özellikle 3 kız çocuğu seçildi ki, hiçbir tartışma olmasın. ayetin açık hükmüne göre 3 kız çocuğuna her halükârda toplam üçte iki verilmesi gerekiyor.
    örnek 2: çocuğu ve babası olmayan bir kadın ölür ve geriye annesini, kocasını ve bir öz kız kardeşini bırakır.
    nisa/11'den: "eğer çocuğu yok da (yalnız) ana babası ona varis oluyorsa, anasına üçte bir düşer."
    nisa/12'den: (koca için) "eğer çocukları yoksa, karılarınızın geriye bıraktıklarının yarısı sizindir."
    nisa/176'dan: "çocuğu olmayan bir kişi ölür de kız kardeşi bulunursa, bıraktığı malın yarısı onundur."
    anneye: 1/3=2/6
    kocaya: 1/2=3/6
    öz kız kardeşe: 1/2=3/6
    toplam: 8/6 !
    bu durum da fıkıh kitaplarında aynen bu şekilde hesaplanır. hatta bu örneğin halife ömer döneminde gündeme gelen ve tarihde ilk defa "avliye" metodunun uygulandığı durum olduğu rivayet edilir. bu durumun islam hukukçularınca aynen bu şekilde ele alındığına dair:
    bkz.
    • celal yıldırım, kaynaklarıyla islam fıkhı, uysal kitabevi, 3. cilt, vııı. bölüm: islam miras hukuku (feraiz) s. 287
    • el-mavsili, el-ihtiyar, çeviren: mehmet keskin, ümit yayınları, feraiz bölümü, avl başlığı
    • kadı ebu şuca, ğayet’ül-ihtisar ve şerhi, ravza yayınları, 402-405.

    ehli sünnetin (halife ömer'in) "çözümü":
    avliye yöntemi
    ayetlerdeki hesap hatasını gün yüzüne çıkartan ilk fiilî durum ikinci halife ömer'in hilafeti döneminde vukû bulmuş. ölen bir müslümanın malının varislere devlet eliyle bölüştürülmesi gerekmiş. fakat ayetlerdeki belirlenen oranları vermeye çalışınca, (yukardaki örnekte olduğu gibi) pay payda'dan büyük çıktığından bu mümkün olmamış. ömer de durumu bir takım önde gelen sahabeyle istişare ettikten sonra şöyle bir "çözüm" yoluna gitmiş: oranlardaki payda'yı yükselterek pay'a eşitlemiş, yani hak sahibi mirasçılara ayetteki açık hükme göre verilmesi gereken oranları malın yeteceği şekilde eksiltmiş. sahabelerden ibn abbas ise bu uygulamaya itiraz edenlerden olmuş.
    bkz.
    • el-mavsili, el-ihtiyar, çeviren: mehmet keskin, ümit yayınları, feraiz bölümü, avl başlığı
    • camisab özbek, dört mezhebe göre islam fıkhı, ravza yayınları, 4. cilt, 69. bölüm: feraiz.
    ilk olarak halife ömer'in uyguladığı ve hanefi, şafii, maliki ve hanbeli mezbelerince (yani ehl-i sünnet'in dört mezhebince de) kabul gören bu yöntemi yukardaki örneklere uygulayalım.
    örnek 1: durum şöyleydi:
    üç kız çocuğuna (toplam): 2/3 = 16/24
    anneye: 1/6 = 4/24
    babaya: 1/6 = 4/24
    karısına: 1/8 = 3/24
    toplam: 27/24
    ehl-i sünnet'in yöntemine göre bu durumda eksik kalan payda, çoğaltılarak pay'a eşitleniliyor (bu yüzden bu işleme "avliye" denmiş. "avl", yükseltme, çoğaltma anlamına geliyor.) yani 24 sayısı, 27'ye dönüştürülüyor ve taksim 27 payda'sı üzerinden yapılıyor:
    üç kız çocuğuna (toplam): 2/3 = 16/24 => 16/27
    anneye: 1/6 = 4/24 => 4/27
    babaya: 1/6 = 4/24 => 4/27
    karısına: 1/8 = 3/24 => 3/27
    toplam: 27/24 => 27/27
    böylece ayetteki açık hükme göre verilmesi gereken oranlar bütün mirasçılar için düşürülmüş oluyor. yani yukardaki durumda meselâ anne 1/6 = 4/24 alması gerekirken, sadece 4/27 alıyor.
    örnek 2:
    anneye: 1/3=2/6 => 2/8
    kocaya: 1/2=3/6 => 3/8
    öz kız kardeşe: 1/2=3/6 => 3/8
    toplam: 8/6 => 8/8
    burda da aynen birinci örnekte olduğu gibi eksik kalan payda 6 yükseltilerek pay'a tamamlanmış ve bütün mirasçıların oranı düşürülmüş oldu. örneğin anneye ayette üçte bir yazmasına rağmen, sekizde iki, yani dörtte bir kaldı.

    öncelik sırası yöntemi
    halife ömer'in bu uygulamasına karşı çıkan ibn abbas'ın yöntemine göre ise, pay'ın payda'dan büyük çıktığı bu durumlarda söz konusu mirasçılar arasında bir "öncelik sırası" belirleniliyor ve eksiklik sadece bu sıralamada sona kalanlara yansıtılıyor. şia mezhebinin alimleri de bu yöntemi esas almakta. şia, kendi mezhebince bir takım ayet ve hadislere dayanarak bir öncelik sırası oluşturmuş: örneğin mal yetmese de, eşlerin oranlarının düşürülemeyeceğini (yani karı-kocanın öncelikli olduğunu) söylemekteler. bununla birlikte şii alimlerinin anne-baba oranlarında bir eksiltme olamayacağı veya eksikliğin sadece kız çocuklara yansıtılması gerektiğine dair çoğunluk görüşleri olduğu söylenmekte. ama görüldüğü kadarıyla şia'nın da görüş birliğiyle baştan sona üzerinde anlaşabildiği herhangi bir öncelik sırası listesi yok ve farklı "içtihadlar" söz konusu.
    sonuç olarak şia'nın önerdiği yöntemle de ayetlerde apaçık belirtilmiş olan oran(lar) eksiltilmek zorunda. tek fark eksikliğin bütün mirasçılara değil, sadece bazılarına yansıtılması. ama bu durumda da eksiklik kime yansıtılıyorsa, o mirasçı kuran'da belirtilmiş olan oranı alamamış oluyor. çünkü ayetlerde geçen oranları dağıtmak zaten imkânsız. her halükârda birilerine ayette yazandan daha az verilmesi kaçınılmaz.

    kuran'daki matematik hatasının bu kadar açık seçik olmasına rağmen, inananlar bunu bile kabul etmemeyi başarabiliyorlar! hele islam hukukçuları bu sorunu dillendirenleri sürekli feraiz ilmini (islam miras hukukunu) bilmemekle, anlamamakla suçlarlar. oysa ortada anlaşılması çok zor, çok derin bir mesele yok. mesele yukarda anlatılandan ibaret: kuran'daki hükümlere göre bazı durumlarda hesap tutmuyor! bu engeli aşmak için uygulamada yukarda sayılan yöntemler bulunmuş, hatadan kaynaklı imkânsızlık pratikte aşılmış. ama pratikte bunun aşılmış olması ve 1.400 yıldır fıkıh kitaplarında ve şerî uygulamalarda, yukarda tanıtılan yöntemlerin oturmuş müesseseler hâline gelmiş olması, hatanın hiç olmadığı anlamına gelmez.
    ehli sünnetin "avliye" metodu da, şia'nın öncelik sırası metodu da, aslında kuran'daki hatayı düzeltmek'ten başka birşey değil!
    bu "düzeltme" yöntemleriyle bariz bir şekilde, kuran'daki açık hükümden sapılıyor. hükümden sapılıyor, çünkü hükmün kendisini uygulamak matematiksel olarak imkânsız.
    bir ilk okul öğrencisi sınavda "2 + 2 = 3" yazarsa, öğretmen 3'ün üstünü çizer, 4 yazar ve öğrenciye düşük not verir. biz bu durumda, "öğretmen talebenin hatasını düzeltti" deriz, "avliye usûlü ile 2+2=3'deki gizli hakikati buldu" demeyiz!
    mesele bu kadar basit! ayetteki oranların üstü çiziliyor ve yerine uygulanabilir oranlar konuluyor.

    müslümanların savunma taktikleri neler peki?
    miras hesap hatası
    kuran'daki matematik hatası bu kadar açık-seçik olduğu hâlde, müslümanlar binbir türlü zorlama "izah"larla bu bariz hatayı kabullenmemenin yollarını arıyorlar. dinin gereği olan "kayıtsız şartsız teslimiyet" insanları işte böyle durumlara düşürebiliyor.

    (a) meseleyi topyekûn inkâr etmek
    kuran'daki hükümlere göre bazı durumlarda pay'ın payda'dan büyük çıktığı hem aşikâr, hem de zaten islam alimleri tarafından inkâr edilen bir durum değil. buna rağmen internette birçok islamî site veya forumda, islam fıkıhı hakkında pek bilgisi olmayan bazı müslüman gençler "dinsizlerin saldırılarına" karşı cevap vermek adına, bu gerçeği topyekûn reddetmekte ve ayetlere göre her durumda pay ile paydaların eşit çıktığını iddia etmekteler. bunu yapabilmek için genelde ayetlerin verilen örnekler üzerinde yanlış uygulandığını açıklamaya çalışıyor ve kendilerince bir takım meal ve yorumlar getiriyorlar. ekseriyetle nisa/11'de geçen "ölenin çocuğu varsa, geriye bıraktığı maldan, ana babasından her birinin altıda bir hissesi vardır." cümlesinin yanlış anlaşıldığını, burada kastedilenin "sadece tek bir çocuğu varsa" olduğunu ileri sürüyorlar. bu yorum, hem ayetin lafzıyla uyuşmuyor, hem de tefsir ve fıkıh kitapları tarafından yalanlanmakta.
    fakat yine de, bu eleştiriyi daha en baştan bertaraf etmek için yukardaki örnek 1'e bir de örnek 2 olarak çocuksuz bir durum eklendi zaten. ayrıca her iki örneğin de alimlerce de buradaki gibi ele alındığına dair fıkıh kitaplarından kaynak gösterildi. zaten "avliye gerektiren", yani pay'ın payda'dan büyük çıktığı durumlar bunlardan ibaret de değil. herhangi bir fıkıh eserine başvurarak daha birçok benzer durum okunabilir.

    (b) "avl gerektiren varis tabloları (durumlar) tek bir cümle/ayet bütünlüğü içinde geçmiyor, dolayısıyla zaten kuran'da doğrudan düzenlenmiyor" iddiası
    meseleyi topyekûn inkâr etmenin başka bir şekli olan bu iddianın yanlış olduğunu görmek için ayetleri okumak yeterli. ama bu iddiyı da internet ortamında savunanlar olduğu için yine de ayrıntılı bir cevap vermek yerinde olabilir. yukarda 4. ayetlerdeki düzenleme tekniği başlığında da açıklandığı gibi:
    her üç miras ayeti de birden çok cümle içerir ve her bir cümle "eğer şöyle ise, şu varise (mirasçıya) şu kadar verilir" şeklinde düzenlemeler getirir.
    meselâ bir ayetin bir cümlesinde "eğer çocuk yoksa anneye şu kadar" diye geçer, diğer ayetin başka bir cümlesinde "eğer çocuk yoksa kocaya şu kadar" diye geçer. pratikte eğer ölen bir kadının çocuğu yok, fakat annesi ve kocası var ise, bu somut durum için her iki cümle de aynı derecede ve doğrudan geçerli olur. yani "eğer çocuk yoksa anneye şu kadar" cümlesi bir tek ölenin sadece annesinin olduğu, başka kimsesinin (örneğin eşinin) olmadığı durumu düzenlemekle kalmıyor. zaten bu mantıksız olurdu, cümle sadece ve sadece bu durumu (ölenin varis olarak yalnızca annesinin kaldığı durumu) düzenlemiş olsaydı, neden anneye sadece üçte bir versin? "eğer çocuk yoksa anneye şu kadar" cümlesi, ölenin çocuğunun olmadığı, fakat annesinin olduğu her durum için doğrudan geçerli (ölenin eşi olsa da olmasa da vs.).
    başka bir deyişle, pratikte çıkabilecek olan durumlar (varis tabloları) tek tek bir bütün olarak tek bir ayet veya tek bir cümle bütünlüğü içerisinde ele alınmamış. "avl gerektiren durumlar, kuran'da zaten doğrudan düzenlenmiyor" diyen kişi, aynı zamanda "avl gerektirmeyen normal, sorunsuz durumlar da kuran'da doğrudan düzenlenmemiş", hatta "bu ayetlerle herhangi birşey düzenlenmemiş" demek zorunda kalır.
    ayrıca nisa/11 ve 12'nin "nüzûl sebebi"ne bakarak da bu iddianın yanlış olduğu kolayca anlaşılabilir. tefsirlerin rivayetine göre, her iki ayet de şu somut durum vesilesiyle "nazil olmuş". şehit düşen bir sahabe (hangi sahabe olduğu hakkında rivayetler farklı, sâd b. rabi, abdurrahman ibn sabit gibi isimler rivayet edilmiştir) arkasında kız çocuklarını ve karısını bırakır. fakat sahabenin erkek aile fertleri tüm mirasa el koymak ister. bunun üzerine bu iki ayet "gelir" ve ölen sahabenin nisa/11'le kızlarının, nisa/12'yle de eşinin oranları tayin edilir.
    bkz:
    • bedrettin çetiner, esbab- ı nüzül - kur'an ayetlerinin iniş sebepleri, çağrı yayınları, nisa/11
    • elmalılı m. hamdi yazır, hak dini kur'an dili, nisa/11
    • imam kurtubi, el-camiu li-ahkami’l-kur’an, buruç yayınları, 4/610, nisa/11
    • fahruddin er-râzi, tefsir-i kebir mefâtihu’l-gayb, akçağ yayınları, 7/378, nisa/11
    • muhammed ali es-sabuni, safvetü’t-tefasir, ensar neşriyatı, 1/496-497ı, nisa/11
    • vehbe zuhayli, et-tefsirü’l-münir, risale yayınları, 2/512-513, nisa/11
    • prof. dr. muhammed mahmud hicazi, furkan tefsiri, ilim yayınları, 1/403-404
    yani her iki ayet de bu somut durum vesilesiyle, bu somut durumu da düzenlemek için gelmesine rağmen, tek bir cümle veya ayet bütünlüğü içerisinde düzenlemez, bir ayetinde kızların, diğer ayetinde eşin payını belirler. demek ki, "pay'ın payda'dan büyük çıktığı durumlar (varis tabloları) kuran'da zaten doğrudan düzenlenmiyor, çünkü bu durumlar tek bir cümle veya ayet bütünlüğü içerisinde ele alınmamış" demek, ayetlerin düzenleme tekniğini anlamamış olmaktan (veya sırf kurandaki matematik hatasını kabullenmemek için zorlama da bir takım tutarsız iddialara sığınma ihtiyacından) kaynaklanıyor. zaten nisa 11 çocukların, anne ve babanın, nisa 12 ise eşlerin ve (aynı anneden olan) kardeşlerin paylarını belirliyor. üstelik nisa 12'de eşlere verilecek pay "çocuk varsa şu kadar" - "çocuk yoksa bu kadar" gibi şartlara ayrılmış. dolayısıyla örneğin ölenin eşinin ve çocuklarının bulunduğu bir durumda, nisa 11'deki çocukların durumuna isabet eden cümle ile, nisa 12'deki eşin durumuna isabet eden cümle, bu somut durum için doğrudan geçerli olur. yani bu somut durum (varis tablosu) kuran'da doğrudan düzenlenmiş olur.
    zaten halife ömer de, ilk sorunlu durum kendi hilafeti döneminde vukû bulduğunda "bu durum kuran'da düzenlenmemiş, ne yapsak acaba?" değil, "kuran'daki, bu durum için geçerli olan oranları bölüştürmeye kalktığımızda mal yetmiyor, ne yapsak acaba?" diye diğer sahabelerle istişare ediyor ve neticede avliye yöntemini uyguluyor.
    ayrıca kuran’daki ayetlerde bütün olası durumların düzenlenmemiş olmasının konuyla ilgisi de yok. zaten hesap sorunu, ayetlerin düzenlemediği değil, düzenlemiş olduğu bazı durumlarda ortaya çıkıyor.
    (c) "avliye yöntemiyle varislere verilen payların arasındaki orantılar aynı kalıyor" savunması
    avliye yöntemini savunmak için en çok öne sürülen argümanlardan biri, varislere düşen payların arasındaki orantıların aynı kaldığı gerçeğidir. bu argüman tek başına ele alındığında doğru, fakat meselenin özüyle alâkasız.
    yukardaki örnek 2'ye getirilen sünni "çözüm"e tekrar bakalım:
    kuran'a göre: anne 2/6 koca 3/6 kız kardeş 3/6
    avliye yöntemine göre: anne 2/8 koca 3/8 kız kardeş 3/8
    her iki durumda da ölenin kocasıyla kız kardeşi eşit paylar aldı ve ölenin annesi bu payın üçte ikisini aldı.
    çünkü 2/6 hissesi 3/6 hissesinin üçte ikisi ediyor. aynı şekilde 2/8 hissesi de 3/8 hissesinin üçte ikisini teşkil ediyor.
    yani avliye yöntemiyle, ayetlerde belirtilen hisselerin arasındaki orantılar aynı kalmış oldu.
    fakat konu bu değil ki!
    ayette varislerin arasındaki orantılardan bahsedilmiyor. açık bir şekilde toplam varlığın kaçta kaçı verileceği emrediliyor.
    kuran'da anneye malın üçte biri (1/3 = 2/6), koca ve kız kardeşe de (her birine) malın yarısı (1/2= 3/6) verilir deniliyor. fakat alimler, bunun üstünü çiziyor ve anneye 2/8, koca ve kız kardeşe de (her birine) 3/8 veriyor. çünkü kuran'daki hükmü uygulamak mümkün değil, matematiksel olarak imkânsız! bu yüzden kuran'daki hükmün üstü çiziliyor ve ona "en yakın" uygulanabilir bir hüküm getiriliyor.

    (d) "ayetlerdeki oranlar sadece birer sınırdır" iddiası
    kimileri ise nisa/13'ü de delil göstererek ayetlerdeki oranların sadece birer "sınır" olduğunu, yani mutlak olarak alınmaması gerektiğini, dolayısıyla avliye gibi metotlarla gerçekleşen sapmaların sorun olmadığını savunmakta. ayetleri ön-yargısız bir şekilde okuduğumuzda, oranları sadece birer "sınır" olarak yorumlamak için hiç bir dayanak göremiyoruz.
    nisa/13'de geçen "hudud" (sınırlar) kelimesini niceliksel/sayısal birer sınır olarak anlamak ise hiç mümkün gözükmüyor. burada kastedilenin sayısal sınırlar değil, "allah'ın koyduğu ve aynen riayet edilmesi gereken yasalar/hükümler" olduğu ayetin bağlamından da açıkça anlaşılabilir.
    yine de isteyen birkaç tefsire bakarak da bu noktada emin olabilir.
    örneğin:
    fahruddin er-razi
    allah'ın sınırlan'ndan murad, allah'ın zikredip açıkladığı ölçü ve miktarlardır. birşeyin hududu (sınırı), kendisi ile başka şeylerden ayrıldığı taraftır.
    hudûdu'd-dâr (evin sınırları) ifâdesi de bu manadadır. birşeyin hakikatine delâlet eden söz de, "o şeyin haddi (sınırı)" diye adlandırılır. çünkü o söz, ifâde ettiği hükmün içine başkasının girmesine mâni olur. "başkası" ise, o sözün dışında kalan herşeydir.
    fahruddin er-razi, tefsiri-i kebir, mefatihu’l-gayb, akçağ yayınları, 7/414-415, nisa/13
    izzet derveze
    son iki ayette allah'ın koyduğu kanunları tenfiz etme noktasında, koyduğu şer'i yasaların haddini aşmama, onlarla asla oynamamayı tenbih hususunda pekiştirmedir. bu sebeple kim allah'a ve rasulü'ne itaat ederse kurtulacak, cennetine kavuşacak, kim de allah'a ve rasulü'ne isyan ederse, allah onu cehenneme koyacaktır; o ne elim ve alçal-tıcı bir azaptır.
    izzet derveze, et-tefsiru’l-hadis, ekin yayınları: 6 cilt, nisa/13
    ayrıca nisa/13'ü hemen ardındaki nisa/14'le birlikte okuduğumuzda, buradaki "sınır"ın miras paylarına ilişkin niceliksel bir sınır olmadığını, aksine nisa suresinin başından beri anlatılanların (evlilik, yetim hakkına riayet, miras vs.) hepsinin kastedildiğini ve bunlara mutlaka aynen riayet edilmesi gerektiğinin vurgulandığını anlıyoruz. bkz. elmalılı hamdi yazır, hak dini kur'an dili, nisa/13-15
    ama en önemlisi, "sınır" iddiasının zaten kendi içerisinde tutarsız olduğu. bir miktarın (niceliksel anlamda) sınır olabilmesi için, ya azami (maksimum) ya da asgari (minimum) sınır olması gerekir. ama yukarda da gördüğümüz gibi, ayetteki oranları bazı durumlarda avliye yöntemiyle eksiltmek, bazı durumlarda ise reddiye yöntemiyle çoğaltmak gerekiyor. yani kuran'da açık-seçik yazan hisseden, bazen daha fazla bazen de daha az bir oran vermek zorunda kalınıyor. bu durumda ayette geçen oranların (niceliksel anlamda) "sınırlar" olduğu iddiası zaten anlamsız bir laftan ibaret kalıyor.

    (e) "reddiyeyle ayetteki hisselerden daha fazla vermek sorun değilse, avliyeyle daha eksik vermek neden sorun olsun?" savunması
    bu savunmayı şöyle ifade edebiliriz:
    birinci adım:
    "ayette eğer sadece bir kız evlat varsa, onun payının 1/2 olduğu yazıyor. fakat eğer ölen kişinin bu tek kızı haricinde ailesinden hiç kimse kalmamışsa, elbette ki kıza 1/2 değil, malın tamamı verilir. bu gayet açıktır ve kuran'da bunun özel olarak belirtilmesine gerek de yoktur. 1/2 yerine bu durumda malın tümünü vermek ayetteki hükümden sapma anlamına gelmez."
    ikinci adım:
    "eğer bazı durumlarda ayette yazan orandan daha fazla vermek sorun değilse, diğer bazı durumlarda o orandan daha eksik vermek de sorun değil demektir."
    bu savunmanın sakatlığı zaten yukarda >5. malın fazla gelmesi ve reddiye meselesi< başlığında işlendi.
    orada yazılanlarla birlikte bu savunmanın sakatlığını özetleyecek olursak:
    reddiye yönteminden hareketle avliyenin meşruiyetini çıkartmak ve böylece avliye yöntemiyle ayetteki hükümden sapıldığını inkâr etmek, geçerli bir argüman değil, çünkü:
    (1) reddiye yöntemi, malın fazla geldiği durumlarda, artakalan kısmın ne yapılacağı sorusuna aklen verilebilecek cevaplardan sadece bir tanesi. artan malı, ayette geçen mirasçılar arasında (bonus olarak) tekrar bölüştürmek yerine, meselâ devlet hazinesine geçirmek de mümkün bir seçenek, ki sahabenin büyüklerinden zeyd bin sabit reddiye yöntemine karşı çıkarak, bunu savunmuştur.
    (2) eğer kuran'daki oranların dağıtılmasında malın sadece fazla geldiği durumlar mümkün olsaydı, fakat eksik kaldığı durumlar mümkün olmasaydı, ayetlerde geçen oranları minimum/asgari sınırlar olarak okuyabilirdik. böylece mirasçılara her halükârda en az ayette yazan oranlar veriliyor olurdu. oysa durum böyle değil. bazı durumlar var ki, kuran'da yazan oranları dağıtmaya çalıştığımızda mal yetmiyor ve bir yerlerden kesmek, yani ayette yazan oranları bir şekilde azaltmak gerekiyor.
    ve asıl önemlisi
    (3) malın fazla geldiği durumlarda, zaten kuran'da yazılı oranlar dağıtılabiliyor! artan malı, yine ayette geçen mirasçılara (bonus olarak) dağıtsak da (reddiye yöntemi), devlet hazinesine geçirsek de, ayette geçmeyen diğer yakınlara bölüştürsek de, her halükârda ayette yazılı oranlar verilebiliyor. fakat malın eksik kaldığı durumlarda ayetteki oranları vermek matematiksel olarak imkânsız kalıyor.
    birisi "şu pastanın üçte birini ayşe'ye, üçte birini de zeybeb'e ver" derse, biz bu cümleye hatalı demeyiz, sadece diğer üçte birinin ne olacağını sorabiliriz (ki bu soruya da birçok makûl cevap verilebilir).
    fakat "şu pastanın üçte birini ayşe'ye, üçte birini zeyneb'e, yarısını da fatma'ya ver" diyen birisinin, matematiksel zekâsından şüphe ederiz.

    (f) "bu durumlarda avliye yönteminin uygulanması gerektiği zaten en baştan ve kendiliğinden bellidir" iddiası
    malın eksik kaldığı durumlarda, yani kuran'daki oranları dağıtmanın matematiksel olarak imkânsız olduğu durumlarda, ne yapılacağı ne aklen baştan belli ne de naklen. kuran öncesi arap miras hukuku veya hesap/ticaret geleneğinde, yasa/akit metninindeki oranları gelişi güzel yazıp, uygulamada malın eksik kaldığı durumlarda ise avliye yöntemiyle oranları "düzeltme" gibi bir âdetin varlığına hiçbir kaynakta rastlamıyoruz. üstelik bu durumlarda ne yapılması gerektiğine dair hiçbir peygamber hadisi de yok.
    zaten bu yüzden de, pratikte ilk defa halife ömer döneminde böyle bir durumla karşılaşıldığında ne yapılacağı hemen bilinememiş, önce bir istişare gerekmiş. ve yine bu yüzden ibn abbas, ömer'in avliye metoduna karşı çıkmış ve farklı bir yöntem savunmuş. ve zaten şia mezhebi de 1400 yıldır, avliye yöntemini değil, ibn abbas'ın savunduğu "öncelik sırası" yöntemini uygulamakta.
    üstelik halife ömer'in kendisi de, ayetlerde geçen mirasçıların hangisinin öncelikli olduğuna dair bir ipuçu göremediğinden dolayı, avliye yöntemiyle bütün mirasçıların hisselerini düşürmeyi uygun bulduğunu söylemiş (bkz. el-ihtiyar, el-mavsili, çeviren: mehmet keskin, ümit yayınları, feraiz bölümü, avl başlığı). yani bizzat ömer'e göre de aslında böyle durumlarda avliye yönteminin uygulanması gerektiği baştan ve kendiliğinden aşikâr olan bir çözüm değil.
    sünni islam dünyasında, avliye metodunun 14 asırdır hem teoride hem uygulamada oturmuş bir müessese hâline gelmiş olması, bu yöntemin zaten en baştan belli olduğu anlamına da gelmez, bu yöntemle ayetlerdeki açık hükümlerden sapıldığı gerçeğini de örtmez.

    (g) "bütün mümkün durumları öngörecek bir düzenleme zaten imkânsızdır" iddiası
    nisa/11,12,176'ya göre her durumda değil, sadece bazı durumlarda (ölen kişinin kaç oğlu, kaç kızı olduğu, anne, baba ve eşinin hayatta olup olmadığına göre) söz konusu hesap hatası ortaya çıkıyor. hatta halife ömer dönemine kadar bu hesap hatası farkedilmemiş, ilk onun döneminde böyle bir durum pratikte gündeme gelmiş. ömer de yukarda anlatıldığı gibi en uygun "çözüm" olarak gördüğünden ilk defa avliye yöntemini uygulamış. yine de yukardaki örneklerden de anlaşılacağı gibi, bu "sorunlu" durumlar öyle çok ender rastlanılacak, hemen hemen hiç gündeme gelmeyecek durumlar değil. gayet olağan, her gün söz konusu olabilecek durumlar.
    bazı müslümanlar (sırf matematik hatası iddiasına karşılık verebilmek adına), bütün durumları göz önünde bulundurarak sorunsuz çözümleyecek bir düzenlemenin zaten imkânsız olduğu yönünde gülünç bir iddiada bulunuyorlar. oysa hem islam öncesi, hem islam sonrası hem de günümüzde geçerli olan birçok beşeri hukuk sisteminde miras kanunlarının hiç bir durumda hesap sorunu çıkartmadan (matematiksel olarak) pürüzsüz bir düzenleme getirdiğini biliyoruz. herşeyi bilen, gücü herşeye yeten bir tanrı'nın eksiksiz ve mükemmel kitabında bunun yapılamamış olması akla sığmıyor.
    ayrıca tekrarlamak gerekirse: kuran'daki ayetlerde bütün olası durumların düzenlenmemiş olmasının konuyla ilgisi de yok. zaten hesap sorunu, ayetlerin düzenlemediği değil, düzenlemiş olduğu bazı durumlarda ortaya çıkıyor.
    5 ...