Fesubhânallâh! Ben Beşer Peygamberden Başka Bir Şey miyim? (isra, 17/93)
Tarih sürecinde peygamberlere karşı geliştirilen yanlış tutumlar, indirgemeci ve aşırı yüceltmeci olmak üzere ikiye ayrılır. Bunlardan birincisine örnek, Yahudilerdir. Onların birçoğu peygamberlerine gereken değeri vermemiş, onlara iftiralar atmış, sıradan bir insana gösterdikleri sevgiyi, saygıyı onlardan esirgemişlerdir. Ve nihayetinde peygamberlerini öldürecek gaddarlığı sergileyebilmişlerdir.
ikincisine örnek ise Hıristiyanlardır. Onlar Yahudilerin zıddına Peygamber (isa aleyhisselâm) sevgisinde aşırıya kaçmışlar ve bir zaman sonra onu tanrı edinmişlerdir. Kuranda kendilerinden ehl-i kitap olarak bahsedilen Yahudi ve Hıristiyanlar, peygamberlere karşı gösterilen davranışların iki aşırı ucunu oluşturmuşlardır.
Bu iki grubun dışında kalan milletlere de peygamberler gönderilmiştir. inanmayanlar veya müşrikler olarak adlandırdığımız bu gruplar, ehl-i kitabın aksine kendilerine elçi olarak gönderilen peygamberlerin beşer olma özelliğini dillerine dolamışlardır.
islam dünyasında da zaman zaman iki aşırı ucu temsil eden indirgemeci ve aşırı yüceltmeci peygamber tasavvurlarına rastlanmaktadır. Bu makalede Hıristiyanların isa aleyhisselâm konusunda sergiledikleri aşırı tutumları ile inanmayanların Peygamberlerin beşer oluşuna karşı geliştirdikleri söylem, islam dünyasında karşılaşılan bazı yanlış durumlarla mukayese edilmek sureti ile incelemeye tabi tutulacaktır. Yahudilerin ve -az da olsa- bazı Müslümanların gösterdiği indirgemeci peygamber tasavvuruna bu makalede değinilmeyecektir.
1. BiR MÜŞRiK ARGÜMANI: MELEK PEYGAMBER
Dini tebliğ etmek için gönderilen peygamberlerin birer beşer / insan olmalarını, inanmayanlar bir türlü kabullenmek istememişlerdir. Ta Nuh aleyhisselâm zamanında başlayan bu kabullenemeyiş, son peygamber Muhammed sallallâhu aleyhi ve selleme gelinceye kadar böyle devam etmiştir. Nuh aleyhisselâm, kavmine elçi olarak gönderildiğinde ona şöyle itiraz edilmişti:
Biz Nuhu, kendi kavmine elçi gönderdik. Ben sizin için açık bir uyarıcıyım dedi. Allahtan başkasına kulluk etmeyesiniz diye uyarıyorum. Çünkü ben üzerinize gelecek acıklı bir günün azabından korkuyorum. Kavminden ileri gelen kâfirler dediler ki: Biz seni sadece bizim gibi bir beşer olarak görüyoruz (Hûd, 11/25-27)
Bu tür itirazlar sadece Nuh aleyhisselâmın kavmi ile sınırlı değildi. Hûd aleyhisselâmın kavmi olan Âd, Sâlih aleyhisselâmın kavmi Semûd ve onlardan sonra gelen peygamberlere de kendi kavimleri hep aynı itirazda bulundular: Sizin bizden ne farkınız var ki? Siz de bizim gibi bir insansınız. Bu durum ayetlerde şöyle anlatılmıştır:
Sizden öncekilerin, Nuh, Âd ve Semûd kavimlerinin ve onlardan sonrakilerin haberleri size gelmedi mi? Onları Allahtan başkası bilmez. Peygamberleri kendilerine mucizeler getirdi de onlar, ellerini peygamberlerinin ağızlarına bastılar ve dediler ki: Biz, size gönderileni tanımıyoruz/kabul etmiyoruz ve bizi kendisine çağırdığınız şeye karşı derin bir kuşku içindeyiz.
Peygamberleri dedi ki: Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe mi var? Hâlbuki O, sizin günahlarınızdan bir kısmını bağışlamak ve sizi muayyen bir vakte kadar yaşatmak için sizi (hak dine) çağırıyor. Onlar dediler ki: Siz de bizim gibi bir beşerden başka bir şey değilsiniz. Siz bizi atalarımızın tapmış olduğu şeylerden döndürmek istiyorsunuz. Öyleyse bize, apaçık bir delil getirin! (ibrâhîm, 14/910. Benzer ayetler için bkz: Teğâbün, 64/5-6)
Zaman geçmiş, kavimler ve peygamberler değişmiş, sıra Mekkelilere gelmişti. Onlar da tıpkı kendilerinden önce inanmayanların peygamberlerine karşı çıktıkları gibi peygamberimize karşı çıkmış ve aynı sözleri onun için söylemişlerdi:
Bu elçinin özelliği ne ki? O da yemek yiyor, o da sokaklarda geziyor! Ona bir melek indirilse de birlikte uyarıcılık yapsa olmaz mı? (Furkân, 25/7)
Rablerinden kendilerine ne zaman yeni bir ihtar gelse, onlar bunu, hep al[aya alarak, kalpleri oyuna eğlenceye dalarak dinlemişlerdir. O zalimler şöyle fısıldaştılar: Bu (Muhammed), sizin gibi bir beşer olmaktan başka nedir ki! Siz şimdi gözünüz göre göre büyüye mi kapılıyorsunuz? (Enbiyâ, 21/23)
Allahın peygamberleri için sarf edilen bu kabullenememe cümleleri, inanmayanların iman etmeleri yönündeki en büyük engeldi:
insanlara doğru yolu gösteren bir elçi geldiği zaman inanmalarına tek engel, onların şu sözleri olmuştur: Allah elçi olarak bir beşer mi gönderir? (isrâ, 1794)
Bir beşere vahiy inmesini kabul etmeyen bu aklın sadece peygamber tasavvuru değil, aynı zamanda Allah tasavvuru da bozuktur. Çünkü Allah Teala bu tür iddialarda bulunanların, kendisini gereği gibi tanı-ya-madıklarını bildirmiştir:
Onlar «Allah hiçbir insana bir şey indirmemiştir» demekle, Allahı gereği gibi tanıyamamışlardır (Enâm, 6/91)
Bu itirazlar inanmayanlar açısından bir parça makul görülebilir. Zira inanmamaları için aradıkları bahanelerin en büyüğünü bu cümlelerde bulabiliyorlardı. Bu akla göre Allah, insanlar içerisinden bir peygamber göndermez fakat gönderse bile bunu mutlaka ileri gelenlerden (mele) seçerdi!2) Bu da olmazsa, onlara göre geriye tek bir seçenek kalıyordu: Melek Peygamber! Şöyle demişti Nuh aleyhisselâmın kavminin inkârcı ileri gelenleri:
Bu, sadece sizin gibi bir beşerdir. Size üstün ve hâkim olmak istiyor. Eğer Allah (peygamber göndermek) isteseydi, muhakkak ki melekler gönderirdi. Biz geçmişteki atalarımızdan böyle bir şey duymadık. (Muminûn, 23/24)
Ayette görüldüğü gibi bu kavim biz atalarımızdan böyle bir şey duymadık diyerek bir beşerin peygamber olmasını kabullenemiyorlardı. Hâlbuki söyledikleri bu söz, bir yalandan ibaretti. Zira Allah onlardan önce hiçbir kavme melek peygamber göndermemişti.
Aslında peygamberlerin meleklerden olmasını isteyenlerin unuttukları bir başka gerçek vardı: Kendileri insandı!
De ki: Yeryüzünde dolaşanlar melek olsaydı ve oraya yerleşmiş bulunsalardı, biz de onlara elçi olarak gökten bir melek indirirdik. (isrâ, 17/95)
Bir beşerin değil de bir meleğin peygamber olmasını isteyen anlayış, hayat dışı, gündem dışı kalacak bir peygamber isteğini yansıtmaktadır. Çünkü peygamber bir melek olursa canım, o bir melek, biz nasıl onun yaptıklarını yaparız! O kim, biz kimiz denilerek örnek alınması mümkün olmayacaktı. Bu da örneksiz, modelsiz, pratiğe dökülememiş bir din ile metbûiyyeti sorgulanacak ve bunun neticesinde hayatın dışında kalacak bir peygamber ortaya çıkaracaktı. Hâlbuki yaptığı her şeyi güzel yapan Allah, böyle bir şeye imkan vermemiş, beşer cinsine yine kendi cinsinden beşer peygamberler göndermiştir.
2. HIRiSTiYANLARIN AŞIRI TUTUMLARI
Buraya kadar örnekleri sunulan itirazlar, peygamberlere inanmayanlar tarafından yapılıyordu. Peki, inananlar tarafından peygamberlerin beşer oldukları gerçeğine nasıl bakılmıştır? Bu sorunun cevabını araştırdığımızda ilk olarak Hıristiyanlarla karşılaşıyoruz:
Onlar, peygamberleri konusunda öylesine aşırı gitmişlerdir ki sonunda onu tanrı edinmişlerdir. Şu anki Papa 16. Benediktus (Joseph Ratzinger) başkanlığında kurulan bir heyet tarafından hazırlanan ve bir önceki Papa 2. Jean Paulün imzasıyla yayımlanan Katolik Kilisesi Din ve Ahlak ilkeleri adlı kitaba göre: isa olmasaydı kâinat yaratılmazdı. Göklerde ve yeryüzünde görünen ve görünmeyen şeyler, tahtlar, egemenlikler, yönetimler ve hükümranlıklar Her şey onun aracılığıyla ve onun için yaratılmıştır.
Hıristiyanlar bu fikre şu an ellerinde bulunan incilden ulaşmışlardır. Çünkü incil bütün her şeyin isa için yaratıldığını belirtir. Pavlusun Koloselilere Mektubunda bu, şöyle anlatılır:
Görünmez Tanrının görünümü, bütün yaratılışın ilk doğanı Odur.
Nitekim yerde ve gökte, görünen ve görünmeyen her şey -tahtlar, egemenlikler, yönetimler, hükümranlıklar- Onda yaratıldı. Her şey Onun aracılığıyla ve Onun için yaratıldı.
Her şeyden önce var olan Odur ve her şey varlığını Onda sürdürmektedir. (Koloseliler, Bölüm 1: 1517)
Yerde ya da gökte ilah diye adlandırılanlar varsa da -nitekim pek çok «ilah», pek çok «rab» vardır- bizim için tek bir Tanrı Baba vardır. O her şeyin kaynağıdır, bizler Onun için yaşıyoruz. Tek bir Rab var, O da isa Mesihtir. Her şey Onun aracılığıyla yaratıldı, biz de Onun aracılığıyla yaşıyoruz. (1.Korintliler Bölüm 8: 56)
Görüldüğü gibi incil, yaratılan her şeyin isanın aracılığı ile ve onun için, onun yüzü suyu hürmetine(!) yaratıldığını belirtmektedir. Öyleyse bugün böyle bir anlayışa sahip olan Hıristiyanlar, kendilerince haklı sebeplere dayanmaktadırlar! Zira her ne kadar biz Müslümanlara göre muharref de olsa- onların mukaddes bildikleri, Allahın kitabı olarak kabul ettikleri kitapları, isayı onlara böyle tanıtmaktadır! Bugün sıradan bir Hıristiyana siz neden isa hakkında böyle düşünüyorsunuz? diye sorulsa onun vereceği cevap çünkü bizim kitabımızda isa böyle tanıtılmaktadır olacaktır. Doğrudur; -biz kabul etmesek bile- bugün ellerinde bulunan kitapları onlara isayı böyle tanıtmaktadır.
3. iLGiNÇ BENZERLiK: HAKÎKAT-i iSEViYYE HAKÎKAT-i MUHAMMEDiYE
Müşriklerin ve Hıristiyanların yanlış Peygamber tasavvurunu gördükten sonra peki, Müslümanlarda durum nasıldır? sorusuna cevap vermemiz gerekiyor. Ne yazık ki peygamber hakkındaki bu yanlış inanç, (bazı) Müslümanların inancına da karışmıştır. Mesela halk arasında oldukça yaygın olan ve hadis-i kutsî olarak bilinen fakat hadis âlimleri tarafından açıkça uydurma" olduğu belirtilen sen olmasaydın Sen olmasaydın Ben kâinatı yaratmazdım"
arapçası: "levlâke levlâke lemâ halaktul-eflâk"
sözü bu iddiayı haklı çıkarmaktadır. Çünkü bazı Müslümanlar tarafından aslı astarı olmayan bu rivayete dayanılarak ilk yaratılan şeyin hakikat-ı Muhammediye olduğu, her şeyin ondan ve onun adına yaratıldığı iddia edilmiştir. Tıpkı Hıristiyanların isa için dedikleri gibi! Muhyiddin ibnül-Arabî başta olmak üzere birtakım sûfîler tarafından ortaya atılan ve geliştirilen hakikat-i Muhammediye inancı, kısaca şöyle özetlenebilir:
Vücûd-ı mutlakın taayyün ettiği ilk mertebeye (taayyün-i evvel) hakîkat-i Muhammediyye adı verilir. Vücûd-ı mutlak açısından bakıldığında bu mertebe var oluşun başlangıcıdır. Mevcûdat açısından bakıldığında ise gerçek yaratma (halk etme) fiili, vücûd-ı mutlakın hakîkat-i Muhammediyye mertebesine tenezzülünden sonra olmuş ve her şey ondan yaratılmıştır.
Hz. Peygamberin altmış üç senelik zamanla sınırlı cismanî hayatından ayrı bir varlığı daha mevcuttur. Allahtan başka hiçbir şey yokken ilk defa hakikat-i Muhammediyye var olmuş, bütün yaratıklar bu hakikatten ve onun için halk edilmiştir (yaratılmıştır) Âlemin var olma sebebi, maddesi ve gayesi bu hakikattir. ( ) Resûl-i Ekremin ruhu ve nuru bütün insanlardan, peygamberlerden, hatta meleklerden önce var olduğundan Peygamber insanlığın manevi babasıdır. ( ) (Muhyiddin) ibnül-Arabîye göre hakikat-i Muhammediye nur olması bakımından âlemi yaratma ilkesi ve onun aslıdır. Varlık şeklinde zâhir olan ilâhî tecellinin ilk mertebesidir.
Menşeinin Yeni Eflatunculuktaki logos veya iskenderiyeli Aziz Clemensin peygamberlik konusundaki görüşlerine dayandığı ve bunun önce Şii muhitine oradan da tasavvufa geçtiği ileri sürülen bu anlayışın, Kuranın şekillendirdiği peygamber tasavvuru ile ne kadar uyuştuğu sorgulanmalıdır. Nitekim başta hadis ulemâsı ve Hanbelîler olmak üzere birçok âlim, Hz. Peygamberin bu şekilde anlaşılmasının onu ilahlaştırmak anlamına geleceğini söyleyerek bu inancı küfür ve şirk saymışlar, daha önceki ümmetlerin de peygamberleri konusundaki aşırılıkları sebebiyle sapıklığa düştüklerini söylemişlerdir.
4. AŞIRILIK KARŞISINDA PEYGAMBERiMiZiN TUTUMU
Peygamberimiz sallallâhu aleyhi ve sellem, kendisi hakkında aşırı gitmemeleri konusunda zaman zaman sahabe-i kirâmı uyarmış, kendisinin de tıpkı onlar gibi bir beşer olduğunu vurgulamıştır. Hadis kitaplarında bu konu hakkında birçok hadis bulunmaktadır. Bunlardan birkaç tanesi şöyledir:
Hıristiyanların Meryem oğlu isayı aşırı surette methettikleri gibi, sakın sizler de beni methederken aşırı gitmeyiniz. Şüphesiz ki, ben sadece bir kulum. Onun için bana (sadece) Allahın kulu ve resûlü deyiniz.
Enes b. Malik radıyallâhu anhın rivayet ettiği bir hadise göre bir adam Peygamberimize ya seyyidî / ey efendim, ey efendimin oğlu! Ey bizim en hayırlımız, ey en hayırlımızın oğlu! Diye seslenmişti. Buna cevaben Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:
Ey insanlar! Allahtan korkun. Sakın şeytan sizi aldatmasın. Ben Abdullahın oğlu Muhammedim. Allahın kulu ve resulüyüm. Allaha yemin ederim ki beni, Allahın bana verdiği makamın üstüne çıkarmanızı sevmiyorum.
Peygamberimizin zevcesi olan Ümmü Seleme radıyallâhu anhâdan gelen bir rivayet şöyledir: Resûlullah, Ümmü Selemenin odasının kapısı önünde şiddetli bir kavga işitti ve dışarı çıkıp kavga edenlere şöyle dedi:
Şüphesiz ben de sizin gibi bir insanım. Zaman olur ki bana sizden iki hasım gelir de, biriniz haksızken diğerinden daha düzgün konuşmuş olabilir; ben de o düzgün sözleri doğru sanarak onun lehine hükmedebilirim. Binaenaleyh kimin lehine bir Müslümanın hakkı ile hükmettimse, bilsin ki bu hak ateşten bir parçadır; ister onu alsın, ister bıraksın.
Ebû Hureyre radıyallâhu anhın rivayet ettiğine göre Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem, Allaha şöyle niyazda bulunmuştu:
Allahım! Muhammed ancak bir beşerdir. Beşerin kızdığı gibi kızar. Ben senden ahid/söz alıyorum. Elbette sen bu ahdi bozmazsın. Ben ancak bir beşerim. Dolayısıyla hangi mümine eziyet eder, kötü söz söyler veya döversem bunu onun için bir keffâret ve kıyamet gününde onu kendisiyle sana yaklaştıracağın bir ibadet kıl!
Bir gün Resulullah sallallâhu aleyhi ve sellem 4 rekâtlık bir namazı 5 rekât kıldırınca ashab-ı kirâm: Namaza ziyâde mi yapıldı? Diye sormuştu. Resulullah da cevaben: Hayır, şayet namaz hakkında yeni bir şey gelmiş olsaydı, onu mutlaka size haber verirdim. Lâkin ben de sizin gibi beşerim. Siz unuttuğunuz gibi, ben de unuturum. (Bir şey) unuttuğum zaman bana hatırlatınız. Buyurdu ve yanıldığı için sehiv secdesi yaptı.
Hadislerden de gayet açık bir şekilde görüldüğü gibi Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem kendinin bir beşer olduğunu unutmamaları ve kendisi hakkında aşırıya kaçmamaları yönünde sahabeye uyarılarda bulunmuştur. Çünkü O, bazı konularda olduğu gibi Peygamberlik konusunda da müslümanların ehl-i kitabı taklit etmelerinden endişe ediyordu.
Ebu Saîd el-Hudrî radıyallâhu anhın bildirdiğine göre Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
Sizden öncekilerin izlerini, kuşkusuz karış karış, arşın arşın takip edeceksiniz. Onlar bir kertenkele deliğine girseler, siz de arkalarından gideceksiniz.
Dedik ki; Onlar Yahudiler ve Hıristiyanlar mı?
Başka kim olabilir ki! Dedi.
Yukarıda incilden yapılan alıntı ve bazı Müslümanların islam adına, Peygamberimizi yüceltmek adına yaptıkları, maalesef Peygamberimizin bu konudaki endişelerinin haklı çıktığını göstermiştir.
Peygamberimizin her zaman ve her durumda insan olduğu, Allahın ancak bir kulu olup yalnız ona kulluk yaptığı açık ve kesin iken, islama mensup kimi çevreler onun hakkında aşırı gitmekte, kulluğa yakışmayan kimi nitelemelerle nitelemektedir. Yüce Allah, onun için ve başkaları için Şüphesiz sen de öleceksin, onlar da ölecekler (Zümer, 39/30) dediği halde kimileri, başka insanlardan ayırarak bedeni ve ruhu ile yaşadığı, insanlar arasında dolaştığı, rüyalarına girdiği veya toplantılarına katılarak kendileriyle konuştuğu, kendisi ile görüşüp hadis rivayetlerinin sahih olup olmadığını kendisinden sorup öğrendikleri, kabrinde diri olup kendisine yapılan seslenmeleri ve duaları işittiği gibi şeylere inanmakta ve seslendirmektedir.
Öyle ki yukarıda tanımı verilen hakikat-ı Muhammediye inancında sınır tanımayan bazı sûfîler: Muhammeddir cemâl-i Hakka mirât (ayna), Muhammedden göründü kendi bizzat diyerek Allah Tealanın Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellemin bedeninden bizlere göründüğünü söyleyebilmişlerdir. Bununla yetinmeyip işi daha da ileri götürenler olmuştur:
Ahmedde gizlenen, Hûdur. Sufiler bunu ifade etmek için perde-i mîm deyişine sıklıkla baş vurur ve Ahmeddeki mim perdesini kaldır da bir bak, ardında kim duruyor! derler. Arapçadaki Ahmed kelimesinin yazılışındaki mim harfi kaldırılırsa, geriye Ahad kalır.
ilk bakışta peygamberimizin Allahla bir tutulduğu izlenimini veren bu ifadelere daha dikkatli bakıldığında, durumun zannedilenden daha vahim olduğu görülmektedir. Zira Ahad ile Ahmed kelimeleri arasında farklı olarak bir mîm harfi vardır. Bu fark yazılıştadır ve Ahmedin lehinedir. Çünkü onlara göre bütün âlem o mîm harfinin içindedir!..18 Yani mahiyet itibariyle Ahmed (Peygamberimiz) hâşâ Ahad (Allah)dan bir adım öndedir!!
Bir başka sûfi ise şunları söylemiştir:
Allah ( ) Muhammeddeki her hakikati kendi isim ve sıfatlarının hakikatinden yaratmıştır. Muhammedin nefsini de kendi nefsinden yaratmıştır. Bir şeyin nefsi, kendisidir.
Bu alıntıya kitabında yer veren M. islamoğlu, haklı olarak bu cümleleri şöyle yorumlamaktadır:
Bu kısa alıntıda Hıristiyanlığın isanın ulûhiyeti inancına benzeyen bir inançla karşı karşıyayız. Allah, Muhammedin nefsini kendi nefsinden yaratmıştır ile bir şeyin nefsi kendisidir cümlesi birleştirilirse ne anlam ifade eder? Gerçekten de, tipik bir Hıristiyanlaşma örneği oluşturmaktadır bu metin.
Bazı sûfilerden yukarıda alıntılanan bu tür ifadelerin Allahın kulu ve elçisi olan beşer peygamber tasavvuru ile uzaktan yakından ilgisi olmadığını anlamak için insanın bir parça olsun akletmesi gerekir dememiz gerekirken, bu inanç sahipleri tarafından karşımıza büyük bir engel çıkarılmaktadır. O da şudur:
Bunun böyle olduğunu idrak etmek doğrusu pek güçtür, çünkü bu meydanda akıllar kesmez olur.
Hâlbuki diğer taraftan Allah Teala aklını kullanmayanlar hakkında şöyle buyurur:
Bir tarafta aklı kullanmaya azami derecede teşvik eden ve akletmeyenleri pisliğe bulaşacakları yönünde tehdit eden Allahın ayetleri, diğer tarafta bu meydanda akıllar kesmez diyerek aklı devre dışı bırakan zihniyet
Bir de islamın öğretilerine aykırı bir iş yahut bir durum söz konusu olduğunda Hz. Muhammedin karşısına nasıl çıkarız, onun yüzüne nasıl bakarız, ona nasıl hesap veririz? diyen Müslümanlara da rastlanmaktadır. Bunlara söylenecek sözler şunlardır:
Hz. Muhammed peygamberlik görevini yapmış ve Hz. Ebu Bekirin Kim Muhammede tapmışsa, Muhammed ölmüştür. Dediği gibi, ölmüştür. insanlar onun huzuruna değil, Allahın huzuruna çıkacaklar ve yaptıklarının hesabını ona değil, Allaha vereceklerdir. Ceza veya mükafatlarını o değil, Allah verecektir. Mevcut Hıristiyanlıkta hemen her şey Hz. isadan istendiği ve onun her şeyi yapması beklendiği gibi, Hz. Muhammed insanları yargılamayacak, insanları iyi ve kötü diye tasnif etmeyecek ( ) şu veya bu şeylerden veya yerlerden kurtarmayacaktır.
5. ALLAHIN PEYGAMBERi: BEŞER RESÛL
Allahın bizlere öğrettiği sağlam ve her türlü aşırılıktan uzak beşer peygamber tasavvurunu gözden geçirmek için yine Onun sözlerine başvurmak gerekmektedir. Çünkü kendi yarattığı ve peygamber olarak gönderdiği kişileri Ondan daha iyi tanıyan ve tanıtan hiç kimse olamaz. Allah Teala şöyle buyurmaktadır:
Muhammed, sadece bir resûldür / elçidir. Ondan önce de nice elçiler gelip geçmiştir. (Âl-i imrân, 3/144)
De ki: «Fesubhânallâh! Ben beşer peygamberden başka bir şey miyim?» (isrâ, 17/93)
De ki, ben de tıpkı sizin gibi bir beşerim. Bana, ilâhınızın bir tek ilâh olduğu bildiriliyor. Artık kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa hemen iyi bir iş yapsın ve Rabbine ibadette kimseyi ortak etmesin. (Kehf, 18/110)
Biz seni şahit, müjdeci, uyarıcı; Allahın izniyle Ona çağıran, etrafını aydınlatan bir kandil olarak gönderdik. (Ahzâb, 33/4546)
De ki: «Ben peygamberlerin ilki değilim; benim ve sizin başınıza gelecekleri bilmem; ben ancak bana vahyolunana uyarım; ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.» (Ahkâf, 46/9)
De ki: Doğrusu ben (kendi başıma) size ne zarar verme ne de fayda sağlama gücüne sahibim.
De ki: Gerçekten (bana bir kötülük dilerse) Allaha karşı beni kimse himaye edemez, Ondan başka sığınacak kimse de bulamam.
Benimkisi yalnız Allahtan olanı, onun gönderdiklerini tebliğdir o kadar. (Cinn, 72/2123)
De ki: Ben size, Allahın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben, sadece bana vahyolunana uyarım. De ki: Kör ile gören hiç bir olur mu? Hiç düşünmez misiniz? (Enâm, 6/50)
De ki: Ben kendim için bile Allah dilemedikçe hiçbir şeye kadir değilim: Ne fayda sağlayabilirim, ne de gelecek bir zararı uzaklaştırabilirim. Şayet gaybı bilseydim elbette çok mal mülk elde ederdim, bana hiç fenalık da dokunmazdı. Ama ben iman edecek kimseler için sadece bir uyarıcı ve bir müjdeleyiciyim. (Arâf, 7/188)
Ve seni başka değil, âlemlere bir rahmet olmak için elçi gönderdik. (Enbiyâ, 21/107)
Bu son ayete özellikle dikkat çekmek gerekmektedir. Bu ayette Allah Teala Peygamberimizin bir beşer/insan olarak yaratılışını değil, risâletini/elçiliğini ön plana çıkarmaktadır. Yani ayette biz seni âlemlere rahmet olmak için yarattık yerine seni âlemlere rahmet olmak için resul/elçi gönderdik buyurulmaktadır. Görüldüğü gibi bu iki cümle birbirinden tamamen farklı manalar taşımaktadır. Âlemlere rahmet olan; onun yaratılışı değil; peygamberliğidir. Bu da Peygamberimizin şahsından ziyade risaletinin ön planda tutulması gerektiğini göstermektedir.
Ayetler gayet açık ve net.. Biz, yüzü suyu hürmetine tüm kâinatın yaratıldığı ve kendisinde Allahın tecelli ettiğine inanılan insanüstü bir peygambere değil; tıpkı bizim gibi bir beşer olan ve bu yüzden bize örnek gösterilen (usve-i hasene), melek olmayan, gaybı bilmeyen, yeri geldiğinde Rabbinden azar işiten , -tıpkı bizim gibi- işlediği günahları için tevbe istiğfar etmesi istenen ama bütün bunların yanında büyük bir ahlak sahibi olan , risâleti açısından âlemlere rahmet olarak gönderilen ve her yeri bu risâlet nuru ile aydınlatan beşer peygambere iman etmekle mükellefiz.
Çünkü bu, bizim imanımızın ilk şartıdır, olmazsa olmazıdır Bir kişinin mümin olabilmesi için öncelikle Allahtan başka hiçbir ilah olmadığına ve Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellemin Onun kulu ve resûlü/elçisi olduğuna şahitlik etmesi gerekir:
Şahitlik etmek demek, tanıklık etmek demektir. Tanıklık ise olayı hiçbir şüpheye yer vermeksizin görmek demektir. Bu yüzden ben müminim diyen herkesin, Peygamberimizin Allahın resullüğünden önce herkes gibi bir kul (abd) olduğuna tanıklık etmesi yani bunu gözüyle görmüş gibi kesin bir şekilde bilmesi ve inanması gerekir. Onun her şeyden önce bir kul olması ise, aşırı yüceltmeci, beşer üstü bir peygamber tasavvuruna islamda yer olmadığının en temel göstergesidir.
Bütün bunlardan sonra bazı yanlış anlaşılmaların önüne geçmek için şu gerçeği dile getirmemiz gerekmektedir. Peygamberimiz Muhammed sallallâhu aleyhi ve sellemin beşer vasfı M. islamoğlunun deyimiyle- bir gerçeğin yarısıdır. O, Allahın kulu ve elçisidir. Dolayısıyla onun beşerliği kulluğuna, peygamberliği de resullüğüne tekabül eder.26 O, muhteşem ahlakıyla, örnek kişiliğiyle (usve-i hasene), müminlere olan engin merhamet duygusuyla, adaletiyle, şefkatiyle bir insan olarak yine herkesten, hepimizden üstündür. Fakat bu üstünlük, çalışıp gayret gösterilmiş ve hak edilmiş bir üstünlüktür. işte onun bize örnek gösterilmesinin sebebi de budur. Bunu bir kenara bırakarak onu beşer üstü bir varlık gibi görmek ve göstermek, sebebi ne olursa olsun ilk başta Resûlullaha haksızlıktır, onun örnekliğini yok etmektir. Bu yüzden her Müslüman bütün davranışlarında olması gerektiği gibi bu konuda da dengeli ve dikkatli olmalı, Resûlullahı Allahın tanıttığı şekilde tanımalı ve her durumda onu örnek alarak yaşamaya çalışmalıdır.