bir televizyon programinda gordum onu tesadufen. bir tur belgesledi. bir grup cocukla, cocuklar 7 yasindayken konusmuslar, bir de 7 yil sonra cocuklar 14 yasindayken. hayatlarinda neler degismis onlari tesbit etmek maksadiyla yapilmis bir program.
hepsinin hikayeleri baska baska. ama o kocaman bal rengi gozleri urkek ve aglamakli bakan erkek cocugunun kederi, icime burgulu bir vida gibi isledi.
4 yasinda ayrilmis annesiyle babasi. belli ki, zor gecmis ondan sonrasi. cekmis gitmis bir babanin yolunu gozlemis hep. 9 yasinda iken de oldugunu soylemisler. bunlari anlatiyordu, bir de gelecege iliskin beklentilerini ve hayallerini. hep bir golgenin arkasindaki yuzuyle, gozleriyle.
donmus kalmistim izlerken. ve o zaman farkettim ki, gunluk hayatimizda kullandigimiz kelimlerin icleri bazen bos. keder, benim icin yalnizca bir kelime degil artik. keder, yeni yetismekte olan bir delikanlinin bugulu gozlerinden akmak uzere olan yas. keder, biyiklari terlememis bir oglan cocugunun konusmaya calisirken titreyen dudaklari. keder, kaybetmenin hancer gibi icine saplanmis acisi. keder, yasamak mecburiyetinde olmak bazen, eksikligine, yalnizligina, caresizligine ragmen.