bir zarfı açmak kadar kalbi titreten ne vardır. zarf mahremiyettir, mahrem olmasa da satırlar. bir köşeye çekinilir, yalnız okunur mektuplar. diye başlıyor kitabına bir yazar. bize de unutulan mektubun mahremiyetini ve sıcaklığını anlatıyor. çoğumuzun ömrü boyunca hiç mektup almadığı ve almayacak olması, almış olanların da son mektubunu zamanını kendilerinin de unuttuğu belirsiz bir tarihe gömmüş olmaları inkâr edilemez bir gerçek. öyle ya da böyle çoğumuz, bize yazılan bir mektubun zarfını açarken parmaklarımızın titreyişine, kalbin yavaşlatılamaz hızına tanıklık edemedik. en son ne zaman mektup aldık ya da ne zaman bir mektup yazdık?;
birdenbire ağzımızdan kaçan kelimeleri hiçbir şey geri getiremez. çünkü söylediklerimizin üstü çizilemez. çünkü söylediklerimiz dinlenmeyebilir; sözümüz kesilir, içeriye o anda biri girer. mektupta ise teker teker itinayla yan yana gelir sözcükler ve hiçbir zaman yarım kalmaz söylenecekler. okunan mektup da mutlaka kavuşur nihayetine. samimiyetin bir kâğıttan nasıl taşabileceğinin kanıtıdır mektup. dijital ortam karşısında yazılan mesajların soğukluğuyla mukayese edilemez. çünkü kalemin titreyişi vardır mektupta, kelimelerin git-geli, beklemenin ızdırabı ve kavuşmanın anlatılamaz mutluluğu. yanisi bir kısa mesajdan çok daha fazlasını barındırır muhtevasında. dijital ortamla savaşını kaybetmiş değildir henüz. basma kalıp bir ifadeyle, günlük hayatın yoğunluğundan, teknoloji yığınının yoruculuğundan kurtulmak isteyen samimi gönüllere hâlâ aralar kapısını. eşsiz bir dinginliği serer önüne hem yazanın hem okuyanın. zaten habersiz gelen bir mektup kadar ne sevindirebilir insanı.