Vaktiyle ramazan ayı, doğum tarihi 60, hatta 50 yıl geride kalmış köşe yazarları için, "cici mama"lı bir sefertasıydı. Bol bol yaşadıkları eski ramazanları anlatırlardı.
Daha çok da eski ramazanlarla, eski bayramlar ballandırılır; yenilerine hafiften dudak bükülürdü.
* * *
Bazen bendeniz de, 30 yaşlarındayken eski ramazanları yazmaya özenir; bazen de o yaşların bir omuz silkmesiyle:
- Eskiye rağbet olsa, bitpazarına nur yağardı, türünden raketi tersten vurmaya kalkardım.
* * *
Ne oldu da o eski ramazanlar, böylesine değişti?
Böyle bir sorunun yanıtını, hemen hiç kimse aramazdı.
Belleğimin "ramazan ayı" ile ilk tanışma kayıtları, 1932'ye kadar gidiyor.
O tarihlerde Edirne'deydik ve bendeniz 4 yaşındaydım.
* * *
Edirne'ye henüz elektrik gelmemişti -hoş istanbul'da Göztepe'ye de gelmemişti- fitilli gaz lambaları ışığında oturulurdu geceleri.
Gece lambaları da boy boydu. Küçük idare lambası, 5 numaralı orta boy lamba ve bol ışıklı lüks lamba...
Yemekler maltız ateşinde pişerdi.
* * *
O tarihlerde Edirne'de sadece 2 taksi vardı. Mustafa'nın taksisi ünlüydü. Faytonla gidilirdi uzakça yerlere ve yollarda eşeğine binmiş köylülere rastlanılırdı.
* * *
Babam, bir hafta gecikmeyle gelen Son Posta gazetesini okurdu; annem de gazetenin bol mu bol olan tefrikalarını...
Keşke meraklı bir dost çıksa da, o tarihlerdeki Son Posta gazetesinin manşetlerini alt alta sıralayıverse...
* * *
Genç kuşaklar ne kadar ilgilenirler bilinmez ama; beyinsel çarkları, neyin nasıl değiştiğiyle, nasıl değişeceğine göre dişli döndüren birkaç avuç kişi, epey afallayabilir o manşetleri görünce...
* * *
Bugün 2007 yılının ramazanı.
Ve önceki gün başkent Ankara, bombalı bir dehşet eyleminden kıl payı kurtulmuştu.
Gerçi gizli kapaklı olaylar uzmanı sayılabilecek Mahir Kaynak'ın, bu konudaki değerlendirmeleri çok değişik ama, olsun. Galiba o çeşit değerlendirmeleri görmezlikten gelmek yeğleniyor şimdilik.
* * *
Türkiye gibi bir türlü "gelişmiş" olamayan bir ülkede çok zordur, nelerin neden görmezlikten gelindiğini algılayabilmek de; nelerin neden gümbür gümbür gümbürdetilmek istendiğini anlayabilmek de...
* * *
Örneğin dünkü Vatan gazetesinde şöyle bir haber vardı:
"Erdal Eren haksız yere asıldı
Erdal Eren'in (17) 12 Eylül döneminde asılmasına karşı çıkan Askeri Yargıtay üyesi Albay Ahmet Turan, 27 yıl sonra Vatan'a konuştu: Eren'in inzibat erini kasten öldürdüğüne dair vicdani kanaatim yoktu. Eren önden ateş etmiş, oysa asker sırtından vurulmuştu. Kararı iki kez bozduk, ama asıldı. O hengamede çala kalem gitti"
* * *
Son 80 yılda ortaya bol bol çıkan idam sehpaları mı, çağdaşlık imajımızı daha çok bozuyor; yoksa türbanlı bir hanımefendinin eşiyle birlikte Çankaya'da görünmesi mi?
* * *
"Hukuk"suzluğun, dışa dönük görüntülerle sütrelenmek istendiği oligarşik bir yönetim düzeninde; bu tür sorular da hiç mi hiç hoş karşılanmaz.
Bu tür sorulara ağırlık verenlere karşı, önce "çürütmecilik" topları ateşlenir ve sonra da sırtlarına zehirli hançerler saplanır.
* * *
Özellikle 1950'li yıllardan sonra nedense biz, facialardan hep kıl payı kurtulur olduk ve Viyana kapılarına kadar gitmemize rağmen; yağmura, kara, kuraklığa teslim olmayı rahatça sineye çeker olduk.
* * *
Hiç sormamalı:
- Neden acaba, diye?
Tevfik Fikret'in yüz yıl önce yazdığı:
Şüphe bir nura doğru koşmaktır
Uyarısını da boş vermeli.
* * *
En iyisi Sütlüce'den Etiler'e, oradan da Göztepe'ye giderken istanbul'un haline bakmak ve hazır bir ramazana daha erişmişken, oturup eski ramazanları yazmak.
* * *
Haydi bakalım, kim bilir kaç kez kullandığımız başlığı atalım yine:
Ramazan geldi hoş geldi, baklava tepsisi boş geldi.
* * *
Evet ama yazıyı da çoktan bitirmişiz; unutmuşuz eski ramazanları ballandırmayı...
Ne yapalım "huy, canın altındaymış" derler.
Annem de bendenizi azarlarken:
- Huyun kurusun, diye bağırırdı.
* * *
Dönülmez akşamın ufkunda karşılaştığımız bir ramazan daha işte...
Her ne kusur ettik ise af ola...