anlamadığım, anlamak istemediğim zamanlardan biri yine. ve bu durumda beynim otomatiğe bağlıyor. kelimeler, cümleler izinsizce dökülüyor dudaklarımdan. "gel" dedin geldim, "sev" dedin sevdim. hep itaatkar olduğuma inandın seni salak, "git" dediğinde gitmedim işte. naaber? dinlemiyorum artık senin sözünü, sen kazana düştün! anarşistlik damarım tuttu yine, karşıyım sana ve kurallarına! uymuyorum işte, var mı diyeceğin? çıkıyorum oyunundan, git kendine başka bi kukla bul. pinokyo olduğuma inandırmıştın beni, yalan söylemedim sana hiç burnum uzar diye. ama sen mephistoydun, yoldan çıkarana kadar yapmayacağın şey yoktu. sonunda çok geldi yedirdiklerin, kustum hepsini biriktirdiklerimle birlikte. kestim burnumu da, bundan sonra yalan söylersem anlaşılmasın diye. çünkü senin oyunundan sonra karşıma ilk çıkan hayat oyunu oldu. ve onun kuralları basitti: kazanmak istiyorsan, o uğurda işine gelen her yalanı söylemeliydin. başladım oyuna, ilk söylediğim yalan "kazanacağım." oldu. kazanmayacaktım, biliyordum. başında nasılsa öyle gidecekti, hissettim. lanet ettim beni getirdiğin hale. seninle birlikte kaybetmeyi kazımıştın kaderime. sahi, kader dedim de, sen de kaderin bi cilvesiydin. iki cilve yapıp kirlettin benim tüm hayallerimi. tamam tamam, biliyorum ağlamaklı biticek bunun sonu. ama neden? bitmesin işte, şaka hepsi. hadi gül, hayır öyle değil, içten gülüceksin. içimdeki tüm karmaşıklığı ve bunalmışlığı döktüm sadece, neden gülemiyorsun? o acıklı ifadeyi de sil gözlerinden, umutla gülümse bana. de ki, geçecek hepsi, sen kuklam değil sevdiğimsin. teşekkür ederim, duymak istediklerim bunlardı. şimdi, güle güle. gitmeni istiyorum senden, sen gidince yalnızlığını görmek istiyorum, sensizliği. bu kez git diyen benim, hadi defol!