6-Peygamberin otoritesinin kaynakları :
Peygamber bir devlet kurabilmek için siyasi güce ihtiyaç duyuyordu. Yaydığı din ile bu otoriteyi mutlak hale getirdi ve Allaha dayandırdı. islam dinine iman eden hiç kimse onu Allahın elçisi olarak tanıyacağından otoritesine karşı çıkması mümkün değildi.
Dini devletin temellerini mutlak otoriteye dayandırana kadar ise kabile ve soy yakınlığından kaynaklanan, önder olmaktan kaynaklanan, akrabalıktan ve yoldaşlıktan kaynaklanan otoritesini kullandı.
Siyasi olarak güçlendikçe otoritenin kaynakları askeri gücü oldu. Askeri gücü kullanmaktan hiç bir zaman çekinmedi. Ancak tüm bunların yeterli olamayacağı zaman insanlara ya cennet vaat etti, bu dünya için de ganimetler tesisi etti. Nitekim peygamberden sonra Osman zamanında fetihler sona erip de ganimet akışı durduğu zaman Kufe de mülk paylaşımı sonucunda isyanlar çıkmış ve bunun sonucunda Osman öldürülmüştür.
Her ne kadar kurucu ideolojiyi din ve kutsallık ekseni üzerine yerleştirmiş olsa da yaşayan bir kimsenin kutsal olduğu ya da ömrü içerisinde Allahtan vahiy geldiğinin kabulü pek de kolay bir şey olmasa gerektir. Temelini attığı devlet ise o ölür ölmez iktidar paylaşımlarına sahne olmuş ve hükmü altına aldığı kabileler isyan etmişlerdir. Ebubekirin iktidarı sırasında her yerde ortaya çıkan Ridde savaşları bunun bariz bir açıklamasıdır. Muhammedin ve dininin kutsallığının yaygınlaşması ve onun isminin bir mucize ve uhreviyet perdesi ile örtülmesi onun ölümünü takip eden yüzyıl içerisinde kulaktan kulağa yaygınlaştırılarak, inanmaya eğilimli cahil halkta bir efsane perdesi altında şekillendirilmiştir.
Doğumu ve doğum tarihi ile ilgili bir kesinlik bile yoktur : Fil yılında, Rebiülevvel ayının on ikisinde Pazartesi günü doğmuştur diyenlerin yanında, Fil olayının yirmi üçüncü yılının Ramazan ayının on ikisi olan Pazartesi günü doğmuştur diyenler de olmuştur. Başka rivayetlerde ise 20 Nisanda, Zülkarneyn takvimine göre 822 yılında doğduğunu söyleyenler de vardır. Ayrıca Resûlullah, Ukaz yılında yirmi yaşındaydı. Ficar savaşı da Fil olayından yirmi yıl sonra oldu. Kâbe binasının onarımı da Ukaz yılından on beş yıl sonra oldu. Bundan beş yıl sonra da Muhammede peygamberlik verildi diyenler ya da, Ukaz olayı, Fil olayından on beş yıl sonra olmuştur. Ondan on yıl sonra Kâbe binası yeniden yapıldı. Aradan on beş yıl geçtikten sonra da Muhammede peygamberlik verildi; ya da Fil olayı, Muhammedin doğumundan on yıl önce olmuştur veya Hz.Peygamber Fil olayından otuz yıl sonra, yahut Resûlullah, Fil olayından on beş yıl önce doğmuştur gibi değişik rivayetler de vardır. Bir başka rivayette ise, Resûlullah Fil yılında doğdu. On beş yıl sonra Ukaz savaşı oldu. Fil olayının yirmi beşinci yılının başında Kâbe yeniden yapıldı. Kırkıncı yılın başında da Resûlullaha peygamberlik geldi denilmektedir. ibn Kesir, el Bidaye ven-Nihaye Büyük islâm Tarihi II, çeviren: Mehmet Keskin, istanbul 1994,
Doğumu hakkında net bir tarih bile olmayan peygamberin doğumundan itibaren mucizelerin olduğu ise bir kutsallık ve din yaratmak için gereken rivayetin oluşturulması için Sümer şehir devletlerinden beri süregelen bir yöntem olduğu son derece açık olması gerekir. Şimdi bu kutsallıkların bazılarına göz atalım :
Muhammedin annesi Amine henüz hamileyken rüyasında, Sen insanların en hayırlısına hamile oldun. Onu dünyaya getirdiğinde her hasedcinin şerrinden korunması için bir ve tek olana sığınırım de, adını Ahmed veya Muhammed koy diyen bir sesle uyanmıştı. ibn Hişam, es-Sîre I, Yakubiden gelen rivayetlerde de, peygamberin doğduğu gece bazı olağanüstü olaylar meydana gelmiş ve Kisranın sarayından on dört burç çatırdayarak yıkılmış, iranlıların bin yıldan beri yanan ateşleri sönmüş, Semave vadisi taşıp, sular altında kalmış ve Save gölü kurumuştur. Yakubi, Tarih II, 5-6
Yine Hz. Muhammedin doğduğu gece putlar, yerlerinden sarsılıp yüz üstü yere düşmüşlerdir. Habeş kralı Necâşî, bazı olağanüstü durumlara tanık olmuş ve Hz.Muhammedin doğumu ile birlikte bir nur ortaya çıkarak Şam saraylarını onlara göstermiştir. Hz.Muhammedin kendisi ise başını göğe kaldırmış diz üstü çökmüş gibi bir durumda doğmuş ve üzerine kapatılan çömlek ikiye bölünmüştür. Ayrıca doğduğu evde bir nur görülmüş, göklerdeki yıldızlar o eve yaklaşmışlar ve buna benzer olağanüstü olaylar görülmüştür. ibn Kesir age
Başka bir rivayette ise, Hz. Muhammed doğduğu zaman beraberinde bir de nur çıkmış ve bu nur ona, doğu ile batı arasını baştanbaşa aydınlatıp göstermiştir. Başka bir rivayete göre de, Hz.Muhammed doğarken birlikte çıkan nur Şam saraylarını ve caddelerini aydınlatmış ve hatta Busradaki develerin boyunları bile o aydınlıkta görülmüştür. Doğduğu evde ise her nereye bakılırsa orası nur olmuş ve yıldızlara bakanlar yıldızların üzerlerine düşeceklerini sanmışlardır. Bir başka rivayette ise, Hz. Muhammed doğarken beraberinde çıkan nurun aydınlığı ile Bizans sarayları görülmüştür. Hz. Muhammed beşikte iken parmağıyla aya işaret ederek anlaşılmaz şeyler söylemiş ve ay da onun gösterdiği yöne yönelmiş, ay ile konuşmuş, ay da onunla konuşmuş ve ağlamaması için onu avutmuştur. Arşın altında secde ederken onun sesini işitmiştir. ibn Kesir age
Mekkeye yerleşip ticaret yapan Yahudinin biri, Hz. Muhammedin doğduğu gece Kureyş toplumuna, Ey Kureş bu gece bir çocuğunuz oldu mu? diye sormuş, onların, bilmiyoruz demeleri üzerine Eğer böyle bir doğum olmamışsa mesele yok. Bana bakın ve söyleyeceklerimi iyice kafanıza koyun. Bu gece doğan çocuk, bu son ümmetin peygamberi olacaktır. iki omuzu arasında, at yelesi gibi peş peşe tüyleri olan bir belirti vardır. iki gece süt emmeyecektir. Çünkü cinlerden bir ifrit, parmağını onun ağzına koyup süt emmesini engelleyecektir. demiştir. Bundan sonra Abdülmuttalibin oğlu Abdullahın bir oğlu olduğunu ve adının da Muhammed konduğunu öğrenen bir kısım Kureyşli, durumu Yahudiye bildirmişlerdir. Sonra birlikte Aminenin evine gitmişler, Yahudi çocuğu görünce bayılıp düşmüştür. Ayılınca, Vallahi peygamberlik israil oğullarının elinden çıktı artık. Buna sevindiniz değil mi ey Kureşyliler? Allaha andolsun ki, o size öyle bir zor verecek ve öyle bir güce erişecek ki, haberi, doğudan ve batıdan çıkacaktır. demiştir. ibn Kesir age
Başka bir Yahudi ise Medinede Yahudileri başına toplamış ve Bu gece doğan Ahmedin yıldızı doğdu. demiştir. Age
Bazı kişilere göre de, Allah ilk olarak Hz. Muhammedin nurunu ve ruhunu yaratmıştır. Hz.Muhammedin nuru, Hz. Âdemden itibaren de Şit, idris, ibrahim, ismail, Kusay yoluyla, Abdümenafa kadar nesilden nesile intikal etmiş, sonra Abdülmuttalibe ve oğlu Abdullaha ve ondan da Amineye geçmiştir. M. Zeki Karakaya, Hz. Peygamberin Hayatı, Kutlu Doğum Haftası II, Ankara 1990, 53-54
Hz. Muhammedin sünnetli doğduğuyla ilgili rivayetlerde de ihtilaflar vardır. Bazı rivayetlerde sünnetli doğduğu söylenmişken, bazılarında da dedesinin onu Perşembe günü sünnet ettirdiği, sünnetten sonra da bir davet verdiği ve çocuğun adını Muhammed koyduğu belirtilmiştir. Berzahullah Ahmed, es-Siretün- Nebeviyye, Riyad 1992, 107
Bu rivayetleri çoğaltmak da mümkündür, ancak bunların hiçbirinin gerçek olmadığını idrak edebilmek için o zamana ait tarihsel arkeolojik kayıtlara başvurmak son derece yeterli olabilir. Kaldı ki artık aklı başında hiçbir Müslüman bu söylenenleri doğru olarak kabul etmez. O halde neden bu rivayetlerin çıktığını sormak soruşturmak gerekir:
Doğum günü ve tarihiyle ilgili bir kesinliğin bile olmadığı bir insan hakkında bu derecede mucizeler atfetmenin tek nedeni yeni bir din oluşturmak için kutsallığa başvurmaktan başka bir şey olmadığı son derece aleni olması gerektir. Kırsal yaşam içinde yer alan insanlar eğitimsiz oldukları gibi rivayet ve hurafelere inanmaya da son derece açıktırlar. Kaldı ki 1400 sene evvelinin düşünsel yapısı mucize iddialarını sorgulayamayacak bir aşamada ve onları kabule meyillidir. Muhammedin başlattığı tanrıdan vahiy alma serüveni ondan sonra gelenler tarafından daha da içinden çıkılmaz hale getirilerek böyle mucize bir önderin sözleri etrafında, tartışılması mümkün olmayan bir şeriat altında birleşilmesini sağlamıştır. Bir kere onun tanrının elçisi olduğu kabul edildiğinde onun bildirdiği sözlerin de dışına çıkılamayacağı son derece anlaşılabilir bir durumdur. Bu yöntem aslında yeni bir yöntem değildir. ilk erken devletleri incelediğimizde tamamının aynı süreçten geçtiğini görürüz. Akad kralı Sargon da, Babil kralı Hammurabi de aynı kutsallıklara başvurmuşlardı. Ancak onlar direkt olarak tanrının bir uzantısı olduklarını, akraba vs olduklarını, yetkiyi tanrıdan aldıklarını vaaz etmişlerdi. Aradan 2000 seneden fazla bir süre geçtikten sonra gelinen nokta artık tanrının uzantısı ya da akrabası olmak değil, elçisi olmaktır. Bu sözlerim yukarıda vermiş olduğum Weber alıntısı ile birlikte değerlendirildiğinde dinin ve ilahiyatın toplumların bir arada tutulmasında ne derecede etkin olduğu daha kolay anlaşılabilir.
kaynak: http://www.turandursun.co...ak-ortaya-cikan-islamiyet
ayrıca değinilmesi gereken bir konu da hz muhammed'in kur'an-ı kerim'e yorum katmasından bahsetmekte fayda var. bilindiği üzere islam son hak din ve tek geçerli din olarak geçmektedir. melekler tarafından korunduğu söylenmiş olup tamamen allah'ın kelamlarıyla yazıldığı söylenir. ilk olarak hud suresi 2. ayet'ten bahsedelim. kuran'da ne yazıyor bakalım;
"bu kitap allah'tan başkasına ibadet etmemeniz için indirildi. kuşkusuz, ben size o'ndan gelen bir uyarıcı ve müjdeciyim." (türkçe çevirilerde parantez içinde "de ki" yazılır ama kuran'ın arapçasında böyle bir şey yoktur, kasıt da yoktur.
kuran meali kitaplarında parantez içinde yazılan kelimeler, "bu sözcükler kuran'ın orijinalinde yok ama siz kuran'ı daha iyi anlayasınız diye bunu ekledik" anlamına gelmektedir. yukarıdaki mealde de ayetteki çarpıklık örtülmek istenerek orijinalde bulunmayan "de ki" sözcüğü parantez içinde eklenmiştir.
toplam yedi ayetten ibaret olan fatiha suresi' de aynı mahiyettedir:
1. rahmân ve rahîm olan allah'ın adıyla.
2. hamd (övme ve övülme), âlemlerin rabbi allah'a mahsustur.
3. o, rahmândır ve rahîmdir.
4. ceza gününün mâlikidir.
5. (rabbimiz!) ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden medet umarız.
6. bize doğru yolu göster.
7. kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yolunu; gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil!
gene pek açık görülmektedir ki ayetler allah'ın dilinden yazılmamıştır. allah, siz bana böyle dua edin de dememiştir. fatiha suresi'nde konuşan kişi belli ki bir insandır.
50-"o halde hemen allah'a kaçın; haberiniz olsun ki, ben size ondan gelen açık bir uyarıcıyım.
51-allah'la beraber başka bir tanrı uydurmayın; haberiniz olsun ki ben size ondan gelen açık bir uyarıcıyım.
pek açıktır ki bu kuran ayetlerinde konuşan allah değil muhammedin kendisidir. peki o dönemlerde bunları farkedenler yok muydu? neden muhammed'e inandılar? birincisi o dönemde okuma-yazma oranı o kadar düşüktü ki bu ayetleri inceleyeyebilecek insan sayısı çok azdı. ikincisi, bu ve benzeri çarpıklıkları farkedip dile getirilenler kafirlikle, münafıklıkla, zındıklıkla suçlanıp aşağılanıyordu. hatta muhammed'i sadece eleştirmekle kalan şair ka'b bin eşref gibiler bile bunu canları ile ödemiştir. dolayısıyla gerçeği söylemek çok tehlikeliydi.
kaynak: turandursun.com
peki tamam. peygamber kendi yorumunu katmış, insanlar o şekilde ezberlemiş ve öyle yazılmış diyelim.
bu mantıksal hatadan sonra da değinilmesi gereken diğer konu miras dağıtımındaki matematiksel hatadır.
kuran'daki matematik hatası, internette inananlarla inanmayanlar arasında belki de en yoğun tartışılan konulardan olsa gerek. bu durum, yani meselenin bu denli yoğun tartışılıyor olması, "demek ki iddia edildiği gibi kuran'da bir matematik hatası yok, aksi halde bu kadar tartışma olmazdı, ne de olsa matematik kuralları objektif ve kesindir" gibi bir algıya yol açabilir. oysa söz konusu hata, aslında tartışma götürmeyecek kadar açık-seçik ve ilgilenen herkesin kontrol edebileceği türden.
ama elbette ki, konu kuran olduğu için, inananların kabul etmesi pek kolay olmuyor, kırk türlü argüman ve itiraz geliştiriliyor kuran'daki hatayı kabullenmemek için. konuya girelim şimdi.
nisa suresinin 11., 12. (ve 176.) ayetleri, detaylı olarak miras paylaşımının nasıl olacağını düzenliyor. bu ayetlerin içerdiği apaçık matematik hatasını düzeltmek için, islam miras hukuku'nda -ayetlerdeki açık hükümden sapan- bir takım pratik yöntemler geliştirilmiş ve 1.400 yıldır hata yokmuş gibi davranılmış.
baştan belirteyim ki, aşağıdaki metinde kendi kafama göre ayetleri yorumlayarak ve kendi uydurduğum örnekler üzerine keyfî bir şekilde uygulayarak kasıtlı bir hata çıkartma girişimim yok. gerek örnekler, gerek ayetlerin yorumu ve örnekler üzerine uygulanışı bizzat islam miras hukuku'nun ("feraiz ilminin") öngördüğü şekilde ele alınmıştır.
başvurulan islami eserler:
kaynaklarıyla islam fıkhı, celal yıldırım, uysal kitabevi, 3. cilt, vııı. bölüm: islam miras hukuku (feraiz) s. 284-296
dört mezhebe göre islam fıkhı, camisab özbek, ravza yayınları, 4. cilt, 69. bölüm: feraiz.
el-ihtiyar, el-mavsili, çeviren: mehmet keskin, ümit yayınları, feraiz bölümü, avl başlığı
feteva-i hindiyye, akçağ yayınları, miras bölümü, başık "13-avliyye"
fıkhu's-sünne - ayet ve hadislerle islam hukuku, seyyid sabık, pınar yayınları, 22. bölüm, miras ilmi, avl
açıklamalı minhâc tercümesi (minhâcü't-talibin), imam nevevi, kahraman yayınları, feraiz bölümü
ğayetül-ihtisar ve şerhi, kadı ebu şuca, ravza yayınları: 402-405.
nisa/11
allah, size, çocuklarınız(ın alacağı miras) hakkında, erkeğe iki dişinin payı kadarını emreder. (çocuklar) ikiden fazla kız iseler, (ölenin geriye) bıraktığının üçte ikisi onlarındır. eğer kız bir ise (mirasın) yarısı onundur. ölenin çocuğu varsa, geriye bıraktığı maldan, ana babasından her birinin altıda bir hissesi vardır. eğer çocuğu yok da (yalnız) ana babası ona varis oluyorsa, anasına üçte bir düşer. eğer kardeşleri varsa, anasının hissesi altıda birdir. (bu paylaştırma, ölenin) yapacağı vasiyetten ya da borcundan sonradır. babalarınız ve oğullarınızdan, hangisinin size daha faydalı olduğunu bilemezsiniz. bunlar, allah tarafından farz kılınmıştır. şüphesiz allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
nisa/12
eğer çocukları yoksa, karılarınızın geriye bıraktıklarının yarısı sizindir. eğer çocukları varsa, bıraktıklarının dörtte biri sizindir. (bu paylaştırma, ölen karılarınızın) yaptıkları vasiyetlerin yerine getirilmesi, yahut borçlarının ödenmesinden sonradır. eğer sizin çocuğunuz yoksa, bıraktığınızın dörtte biri onlarındır. eğer çocuğunuz varsa, bıraktığınızın sekizde biri onlarındır. (yine bu paylaştırma) yaptığınız vasiyetin yerine getirilmesinden, yahut borçlarınızın ödenmesinden sonradır. eğer kendisine varis olunan bir erkek veya bir kadının evladı ve babası olmaz ve bir erkek veya bir kız kardeşi bulunursa, ona altıda bir düşer. eğer (kardeşler) birden fazla olurlarsa, üçte birde ortaktırlar. (bu paylaştırma varislere) zarar vermeksizin yapılan vasiyetin yerine getirilmesinden, yahut borcun ödenmesinden sonra yapılır. (bütün bunlar) allahın emridir. allah, hakkıyla bilendir, halîmdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir.)
aslında bu ayetlerde göze çarpması gereken ilk tuhaflık birazdan uzunca ele alınacak olan kuran'daki matematik hatasından neredeyse daha da ilginç: allah neden kıyamete kadar bütün zaman ve mekânlar için detaylı bir şekilde mirasın tam olarak nasıl bölüştürüleceğini emretsin?
kuran çok daha önemli konularda, örneğin devlet başkanının nasıl tayin edileceği, "şûra"da yer alacak kişilerin nasıl, kim tarafından belirleneceği, ibadetlerin tam olarak nasıl icra edilmesi gerektiği gibi konularda hemen hemen hiçbir somut düzenleme bulundurmaz. hukuk sistemi için mirastan çok daha mühim denilebilecek alanlarda bu kadar detaylı ayetler yok. hatta birçok alim bu durumu "islam hukukunun esnekliği ve evrensel olmasının bir gereği" olarak yorumlar ve allah'ın kullarına değişen şartlara göre (islam'ın özüne sadık kalarak) somut kuralları değiştirmelerine izin vermekle ne kadar da rahmetli davrandığını söyler.
hâl böyle iken, neden miras gibi nisbeten daha önemsiz, üstelik çok daha değişken olması gereken bir konuda bu kadar detaylı hükümler gelmiş? neden müslüman toplumlara kıyamete kadar, ekonomik, sosyal, kültürel, demografik şartlar ne olursa olsun, miras paylaşımını tam olarak bu şekilde yapmak emredilmiş? ve neden bu paylaşım her zaman ve her yerde en âdil, hatta tek âdil seçenek olsun?
yukarda okuyabildiğimiz nisa suresi'nin 11. ve 12. ayetleri daha sonra gelen 176. ayetle birlikte miras paylaşımını düzenler. metni kısa tutmak için 176. ayeti yukarda alıntılamadım. çünkü açıklamaları sadece nisa 11 ve 12'yi ilgilendiren örneklerle kısıtlı tutacağım ve aşağıda sadece bir yerde 176. ayetin de kapsamına giren bir ek örnek vereceğim.
her üç ayet de birden çok cümle içerir ve her bir cümle "eğer şöyle ise, şu varise (mirasçıya) şu kadar verilir" şeklinde düzenlemeler getirir.
meselâ bir ayetin bir cümlesinde "ölenin eğer çocuğu yoksa annesine şu kadar" diye geçer, diğer ayetin başka bir cümlesinde "ölenin eğer çocuğu yoksa kocasına şu kadar" diye geçer. pratikte eğer ölen bir kadının çocuğu yok, fakat annesi ve kocası var ise, bu somut durum için her iki cümle de aynı derecede ve doğrudan geçerli olur. yani "eğer çocuk yoksa anneye şu kadar" cümlesi bir tek ölenin sadece annesinin olduğu, başka kimsesinin (örneğin eşinin) olmadığı durumu düzenlemekle kalmıyor. zaten bu mantıksız olurdu, cümle sadece ve sadece bu durumu (ölenin varis olarak yalnızca annesinin kaldığı durumu) düzenlemiş olsaydı, neden anneye sadece üçte bir versin? "eğer çocuk yoksa anneye şu kadar" cümlesi, ölenin çocuğunun olmadığı, fakat annesinin olduğu her durum için doğrudan geçerli (ölenin eşi olsa da, olmasa da).
başka bir deyişle, pratikte çıkabilecek olan durumlar (varis tabloları) tek tek bir bütün olarak tek bir ayet veya tek bir cümle bütünlüğü içerisinde ele alınmamış. dolayısıyla ayetleri herhangi bir somut durum (varis tablosu) üzerinde uygulamak istediğimizde, üç ayeti de cümle cümle okuyacağız ve işlemekte olduğumuz somut durum (varis tablosu) için geçerli olan cümleleri tespit edeceğiz.
örnek:
ilkin örnek olarak sorunsuz bir olaya bakalım.
çocukları ve babası olmayan bir kadın (borç ve vasiyet bırakmadan) ölür. geriye sadece annesi, kocası ve üç (aynı anadan, farklı babalardan) erkek kardeşi kalır.
ölen kadının malı, varisler (mirasçılar) arasında nasıl bölüştürülecek?
yukardaki ayetleri okuyoruz ve bu somut durum için geçerli olan cümleleri tespit ediyoruz.
nisa/11'den: "eğer kardeşleri varsa, anasının hissesi altıda birdir."
nisa/12'den: (koca için) "eğer çocukları yoksa, karılarınızın geriye bıraktıklarının yarısı sizindir."
nista/12'den: "eğer (kardeşler) birden fazla olurlarsa, üçte birde ortaktırlar."
demek ki:
anneye: 1/6
kocaya: 1/2 = 3/6
3 kardeşe (toplam): 1/3 = 2/6
görüldüğü gibi bu somut durumda toplam 6/6 = 1 çıkıyor. yani pay ile payda eşit. ve miras aynen ayette yazılı olan oranlarıyla paylaştırılabiliyor.
(not: tefsirlerin çoğunluğuna göre, nisa/12'de adı geçen "kardeşler" sadece anne tarafından olan kardeşleri kapsamakta, aynı anne ve aynı babadan olan kardeşlerin durumu ise 176. ayette düzenlenmekte. örn. bkz. ve bkz. ayetin lafzında böyle bir anlam yok. ama müfessirler böyle bir ayrıma gitmiş. burada ele alınan mesele için bir önemi de yok. yukarda sadece sorunsuz bir duruma örnek getiriliyor. eğer tefsirlerin bu yorumunu benimsiyorsanız, yukardaki örnek durumda kardeşler aynı anneden, farklı babalardan olsun. eğer bu yorumu kabul etmiyorsanız tam öz kardeşler olsun.)
yukardaki örnek durumda ayette belirtilen oranlar tam yetiyor, ne eksik kalıyor ne de fazla. fakat elbette ki, birçok durumda ayetteki oranları dağıttığımızda mal fazla gelecek, yani artakalacaktır.
örneğin çocuğu, kardeşi, anne-babası olmayan bir kadın (borç ve vasiyet bırakmadan) ölür ve gerisinde bir tek kocasını bırakırsa
nisa/12'deki "eğer çocukları yoksa, karılarınızın geriye bıraktıklarının yarısı sizindir."
cümlesi gereği kocaya malın yarısı verilir. diğer yarısı artar.