Türkiye, "türban" çengeline takılmış salıncağında; Güney Kutbu ile Kuzey Kutbu arasında bir o yana bir bu yana sallanarak, kutuplaşmalarını keskinleştire dursun.
Sakin, sessiz ve hatta bir ölçüde epey ıssız Köyceğiz ramazanında; komşumuz ve dostumuz Alman Max'ın otelindeki yüzme havuzunda, 21. yüzyıl evrenselliğini yaşamanın tadı bir başka...
* * *
Mayolarıyla şezlonglara uzanmış, genellikle kitap okuyan, kadınlı erkekli 5-10 ingilizle Alman da; arada bir havuza giriyorlar ve hep birlikte, birbirimize gülücükler yaparak kulaçlıyoruz suları.
* * *
Türkiye'deki kutuplaşmalar, çok zengin olan folklorumuzda da renkli figürler çizer.
Örneğin Ortaoyunu'nda sıradan halkın temsilcisi Pişekâr ile ona üstünlük taslayan kesimin temsilcisi Kavuklu...
Karagöz'de de halkın temsilcisi Karagöz'ün ikide bir kafasına şaplağı indirdiği, elitist kesimin temsilcisi Hacivat...
* * *
Aynı kutuplaşmalar, çağdaşlaşma çabaları sonucu Tanzimat'la başlayan yeni edebiyatımızda da vardır.
Bir yanda Muallim Naci, bir yanda Recaizade Mahmut Ekrem.
Bir yanda Mehmet Akif, bir yanda Tevfik Fikret.
Bir yanda Necip Fazıl, bir yanda Nâzım Hikmet.
* * *
Atasözlerimizde dahi aynı kutuplaşmalar tüter duman duman...
"Ummadık taş baş yarar" - "Ateş olsa cürmü kadar yer yakar".
"Doğruyu söyleyeni dokuz köyden kovmuşlar" - "Yalancının mumu yatsıya kadar yanar".
"iki el bir baş için" - "Komşuda pişer, bize de düşer".
* * *
Türkiye, toplumsal olaylara sınıfsal bir gözlükle bakmaya yine hiç yanaşmadan; "yeni bir anayasa" tartışmalarıyla iyice kutuplaşmada...
Bir yanda "kışla" parfümlü bir burjuvalaşma imajının açık başlı kadını; bir yanda "cami" parfümlü bir demokratikleşme imajının başı türbanlı kadını...
* * *
Ne var ki, militarist bir burjuvalaşma özeni de, yoksul yığınların durumunu genel bir "hamasetçiliğin" altına iter; türbanlı bir demokratikleşme özeni de, ulusal gelir dağılımındaki dengesizlikleri, "inanç birliğinin" altına iter.
* * *
Küreselleşme sürecinin ne olduğunu, Köyceğiz'deki Alman dostumuz Max'ın otelindeki yüzme havuzunda göremeyenler; ABD Merkez Bankası FED'in faizleri yarım puan aşağı çekmesiyle, dünyadaki tüm ülke borsalarını nasıl rüzgârlandırdığını herhalde görmekteler.
* * *
Ahmedinecad'ın iran'ı, acaba ne kadar farkında 21. yüzyıl küreselleşmesinin?
Viyana, keman biçimindeki kutular içinde Mozart resimli çikolatalarla dünya burjuvazisini kucaklamaktan vazgeçecek de; kadınlarını simsiyah "Çadiri"ler içine mi sokacak; yoksa 20-30 yıl sonra iran'da da şık giyimli kadın tezgâhtarlar, üstünde Hayyam'ın resmi ve "rubai" dörtlüklerinin siluetleri bulunan yuvarlak "iran havyarı" kutularıyla mı kucaklayacak dünya burjuvazisini?
O zamana kadar da, ola ki epey kan dökülecek, yazık!
* * *
Bizde de hamasete ağırlık verenlerin, küreselleşme sürecinden hoşlanmadıkları ileri sürülüyor.
Her ne kadar o kesim, "vatandaşa hizmet" yerine, "vatana hizmet"i yeğlese de; arada sırada gönüllerini almak gerekir onların da.
* * *
Ve işte bir örnek:
Biz "gelişmiş" olmasak da, yiğitlik gücü bizdedir;
Türk demek, asker demektir; bir kodum mu oturturum.
Kadınlı, etli şaraplı, zevkli sofralar sizdedir;
Bizdedir kahramanlıklar, zaferler, övünme, kurum.
Ne çıkar dışa bağlıysak, iğnesinden ipliğine;
"Atalarım gökten yere indirmişler Ay Yıldız'ı"
Bizler neden dikmeyelim Washington'un göbeğine
Upuzun gönderlerdeki o şanlı bayrağımızı?
* * *
Böyle hamasi bir manzume, okullarda çocuklara ezberletildiğinde, mesleksizlik ve işsizlik kuşak kuşak artsa da; yoksulluk sütrelenir, sınıf bilinci iğdiş edilmiş olur.
* * *
Yargıtay Onursal Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk, son 83 yılın tepeden tırnağa yeniden gözden geçirilmesi gerektiğinden söz etse de; kimsecikler yanaşmayacaktır böyle bir otopsiye...
* * *
Türkiye'deki kutuplaşmalar yepyeni bir sentez yaratabilir mi; yaratabilirse, ne zaman yaratabilir?
"Ne olacaksa olacak, yaşayanlar görecek".
* * *
Köyceğiz'de sahurda, bizim bahçe kapısı önünde davul ve zurnayla oyun havaları çalınmıyor artık. Üstelik trafik mrafik açmazı da yok buralarda ve hava da o kadar ılıman ve güzel ki...
Hele bir de, bir Mozart çikolatası yersen...