islam ın tamamen yalan olması

entry38 galeri
    6.
  1. (mirası) bölüşme sırasında yakınlar, yetimler ve yoksullar da hazır olursa, onları ondan rızıklandırın ve onlara güzel (maruf) söz söyleyin. (nisa suresi / 8)

    sadakalar, -allah'tan bir farz olarak- yalnızca fakirler, düşkünler, (zekat) işinde görevli olanlar, kalbleri ısındırılacaklar, köleler, borçlular, allah yolunda (olanlar) ve yolda kalmış(lar) içindir. allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (tevbe suresi / 60)

    bu ayetlerin yanı sıra pek çok hadisin de yoksulluğu yücelterek muhammedin yoksullar ve ezilenler nezdinde kendine destek aradığını da zikretmek gerekiyor :

    “cennet’in kapısında durup baktım. bir de gördüm ki, içeri girenlerin çoğu miskinlerdi (yoksullardı). zenginler ise hesap vermek için alıkonulmuşlardı. cehennemlik olduğu kesinleşenlerin de ateşe girmesi emrolunmuştu.” müslim, zikir, h.no: 93
    “dünya ve dünyalıklardan yüz çevir ki, allah seni sevsin; halkın elinde olandan yüz çevir insanlar seni sevsin.” ibn mâce, zühd, b.1.
    “muhâcirin fakirleri, onların zenginlerinden cennet’e 500 sene önce girerler.” tirmizî, zühd, b. 37 “ yemeğin en kötüsü zenginlerin davet edilip fakirlerin terk edildiği velime yemeğidir.” ibn mâce, nikâh, b. 25.
    “eğer beni seviyorsan, o halde fakirliğe karşı kendine bir zırh hazırla. çünkü fakirlik, beni sevene yüksekten inen bir selden daha çabuk ulaşır. tırmızi

    islam’dan önce arap kabileleri arasında sık sık savaşlar meydana gelirdi. bu savaşlarda yorulan ve bir hayli kayba uğrayan araplar dinlenmek ve yeniden toparlanmak için savaşlara ara verme ihtiyacı duyarlardı. kötülük yapmanın ve kan dökmenin haram olduğu zilkade, zilhicce, muharrem ve receb aylarında savaşlara ara verirlerdi. bu aylardan ilk üçü birbiri peşine gelen hac ve ticaret aylarıydı. bu aylarda bütün müşrikler mekke’ye akın eder, hem hac ibadetlerini yerine getirir ve hem de kurulan pazar ve panayırlarda mallarını satar, alacaklarını alır ve evlerine dönerlerdi. dinî ve ekonomik bir renk taşıyan bu aylarda savaşmak haramdı. receb ayında da durum aynıydı. her türlü düşmanlık ve mücadeleden el çekilmesi gereken, kötülük yapmanın ve kan dökmenin yasak olduğu bu haram aylarda savaş yapılırsa bu savaşlara da ficar savaşları denilirdi. ficar sözlükte azmak, haktan ayrılmak, günaha dalmak, yemininde ve sözünde yalancı çıkmak anlamlarına gelir.

    cahiliye döneminde dört büyük ficar savaşının cereyan ettiği bilinmektedir. bunların sonuncusu birbirleri ile müttefik kureyş-kinane ile kays-aylan kabileleri arasında cereyan etmiştir. kureyş-kinane ittifakının komutanı peygamber’in amcası zübeyir bin abdülmuttalip idi. peygamber de bu savaşa amcalarının safında katıldı, fakat fiilî olarak savaşmadı. bu sırada o’nun ondört, onbeş, onyedi veya yirmi yaşlarında olduğu nakledilmektedir. karşı taraftan atılan okları kalkanla karşılayıp toplayarak amcalarına vermekle yetinirdi. bu savaş mekke’de bir kaos ve başıbozukluk ortamı meydana getirdi. insanlar birbirlerinin ve özellikle de yabancıların hukukunu gözetmez oldular. mekke’nin despotları hac ve ticaret için şehre gelen zayıf ve güçsüz kimselere haksızlık yapmaya başladılar.

    3-emin ve güvenilir bir ticaret yolunun ve bunun korunmasının gerekirliği :
    tarım, daha çok güneyde, doğuda ve hicaz’ın o günkü adıyla yesrib (medine), hayber, tâif ve vadilkura gibi vahalarında yaygın iken, mekkeliler akdeniz ve hint okyanusu arasında ticaret yapmaktadırlar. bu kapsamda altın madeninden baharat, fildişi, değerli elbiseler ve taif’ten götürdükleri kuru üzüm gibi gıdalara kadar hemen her malın ticareti yapılmaktadır. bu yönüyle cahiliye döneminde mekke büyük bir ticaret merkezi olmuştur. nitekim yakınlarında kurulan ukaz, micenne ve zulmecaz panayırları da bunu göstermektedir
    mekkelilerin ticarete yönelmesinde mekke’nin coğrafi konumu yanında toprak yapısı ve bitki örtüsü yönünden ziraat ve hayvancılık yapmaya uygun olmaması da etkili olmuştur. ortaçağ boyunca en yaygın geçim vasıtalarından olan ziraat ve hayvancılık bu bölgede aşırı derecedeki sıcaklık ve su yetersizliği nedeniyle yapılamıyordu. bu durumda bölge insanları için başka geçim vasıtalarına yönelmekten başka çare kalmıyordu. dolayısıyla mekkelilerin ticarete yönelmeleri doğal şartların bir sonucu olarak yaşamlarını devam ettirmeleri için hayati öneme sahipti.
    kusay, mekke'ye topladığı kavmini bir iskâna da tabi tuttu. o, kureyş kabilesini mekke’de iskâna tabi tutarken bir plan dâhilinde hareket etti. kureyş’in zenginlerini, soylularını ve yakın akrabalarını mekke’nin en merkezi yerine yerleştirirken, zenginlik ve statü bakımından daha geride olan kabileleri ise mekke vadisinin dışına yerleştirdi. mağlup huzâalıları ise şehirden uzaklaştırdı ve onların civar bölgelerde oturmalarına izin verdi.

    kureyş’in ekonomik çıkarlarına hizmet eden ve özellikle bunun için kurulduğu anlaşılan müesseselerden birisi dâru’n-nedve’dir. aslen mekke şehir devleti senatosu veya meclisi konumunda olmakla beraber ekonomik icraatı itibarıyla günümüzdeki devlet planlama teşkilatı veya ticaret odalarının icra ettiği bazı fonksiyonları yerine getiren bu müessese, mekke şehir devleti’nin ticari aristokrasisinin meşveret merkezi konumunda idi. kureyş’in ticari dehaları burada toplanıp kervan ticaretiyle ilgili meseleleri görüşür ve durum değerlendirmesinde bulunarak, alternatifleri gözden geçirirdi.11 ihtimaller tartışılmaksızın hiçbir kervan ya da kafile sefere gönderilmezdi. ( ibn i said ) 40 yaşını aşan her vatandaş buraya gelip şehirle ilgili işlerin müzakeresi hususunda fikrini söyleyebilirdi

    kusay tarafından ihdas edilen bu görevlerden özellikle hacıların doyurulması (rifâde) ve su ihtiyaçlarının giderilmesi (sikâye), dini olmanın yanında kureyş ve kusay’ın siyasi ve ticari menfaatlerine de hizmet etmiştir. kur’ân’da ‘kureyş’ veya ‘el-îlâf’ isimli surede gayet veciz ve önemiyle mütenasip bir surette yerini alan ‘îlâf: ahid, antlaşma ve talebe binaen verilen beraat demek olup hassaten mekke asilleri ile komşu devletlerin başkanları arasında akdedilen antlaşmaları ifade etmektedir. kureyş ( 108 1-4 ) hâşim ve kardeşleri, bölgelerinde bulunan kabileler ve ülkelere seyahatler düzenleyerek serbest ticaret yapabilmek için antlaşmalar yaptılar. îlâf sonucu yapılan antlaşmalarla kureyşliler, senenin dört mevsiminde mal alım ve satımı için diledikleri ülkelere tekrar izin almaksızın gidip gelebilme imtiyazını elde ettiler. buna karşılık da onlara serbest ticaret izni veren kabile ve ülkelerin mallarını komisyon almadan satarak elde edilen kârların tamamını mal sahiplerine vereceklerdi. antlaşmaya razı olan kabile ve ülkeler, mekkelilerin kendi ürettikleri veya satışını yaptıkları malları aracısız, doğrudan onlardan aldıkları için daha ucuza temin etmiş olacaklardı. böylece bir yandan bu kabileler ticaret yolculuklarının zorluklarından kurtulup oturdukları yerde kazanç sağlarken diğer yandan kureyş’in dış ticaretini güvence altına almış olacaklardı. arap kabileleriyle yapılan bu antlaşmalar, karşılıklı yardım ve koruma mükellefiyetleri getirmeyip, aksine o güne kadar bilinmeyen bir usul olan müşterek ticari çıkarlar esasına dayanıyordu. zira bu işbirliği neticesinde daha istikrarlı kârlara nail olacakları gibi mekke’ye korkusuzca girecekler ve itibar göreceklerdi.

    ebrehe'nin hezimetinin bir takdiri ilâhi olduğunu düşünen araplar, harem-i şerife ve hac ibadetine görülmemiş bir ihtimam göstermeye başladılar. mekke'nin bu zaferi, ka'be'ye oldukça önemli bir itibar kazandırdı. bunun sonucunda kureyş, 'ehlullah' olarak kabul edildi. bu prestijden yararlanan kureyş, meşhur hums müessesesini kurdu. sadece mekke sakinleriyle en yakın müttefiklerinin üye olduğu (ibn habib, el-munammak, s. 127) bu müessesenin, temelindeki iktisâdî etkeni gösteren en önemli bir özelliği vardı: buna göre kureyş, (kutsiyetini muhafaza kastıyla) şehre dışarıdan yiyecek ve giyecek sokamayacaklarını ileri sürerek, hums kapsamına girmeyen hacıları, tüccarları mekke'ye yiyecek ve giyeceklerini almaya zorluyordu. tabiatıyla tüccarın lehine işleyen bu mekanizma, mekke ekonomisini güçlendiriyordu. bu nedenle hums müessesesinin ekonomik önemi bariz olup din kisvesine büründürülmesi, pek şaşırtıcı değildir.

    tamamen ticarete ve kervancılığa bağlı olan kabile ekonomilerinde en temel olan meselenin kervanların güvenliğinin sağlanması olduğu ortadadır. bu yüzden her şeyden evvel bu güvenliğin sağlanması için sağlam bir teşkilat kurulması gerekiyordu.

    b-öznel şartlar :
    öznel şartlar derken muhammedin bir lider olması için, lider olarak ortaya çıkabilmesi için oluşan nedenlerin bir sıralamasını yapmaya çalışacağım :
    1- muttalipoğullarının egemenliklerinin ve önemlerinin azalması , egemenliğin haşimoğullarından ümeyyeoğullarına geçmesi :

    abdüşşems erken bir dönemde mekke'de ölünce onun ifa ettiği kıyâde görevini, oğlu ümeyye b. abdişems üstlendi. ümeyye akrabaları ve yakınları çok olan zengin bir kişiydi. belki de bu durumuna güvenerek amcası haşim b. abdimenaf ile anlaşmazlığa düşmüş, onunla rekabete girişmiştir. fakat o, bu mücadeleyi kaybetmiş ve yaklaşık olarak on yıl şam'da ikamet etmiştir. tarihte böylece muhammed 'in dedesinin babası olan haşim ile, ebû süfyan'ın dedesi ümeyye arasında ilk düşmanlık başlamış oluyordu. zengin ve geniş bir nüfuza sahip olan ümeyye, şam'dan mekke'ye döndükten sonra da eski mevkiini korumuştur.ümeyy in ölümünden sonra onun yerini harb almıştır. abdüşems oğullarının lideri olan harb, haşim b. abddulmuttalib'in yakın dostu ve nedimi idi. ancak abdulmuttalib, yahudi bir kimseyi öldürmesinden dolayı harb'den maktulün diyeti olan yüz deveyi alıp, onun amcaoğluna vermesine kadar kendisi ile ilişkisini kesmiştir. böyle bir olay da muhtemelen haşim oğulları ile ümeyye oğullarının arasının daha da açılmasına neden olmuştur.

    anlaşıldığı üzere, mekke’de en güçlü olanlar, çeşitli sebeplerle, sürekli değişiyordu. 570’lerde kâbe’yi tahrip etmeye gelen ebrehe komutasındaki fil ordusu’nun karşısına çıkan kureyşliler’in başında, muhammed’in dedesi abdulmuttalib’in sözcü olarak bulunuşu, o sıralarda mekke yönetiminde muttaliboğullarının etkili olduğunu göstermektedir. daha sonraki yıllarda en güçlü iki boy olarak abdüşşems ile mahzumoğullarının adı geçmektedir. utbe ve kardeşi şeybe, abduşşems’in bir bölümünden sorumluydular. benu umeyye’nin başına, utbe’nin kızı hind’le evlenen ebu süfyan geçmişti. muhammed’in gençlik yıllarında, ubu süfyan, oymağının itibarına paralel olarak mekke’nin siyasetini elinde tutuyordu. şahsi nüfuz ve gayretiyle haşimoğullarının mevkisini yükselten abdulmuttalib’den sonra oymağın nüfuzu oldukça azalmıştı. çünkü oğullarından ebu talib zengin değildi. abbas zengin olmasına rağmen sürekli mekke’de kalmıyordu. ebu leheb ise ahlâksız bir kimse olarak ünlenmişti.

    bu durum ve muttalipoğullarının düşüşü muhammed’in soyundan gelen ve eskiden kendilerine ait olan otoriteyi tekrar ele geçirmek için bir eylem planlamasına sebep olabilirdi.
    2-muhammed’in hatice ile evlenmesi ve hatice’nin etkisi :

    muhammed hatice ile evlenene kadar sıradan biri idi, zengin değildi, kervanları götürür ve ticaret yapardı. bir rivayete göre hatice’nin sadece ticaret yaptığı mallarını 80 bin deve taşıyordu. dört yüz hizmetçi onun ticaret ve sair işlerini yürütmekle görevliydi. hatice ile evlendikten sonra ihtiyacı olan maddi güce ve mekke içerisindeki saygınlığa kavuştu. muhammedin peygamberliğinde en büyük desteğinin hatice olduğu anlaşılıyor, hatta bizzat bu eylemin planlayıcılarından biridir. nitekim bir islami sitede şöyle anlatılıyor :
    “o sıralarda ortalama elli- elli beş yaşlarındaydı ve mekke’ye gidenler bilir, çıkılması yarım saat süren hıra dağı’na yemek götürmek maksadıyla çıkar, mağaranın önüne yemek kaplarını koyar daha sonra gidiyor gibi yapar ve koşup bir taşın ardına gizlenir, bazen iki bazen üç gün, aç susuz bir halde mağaranın ağzına doğru ona bir zarar gelmesin diye beklerdi. onu himaye etmeyi kendine görev edinmişti. bir gün cebrail gelip “ey muhammed hatice burada” dedi. peygamberimiz “evet biliyorum” deyince cebrail (a.s) “hayır o hep burada hiç gitmiyor ki” şeklinde cevap verdi. belki eşinin yolunu beklerken dam üzerinde ya da bahçede o’na yaktığı türküleri ve şiirleri peygamberimiz hiç duymadı, ama bu bekleyişi allah o’na duyurdu.”
    görüldügü gibi hira’da da hatice muhammed’in yanındadır, ilk vahyini alınca ona koşar. cebrail’in gelip gelmediğini onun sayesinde anlar. hatice’nin amcası varaka ise onların en büyük destekçileri ve akıl hocalarıdır.
    kureyş kabilesinin lideri olabilmek için aranan vasıflardan bir tanesinin de varlıklı olmak olduğundan yukarıdaki satırlarda bahsetmiştim. muhammed hatice sayesinde bu saygınlığa kavuştu ve sözü daha da dinlenir oldu.
    mahzum oğulları semtinde es-sâib b. ebi's-sâib çarşısı vardı; bölümlerin birinde, peygamber'in ve es-sâib'in malları depolanmaktaydı. es-sâib, peygamberle ortak idi. eş-şeybânî'ye göre, onlar deri ticareti yapmışlardı. belâzürî'nin kaydettiği bir rivayete göre ise peygamber, ebû süfyan tarafından suriye'den getirilen bazı mallara ileride gelir sağlamak için para yatırmıştır.
    bu rivayetlerden peygamberin mekke’nin lideri ebu süfyan ile birlikte ticarete girecek kadar büyüdüğünü görebilmek mümkün. ona bu saygınlığı kazandıran ise hatice’nin varlığı idi. nitekim hatice muhammed üzerinde o kadar etkindi ki allah bile ona selam yollayabiliyordu:
    “allah’ın selam yolladığı kadın: bu harika içtenliğin karşılığı olarak o’na selam yolladı. peygamberimiz gelip, “cebrail (a.s)’ın ve allah’ın sana selamı var” dediğinde bu muhteşem sevgi öğretmeni aynı zamanda zekâsının ve konuşma kabiliyetinin doruğunda bir cevap verdi: “cebrail’in selamını alıyorum, ama rabb’im zaten selam’dır, tüm selamlar zaten o’dur.” diyordu.”
    3-Yeni bir peygamber beklentisinin çok yoğun olması :
    Mekke o sıralar yeni bir peygamber beklentisinde idi. Aslında o yüzyıllar tüm dünyada ticaret burjuvazisinin şekillendiği, meta ekonomisinin geliştiği zamanlardır. Tüm ülkelerde azgın bir sömürü ve sermaye birikimi görülür. Buna karşın ezilen halkın yoksulluğu ve buna başkaldırısı ile ciddi sınıf çatışmaları ortaya çıkar. Halkın ezilmiş ve yoksulluğunun ideolojik olarak sonucu ise yeni bir kurtarıcı beklentisidir. Mekke de bu ortamdan nasibini almıştır. Bu gerçeği eski Arap şiirinde de takip edebilmemiz mümkündür:
    bu şiirlerden bir tanesi de Kuss b. Sâide tarafından Ukkaz Panayırında söylenmiştir :
    “Ey insanlar!“Allah’a yemin ederim ki bunda ne bir hata var ne de yanlış, Allah katında bizim bu dinimizden daha hayırlı olan bir din var. Onun gelmesi yaklaşan bir elçisi var, gölgesi başımızın üstüne düştü. Ona ulaşan ve kendisine uyana müjdeler olsun. Ona muhalefet edene yazıklar olsun. Geçen çağlara ve hayatlarını gaflet içinde geçiren milletlere yazıklar olsun.”
    Diyerek bazı gerçekleri daha önceden gördüğünü itiraf etmiştir. Kuss b. Sâide bu şiirini okurken Muhammed’in onu dinlemesi de ayrı bir anlam taşımaktadır.
    Ayrıca gene peygamber beklentisi ile ilgili olarak Kur’an şöyle demektedir :
    Yeminlerinin olanca güçleriyle, kendilerine bir uyarıcı-korkutucu gelecek olsa, ümmetlerinin herhangi birinden mutlaka daha doğru olacaklarına dair, Allah'a and içtiler. Ancak onlara bir uyarıcı-korkutucu geldiğinde (bu,) nefretlerinden başkasını artırmadı. Fatır 42
    O dönemin tanıklığı Muhammed’in bu beklentiyi karşılıksız bırakmamaya karar verdigini çok açık bir biçimde bize kanıtlamaktadır.
    4-Haniflerin ve diğer tek tanrılı dinlerin varlığı :
    7. yy da Arap yarımadasında özellikle Güney’de tek tanrılı dinler mevcuttu. Mekke’de ise Hıristiyanlığın yanı sıra adına Hanifler denen ve tek tanrı inancına bağlı olan kimseler bulunuyordu. Kıys Bin Saide, Varaka Bin Nevfel, Abdullah Bin Çehş, Osman Bin Halis bu Haniflerin önde gelenleridir ve tabir caizse bir nevi islamiyet’in kuruluşunun gizli cemiyetini teşkil etmişlerdir.
    7 ...