bunu hem sosyolojik hem de siyasal açıdan değerlendirmek mümkündür. sosyolojik açıdan bakacak olursak, seri katil potansiyeli psikolojik bir vaka veya hastalık sonucu belirir ki, kişide henüz bunun en ufak belirtileri görüldüğünde ki bu kesinlikle bir suçlama değildir, tabiri caizse "ruh hastası" yaftasıyla fişlenir ve dikkatler o kişinin üstüne çekilmiş olur. zamanla artmaya başlayan bu psikolojik vaziyet, henüz çevresindeki kişilere zarar vermeden klinik nezarete alınır. siyasal açıdan bakılacak olursa, cinayet denen kavramı bizler en çok siyasi sorunlarla ilgili yaptığımız tartışmalar içinde kullanıyoruz. 1950 senesinde çok partili döneme geçmiş, 68'de solcu yapılanmalar ve öğrenci hareketleri, sağ-sol çatışmaları, on senede bir gerçekleşen darbeler derken, cinayetler -kadın cinayetleri, kan davası gibi şahsi olanlar dışında- hep siyasi bir dava üzerinden şekillendi. siyasi suikastlerin hangi birini sayalım? uğur mumcu, hrant dink, muhsin yazıcıoğlu, susurluk ve son olarak da 17 aralık operasyonu sonrasında gerçekleşen ve unutulmaması gereken ankara kaçakçılıkla mücadele şube müdürü suikasti. dolayısıyla toplumsal normlar içerisinde cinayetleri maalesef ahlaksızlık çemberinden söküp çıkaran tek sıfat bu bahsettiğimiz politik cinayetler.